Hacc, “Hani biz İbrahim’e Evin (Kabe’nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut. İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerek uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler.” (Hacc 22/26-27) ayet-i kerimelerinde haber verildiği üzere Hz. İbrahim’den günümüze devam eden bir mukaddes yolculuğun adıdır.
Yeryüzünde inşa edilen ilk mescid olan, tevhid ve adaletin sembolü Kabe’nin ziyaret edilip burada alemlerin Rabbi’ne sadakat ahdinin yinelenmesi ve Rabbani değerlere tabi olan insanlar arasında her yıl aksatmadan tekrarlanan, Arafat’taki yeryüzünün en anlamlı ve en kapsamlı buluşmasının gerçekleştirilmesi gibi son derece ulvi gaye ve hedefleri ihtiva eden Hacc ibadeti, dünyayı kana ve gözyaşına boğan, hayatı değersizleştirme ve anlamsızlaştırma yolunda dur durak bilmeksizin çabalayan şeytanilerin bu imha hareketlerine karşı, bir büyük Rabbani inşa hareketinin adıdır.
Her yıl milyonlarca Müslüman, Hz. İbrahim’in davetine icabet ederek revan oluyor tevhid ve adalet sembolü Beyt’ül-Atik’in, Kabe’nin yollarına. Renkleri, dilleri farklı, fakat yöneldikleri kıble aynı olan Müslümanlar, Mekke’de ve Medine’de ortak mekanları paylaşıyor, birlikte Namaz kılıp birlikte Tavaf ediyorlar, Safa ile Merve arasında omuz omuza Sa’y yapıyorlar. Nihayet Arafat’ta, birlikte Vakfe’ye durarak yeryüzünün en geniş katılımlı kongresini gerçekleştiriyorlar.
Hacc, gerçekten olağanüstü bir hadise. Yeryüzünün tıkanmış damarlarını açan büyük bir kitlesel hareket. İnsan bu harikulade manzaraya bakıp şöyle demekten kendini alamıyor:
“Ah bir de Hacca giden tüm Müslümanlar bu ibadetin ihtiva ettiği anlamın idrakinde ve bilincinde olarak bu yola çıkmış olsa!”
Ne var ki bu böyle değil. Bilinç sahibi olarak, Haccın anlamını, Rabbani gaye ve hedefini kavramış olarak bu ibadeti eda eden Müslümanlar olduğu gibi; Haccı tıpkı Namaz, Oruç, Kurban gibi ibadetlerde olduğu gibi anlam ve gayesinden önemli ölçüde habersiz olarak daha çok şekilsel bir formda algılayıp eda eden Müslümanlar da bulunmaktadır. Tabii bunun böyle olması, bugüne has bir sorun da değildir. İslami uyanışın bir süreç olarak henüz tüm Müslümanlara ulaştırılamamış olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak, bu durumun çok fazla yadırganmaması gerektiğini, eleştirmekten ziyade sorunun çözümü ve ıslah yönünde gayret gösterilmesi icap ettiğini belirtmemiz gerekir.
İslami uyanış hareketlerinin hedeflediği ve belli ölçüde başardıkları, Müslüman toplumların İslami değerleri doğru şekilde, asli nitelikleriyle tanımasına, anlamasına ve yaşamasına öncülük misyonu giderek Haccın da daha bir bilinç üzere eda edilmesine vesile oluyor, hamdolsun. Fakat İslam dünyasında batılı güçlerin ideolojik taşeronluğu işlevini yürüten laik sistemlerin, tabi olmadıkları dini kendi işleyişlerine tabi kılmak adına bünyelerinde bulundurdukları “resmi din kurumları” eliyle İslami değerlerin içini boşaltan bir din anlayışını kitlelere Allah’ın dini diye pazarlamakta olduğu da bir gerçek. Mesela Türkiye’de Hacc organizasyonları içinde en kapsamlı olanını gerçekleştiren Diyanet İşleri Başkanlığı, bu organizasyon çerçevesinde insanlara nasıl bir Hacc bilgisi ve bilinci vermekte, Hacc yoluna çıkan Müslümanları nasıl bir anlayışla donatmaktadır?
Birkaç yıl önce hacca giden bir kardeşten dinlemiştim hacca gitmesinden önce. Kardeşimiz, İstanbul Bahçelievler Müftülüğü’nce düzenlenen Hacc öncesi eğitim seminerlerinden ilkine gittiğinde tam anlamıyla hayal kırıklığına uğramıştı. Hacc için eğitim seminerleri düzenleniyor ve bu seminerlerinin ilkinde konu edilen hususlar şunlar: Efendim, beraberinizde şu kadar para götürün, kapkaççılara dikkat edin, Arafat’a giderken yol üstündeki kebapçılardan yemek yemeyin vs. vs.
Haccın anlamı, hikmeti, gayesi, hedefi, siyasi ve ictimai mesajları… Hacdaki sembollerin hayattaki karşılıkları… Bu konular yerine gidilecek kebapçılar, seccade, tesbih ve takke gibi hediyelik eşya alınacak yerler gibi ayrıntıları insanlara Hacc bilgisi diye sunmak bu ibadeti anlamsızlığa, işlevsizliğe mahkum etmekten başka nedir?
Bu yaklaşım, Hacca gitmeye niyetlenmiş ve bunun için ayağa kalkmış Müslümanların o güzelim niyetlerini, heyecan ve enerjilerini israf etmek, yanlış bir yöne kanalize etmek ve böylece etkisiz kılmak değil midir? Hacc turistik bir gezi olmadığı gibi bireysel bir ibadetten ibaret de değildir. Hacc, zulüm ve sömürü odaklarının yeryüzündeki imha hareketine karşı Müslümanların kolektif bir karşı koyuşunun zemini olan, tevhid ve adalete dayalı bir dünyanın inşası mücadelesinde hayati bir işlevi sahibi kuşatıcı bir ibadettir.
Hep söylüyoruz: Bir değerin etkisiz kılınması iki şekilde olur diye. Bunlardan birincisi etkisiz kılınmak istenen değerin önüne engel çıkarmak, onu yasaklamak; ikincisi ise cesedini yüceltip anlamını gündemden düşürmek, içeriğini boşaltıp hikmetinden soyutlamak şeklinde tezahür eder.
Verdiğimiz örnek, “resmi din kurgusu”nun, Haccın şahsında İslami kavram ve ibadetlerin cesedini yüceltip içeriğini boşaltma, İslam’ın hayatın tüm alanlarına dair mesajlar içeren tevhid ve adalet eylemi ibadetlerini, Allah’ın hükümlerine tabi olmayan zulüm ve sömürü düzenlerini rahatsızlık etmeyecek bireysel ve şekilsel bir tapınma formuna indirgeme yönündeki saptırmasının Hacc’a dair bir izdüşümünden ibarettir. Tıpkı Hacc gibi, aynı zamanda bir İslami siyaset buluşması olan Cuma namazının (Hacc Müslümanların yıllık kongresi iken, Cuma namazı haftalık kongre anlamı taşır) yaşadığımız coğrafyada “resmi din kurgusu” elinde bir günah çıkarma seansına ve laik sistemin propaganda aracına dönüştürülmüş olması da aynı saptırmanın bir başka örneği olarak karşımızda durmaktadır.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Haccın yasak olmasına ve 1947 yılında serbest bırakıldıktan sonra da Kemalist çevreler tarafından zaman zaman gündeme getirilen Haccın yeniden yasaklanmasını ve hatta onun yerine Anıtkabir ziyaretinin ikame edilmesini öngören laikçi hezeyanlara bakarak bugünkü “resmi din” uygulamalarına razı olmamızı kimse beklememelidir.(1)
Biz Allah’ın dinini dosdoğru bir şekilde anlayıp yaşamak istiyoruz ve yegane kurtuluş yolunun bu olduğuna inanıyoruz. Dinimizi hayatımıza hakim kılmak konusunda yasaklarla önümüze engel konulmasına da, dinimize müdahil olunup şeytani usullerle değerlerimizin içlerinin boşaltılıp saptırılmasına da rıza göstermeyeceğiz. Gasp edilen Haccımızı, Cuma namazımızı, Kurban’ımızı… geri istiyoruz.
Dipnot:
1- 1950’li yıllarda “Dinimizde Reform: Kemalizm” adlı bir dergi çıkaran emekli öğretmen Osman Nuri Çerman’ın, İslam’ı Kemalizm çerçevesinde bir reforma tabi tutmayı öngören kanun teklifinden Haccla ilgili olanı (37. madde) şöyleydi:
“Hac yasaktır. Arabistan Birinci Cihan Harbi’nde Türk ordusunu arkadan vurmak suretiyle düşmanlarla birleştiği ve Trük vatanından ayrıldığı için vatandaşların hacca gitmeleri dini olmaktan çıkmıştır. Dinimizde mesela öksüz bir kızı evlendirme, bir çeşme, okul, köprü, hastane, düşkünler evi yaptırma gibi bir değil bin hac sevabı kazandıran akideler vardır. Mevlana’nın dediği gibi dört duvardan ibaret olan Kabe’yi insan yapmıştır. Halbuki insan gönlünü Allah yapmıştır. Onu tavaf etmek yani ona yardım etmek hacdan daha kıymetli bir din olayıdır
Peygambere göre Vatan sevgisi din ve imandandır. Vatanı kurtaran ulular ulusu Atatürk’ün Anıtkabrini ziyaret milli bir hacdır. 19 Mayıs, 23 Nisan, Cumhuriyet Bayramı, onun ölüm yıldönümü gibi merasim günleri de bu hacdan daha kıymetli milli bir ibadettir. Artık milyarlarca borcu olan Türk milleti için döviz sarf ederek hacca gitmek din icabı değildir. Bu sebeple imam ve Arap ajanlarına uyarak Arap menfaati ve Arap ideolojisi için halkı hacca teşvik bir suç sayılacaktır. Kaçak hacca gidenden 10.000 lira para cezası alınacaktır.” (Kaynak: Bir Başka Açıdan Kemalizm, Abdurrahman Dilipak, sh.149-150, Beyan Yayınları)
(Bu yazı, yazarın İbadet ve Bilinç adlı eserinde yer almıştır.)
İlgili Haber: Şeyh Muhammed Al Asi: Çözüm Mekkenin Özgürleşmesidir.