Sözlüklere baktığımızda güç kelimesine yüklenen anlam kelimenin kullanıldığı yere göre değişmektedir. Örneğin Mehmet Doğan’ın büyük Türkçe sözlüğüne baktığımızda yapabilme hal ve iktidarı, kuvvet, kudret, takat, derman gibi anlamlara gelmektedir. Türk dil kurumu sözlüğünde de yaklaşık aynı anlamlar mevcuttur. Kelimeyi biraz açacak olursak mesela sağlığı bozulan bir insan kendisini yorgun, bitkin ve güçsüz olarak tanımlarken aynı kişi tedavi olup eski sağlığına kavuşunca daha güçlü ve kuvvetli olduğunu söyler. Veya bir kişi birkaç kişinin yapabileceği bir işi tek başına yapamayacağını buna gücünün yetmediğini söyler ve yardımcı ister. Başka bir anlamda ise olumsuz olarak çok güç yani imkânsızlığı ifade eder. Bizim güçten kastımız tamamen siyasi içerikli olup insanlara hükmetme, onları hâkimiyeti altında tutma, gücünü sürekli hissettirme, bir şeyi yapabilme/yaptırabilme iktidar ve kuvvet anlamında olacak. Hatta kastettiğimiz güç insanların günlük hayatlarını idame ettirirken kamudaki tüm davranışlarını hangi zemin üzerine oturttuklarını kendilerine verilen yetkiyi/gücü nasıl kullandıkları ile alakalıdır.
Hz. Davut, Hz. Süleyman veya Hz. Zülkarneyn örneğinde olduğu gibi eğer güç ile beraber adil olma, fıtrata uygun davranma, insanlara merhametle muamele etme veya elde edilen güç/iktidar Allah’a yakınlaşmaya vesile ise o zaman güç sahibi kınanmaz, yerilmez, hatta övülür, çünkü bu gücün temel dinamikleri ilahidir ve nimetlerinden herkes (yani kâfir mümin) faydalanır. İlginçtir güç sahibi peygamberlere karşı kavimlerin itaat ettiklerini Kur’an bize haber veriyor. Gerek Hz. Davut ve Süleyman’da gerekse Zülkarneyn örneğinde bir başkaldırı yerine itaat etmeyi tercih ediyorlar. Belkıs bile bir krallığa sahip olmasına rağmen Süleyman’ın (as) karşısında herhangi bir direnç göstermeden boyun eğiyor ve teslim olmaktan başka bir yol bulamıyor(27/42). Bu örnekte iki boyut söz konusu, birincisi insanların güç karşısında boyun eğmek zorunda kalmaları. İkincisi ise adı geçen şahsiyetlerin mutlak adalet sahibi oldukları için kavimlerin iman etmeleri diyebiliriz. Fakat Allah’ın diğer elçileri de adil olmalarına rağmen çoğunun kavmi tarafından yalanlandığını görmekteyiz. Anlaşılan o ki toplumlar nebilerin adaletine değil daha çok gücüne bakıyor. Bu da insanın en büyük zaaflarından birisidir. Yani insanlar bir yandan gücü eline geçirmek isterken diğer yandan da güç karşısında boyun eğip Belkıs gibi teslim oluyor.
Kur’an’ın bize haber verdiğine göre nebilerin ve elçilerin büyük çoğunluğunun güç sahibi odaklar tarafından tehdit edildiğini, öldürüldüğünü veya sürgün edildiğini görmekteyiz. Bunun en son örneği de Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’dir (as). Dikkat edersek Muhammed (as) gibi risalet sahibi nebiler güç olarak zayıf konumda oldukları için güçlü olan kavimleri tarafından sürekli tehdit ediliyor. Zülkarneyn’in peygamber olup olmadığını bilmiyoruz fakat Davut ve Süleyman (as) karşısında insanların itaat edip boyun eğmeleri gerçekten çok manidar. O halde yapmamız gereken şey Kur’an kıssalarının dilini doğru anlayıp ibret almamız gereken yerde ibret almalı örnek alacağımız yerde de örnek almalıyız. Örneğin Firavun’un gücünü kullanmasını örnek alırsak Firavunlaşmanın kapısını aralamış oluruz. Hz. Davut’u ve Süleyman’ı örnek alırsak gücü yerinde kullanmış olur ve Allah katında övgüye mazhar oluruz. Ama ne hikmetse insanlık olarak tarihin büyük bölümünde Süleymanlar, Davutlar değil Firavunların sünneti galebe çalmış. Dolayısıyla bizim konumuz güç’le beraber Firavunlaşan ama Firavunlaştığının farkında bile olmayan zihniyetle alakalıdır. Kur’an’ı sahnenin dışına attığınızda değer ölçüleriniz tamamen değişecek ve içerisine zulüm karışacaktır. Çünkü zalimlik tarihe has bir şey değil, tüm çağların salgın vebasıdır o. Bu virüs çağlar boyu varlığını koruyarak tarihin her döneminde insanlara bulaşmıştır.
Müminler olarak, Kur’an’ın bize anlattığı ne kadar kıssa varsa bunları günlük hayatımızda ve zihnimizde diri tutmak zorundayız. Dikkat edersek Kur’an’ın büyük bölümü kıssalardan ibaret. Kıssaları doğru okuduğumuzda hayata doğru yön vereceğimize inanıyorum. Eğer Kâbilleri, Firavunları Karunları, Nemrutları, Ebu Cehilleri zihniyet olarak değil de birer şahsiyet olarak düşünürsek gerçekten aldanmış oluruz.
Aslına bakarsak insanlığın sorunu tüm zamanlarda güç kavgası olmuş desek abartmış olmayız. İnsanın tarihe not düştüğü daha ilk andan itibaren Hz. Âdem’in çocukları arasında başlayan ve cinayetle sonuçlanan kavga da bir güç kavgası değil mi? Bu güç kavgasının temelinde yatan ilk gösterge dünyaya olan aşırı tutku diyebiliriz. Bir sonraki adım ise konumuz olan güç ve bu gücün paylaşımı nasıl olacağı? Allah tarafından yeryüzünde var edilen tüm nimetleri insanlar adil bir şekilde paylaşabilecek mi? İnsanların yeryüzü serüveni sona erinceye kadar kim nasıl yönetecek? Hâkimiyet kimin elinde olacak? Kulluk ve kölelik Allah’a değil de zalimlere mi yapılacak? İnsanlar kimin önünde eğilecek? Gerçekten tarih bu sorduğumuz soruların kavgalarından ibaret. Sürekli güç kavgası ve mazlumların üzerinde oynanan çıkar kavgaları ve hiç tükenmeyen acı ve zulüm. Mazlumların daha bu dünyada iken zulmün önderleri ve işletmecileri tarafından cehennemi yaşamaları sanki bir kadermiş gibi onlara sunulması da işin bir başka acı tarafı. Mazlumlara her türlü cefayı reva gören müstekbirler, kendilerinin tüm dünya nimetlerini hak ettiklerini ve hatta öldüklerinde de bunun yok olmayacağını ve Rableri tarafından ödüllendirileceklerini söylüyorlar. Bunun en güzel örneğini Rabbimiz bize Kehf suresinde iki arkadaş arasında geçen kıssayı (18/33-38) anlatmakla veriyor.
Firavun’un insanlara Rablik taslaması (79/24) da elinde bulundurduğu iktidar ve servet gücünden başkası değildi. Kur’an’ın ifadelerinden açıkça anladığımıza göre Firavun’un oluşturduğu despotik yönetim biçimi insanlara nefes aldırmıyor onlara yaşam alanı bırakmıyordu. Yeryüzü İsrailoğullarına dar edilmişti. İlahi bir müdahale olarak Musa’nın (as) dışında tüm erkek çocukları öldürülmek üzere toplanmış ama Musa saray yönetiminin ellerine teslim edilmişti. (Kasas/1-13) (Ki, O da daha sonra sevki ilahi ile doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalmıştır). Elit tabakaya itiraz eden kim varsa Firavun onu çok acımasız şekilde cezalandırıyor ve kavmini aşağılıyordu. Onların erkeklerini katledip kızlarını sağ bırakıyordu ki, işlediği veya işleyeceği zulme herhangi bir başkaldırı olmasın.
Firavunluk sonuçta bir temsiliyet makamıdır ve sembolik anlamda İslam’la yaşıttır. Tarihin her döneminde bu müessese işlevini sürdürmektedir. İsim değişikliği bizi aldatmamalı. O gün Firavun olur Nemrut olur bugün de devlet başkanı, başbakan veya kral olabilir. Emperyalistlerin ürettiği laiklik, sosyalizm, kemalizm, demokrasi gibi ideolojiler ise dünyayı yöneten güçler tarafından sürekli rektefe edilerek kullanıma sunulur. Zulümden başka bir şey üretmeyen bu akımlar karşımıza çeşitli isimlerle çıkabilir. Bazen insan görünümlü bazen de ideolojik bir kılıfla baskı ve zulmünü sürdürebilir. Sonuçta kuklayı oynatanlar Firavun ve yandaşlarının varisleridir. Bugün çağdaş yönetimler, devletler, gücü ellerine geçirmiş ve İslam beldelerinin iktidarlarını ellerinde tutan, isimleri Ahmet, Mehmet, Hasan ve Hüseyin olan iktidar sahipleri ve özelliklede İslam’dan dem vuranlara sormak lazım? İslam’ı din olarak kabul ediyorsunuz da neden Kur’an’ı hayatın tümüne yaymak istemiyorsunuz? Neden Allah’ın bize bahşettiği fıtrat dinini yok sayarak batıl ideolojilerin peşinden koşuyorsunuz?
İnsanın otorite sahibi olmasıyla imtihanının da daha ağırlaşacağını herkes bilir. İşin en ilginç tarafı kime sorsan alacağın cevap müspet yönde olacaktır. Yani görevini en iyi şekilde yerine getireceğine sizi inandırabilir. Bugün maalesef Kur’an’ı ahlak edinmeden, Rasülün örnekliğini içselleştirmeden ve derinlemesine bir tefekkür/tedebbür etmeden makam sahibi olmak arzusu büyük çoğunlukta mevcut. Ama şunu asla unutmayalım ki, Yusuf suresinde uzun uzun anlatılan ve büyük ibretlerle dolu olan bir imtihan başımıza gelmeden sözlerimiz havada kalacaktır. İnsanın en büyük sınavlarından birisi dünyalık meta ise ikincisi kuşkusuz şehvettir. Azizin karısı Yusuf’tan murat almak istediğinde Yusuf’un gösterdiği irade bir beşer olarak imtihanın ve iffetin zirvesidir. ‘Ben beni çağırdığın şeyden Allah’a sığınırım’ diyerek zindana atılmayı tercih eden Yusuf (as) tüm insanlığa güzel bir örnek olmuştur. Bugün fuhşiyat etrafımızı sarmasına rağmen ben de Yusuf gibi başarılı olurum böyle bir cürmü asla işlemem gibi iddiaların Allah katında hiçbir değeri yoktur. Çünkü bir imtihanla karşılaşıp sonucunu görmeden hiçbir beşer ben bu tür kötülüklerden beriyim diyemez. Evet! Yusuf bunu başarmıştır, ona selam olsun. Neden böyle diyoruz, çünkü o Allah’a teslim olmuş O’da ona yardım etmiştir. İnsan eline geçirdiği fırsatları değerlendirirken kendi kişiliğini, kimliğini, imanını ve takvasını da ortaya koymuş oluyor. Yani siz gücü, makamı veya şehvet ortamının fırsatını elinize geçirmeden çok rahat konuşur ve herkese adalet, merhamet ve dürüstlük dağıtırsınız. Her türlü fahşadan, tuğyandan, sapkınlıktan uzak olduğunuzu iddia edersiniz. Ama Allah sizin kayıtlardaki durumunuzu görüyor ve biliyor ve bir sonraki eyleminizin ne olacağını da biliyor.
Bakıyoruz Müslümanların en çok beğendiği ama üretmekten çok tükettiği ve İslam ümmetinin gururu diyebileceğimiz Hz. Ömer’i istisnasız her mümin ve her güç sahibi beğenir. Fakat ne hikmetse yeni Ömer’ler çıkmaz/çıkarılamaz. Çünkü Ömer sadece dilde söylenir. Onun adil oluşu insanları cidden ilgilendirseydi bugün yeryüzünü zulüm kaplamayacaktı. Sadece dille söylenen ve gırtlaktan aşağı inmeyen sözlerin Allah katında ne değeri olabilir ki? Dikkat edersek modern devletin/devletlerin tüm kurumlarında işinizi yürütmek için hatır gözetilir, yani günümüz tabiriyle orada bir dayınız olması gerekiyor. O zaman ben de diyorum ki hiç kusura bakmayalım Ömer’i sevmenin ve Müslüman’ım demenin karşılığı bu olamaz. Bu olsa olsa ikiyüzlülük ve gücü kötüye kullanmak olur. En küçük bir makamdan tutun devletin en üst makamına kadar elinde güç olanların hepsi kendilerine verilen gücü İslam’ın sınırlarını aşarak Allah’ın istemediği şekilde kullanıyorlar. Sözüm ona hatırı sayılır bir kütük (adam) bir kuruma vardığında herkes el pençe divan duruyor, olmayacak işi bir şekilde oluyor, ama garip, mustazaf bir Allah’ın kulu vardığında olmaması gereken işini bırakın olması gereken işi dahi olmuyor hatta yüzüne bakılmıyor, azarlanıyor horlanıyor. Bu mu Allah’ı sevmek? Bu mu Peygamber’i veya adil şahsiyetleri örnek almak? (Haklarını yemeyelim istisnalar mutlaka vardır). Ama bakıyorsunuz ikili üçlü konuşmalarda istisnasız herkes kendisinin iyi bir müslüman olduğunu ve görevini en iyi şekilde yaptığını söyleyebiliyor.
Varmak istediğim yer o ki müslüman olduğunu iddia eden insanların gücü ellerine geçirince bir şekilde firavunlaşma temayülü göstermesi ve adeta bir güç zehirlenmesi yaşaması. Kur’an’dan örnekler verip Firavun’u kötülemek Karun’a veya Nemrut’a söz söylemek onları küfretmek kolay, çünkü Allah bunları zaten Kitabı Keriminde aşağılamış, kimliklerini deşifre etmiş, onlar gibi olunmamasını da biz müminlere öğütlemiş. Basireti ve imanı olan her mümin buna zaten şahitlik ediyor. Bugün Müslümanların yaşadıkları tüm coğrafyalarda İslam ümmetinin yönetim kadrolarında bulunan ve gücü ellerinde tutan iktidar sahiplerine sormak lazım siz kime özeniyorsunuz? Eğer adil olamayacaksak Hz. Ömer gibi şahsiyetleri kendimize paravan yapmayalım. Nasılsak öyle olalım.
Selam ve dua ile
Tarih boyunca “firavunların sünneti” olagelmiştir. Biz Müslümanlar ise Allah Rasülü’nün Kur’an üzerinde gidegele oluşturduğu sünneti örnek alayırozdur inşaallah. Kaleminize sağlık değerli Müslüman
Müslümanların kimleri ne için örnek alıp, kimden ne ibretler çıkartacağını şaşırdığı/karıştırdığı ve müşrik/kafirlerin de bunun üstünü örttüğü bir ortamda önemli hatırlatmalarınız var. Allah razı olsun.
“Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka tuğyan (azgınlık) eder.” (96/6-7) İşte Firavunlaşma Rabbimizin belirttiği gibi kendini müstağni ve yeterli görmesi yaratana ihtiyaç duymamasıyla başlar ve sınır tanımaz. Öyle azar ki sermaye ve iktidarı ele geçirdiği oranda yeryüzünde ilahlık ve Rablık taslar. Önemli bir konuyu gündemleştirmiş olduğunuz için teşekkür ediyorum. Allah razı olsun.