Bilgi ve Güven
Ulrıch Eberl, yapay zekâyı incelediği kitabında dünyanın adeta veriye boğulduğu bir dönemi yaşadığını anlatırken dikkat çeken istatistikler aktarır. Bilim adamlarının yaptığı tahminlere göre, insanoğlu 2 bin yıl içinde toplam 2 eksabayt (2 milyar gigabyte) bilgi üretmiş. Günümüzde bu veri tek bir günde üretiliyormuş. Uluslararası Data Merkezi’nin verdiği bilgilere göre 2015 yılında dijital evrenin kapsamı 8,6 zettabayta çıkmış; yani 8 bin 600 eksabayta! Bugün için bu rakamın 44 zettabayta çıkması tahmin ediliyormuş. 2000-2015 arasındaki 15 yılda, insanlığın başlangıcından bugüne kadar üretilen bilgiden 4 bin kat daha fazla bilgi üretilmiş.
Bugün hâlâ bilgi teknolojilerine yatırım yapan şirketler daha çok veriyi, daha hızlı bir şekilde toplamak ve yaymak için birbiriyle yarış halinde. Nesnelerin de internete bağlanmasıyla (Internet of Everything: Nesnelerin interneti) ortaya çıkacak durumu “bilgi patlaması”, “enformasyon bombardımanı” gibi tabirlerle tanımlamak da mümkün olmayacak. Bilginin/verinin adeta sel olup aktığı, çığ olup yuvarlandığı bu dönemde basit bir soru hâlâ cevapsız olarak orta yerde duruyor: Bu bilgi insanlığa nasıl bir katkı sağlıyor? Hangi derdimize deva oluyor?
Dijital teknolojinin kendini takdim ederken dayandığı “daha çok veri, daha çok bilgi” argümanını hikmetli bir şekilde kritik eden Neil Postman şöyle der: “Bilgisayar teknolojileri hakkındaki bir konferansa katılırsanız, daha uygun şartlarda ve daha hızlı bir biçimde daha fazla bilgi üreten, depolayan ve dağıtan bir makinenin kutlama törenine katılmış olacaksınız… Kendinize şunu sormalısınız: Ortadoğu’daki, G.Afrika’daki ya da Kuzey İrlanda’daki problem nedir? Milyonların açlık sınırında yaşaması, yiyecek yetiştirme hakkındaki bilgi eksikliğinden mi kaynaklanıyor? Suç oranının hızla yükselmesinin ve şehirlerimizin maddeten bozulmasının sebebi bilgi eksikliği mi? Yüksek boşanma oranlarının ve akıl hastanelerinin dolup taşmasının sorumluluğu bilgi eksikliği mi?”
Gerçekten de kulaklarda çınlayıp durması gereken soru budur: “Sorunumuz bilgi eksikliği mi?”
Birkaç yıl önce Jean Twenge ve arkadaşlarının ABD’de yaptığı bir çalışma önemli sonuçlar ortaya koymuştu. Bu araştırmada 2005’ten 2017’ye kadar 12-17 yaş, 2008’den 2017’ye kadar 17-25 yaş arası kişilerden 400 bin kişinin verileri incelenmiş. Veriler, Ulusal Uyuşturucu Kullanımı ve Sağlık Araştırması’ndan elde edilmiş. Yapılan incelemeye göre 12-17 yaş arasında son 12 ayda majör depresyon semptomları 2005’ten 2017’ye % 52 artmış. 17-25 yaş arasında ise artış oranı % 63. 2008-2017 arasında 17-25 yaş grubunda ciddi psikolojik sorun yaşayanların oranında ise % 71’lik bir artış olmuş. Yine yetişkinlerde intihar düşüncesi ve intiharla ilişkili sonuçlar % 47’lik artmış. Buna benzer pek çok araştırma bulmanız mümkündür. 1950’lerden itibaren neredeyse bütün psikolojik sorunlarda ciddi artış oranları kaydedilmektedir.
Diğer taraftan bu süre içinde modern psikoloji bilimi muazzam oranlarda bilgi üretmiştir. Bugün modern psikolojide sağlık psikolojisinden askeri psikolojiye; trafik psikolojisinden adli psikolojiye kadar, Amerikan Psikologlar Birliği’nin (APA) tanımlamış olduğu 56 alt alan bulunmaktadır. Her bir alt alanın dergilerinde, enstitülerinde o alanda çalışan uzmanlar tarafından her ay binlerce makale yayınlanmakta ve bu makaleler veri tabanlarına kaydedilip uzmanların kullanımına sunulmaktadır. Üretilen bunca bilgiden sonra, insan oğlunun en temel psikolojik problemleri artış göstermeye devam ediyor. Dahası kimse de “Bunca araştırmaya, bilgiye, veriye rağmen niçin bu sorunlar artmaya devam ediyor?” sorusunu sormuyor.
Peki neden bu soru sorulmuyor? Niçin bu uzmanlar birkaç dakikalığına durup, kendi yaptığı işi sorgulamıyor? Bunun en temel sebebi, uzmanların da içinde bulunduğu epistemolojik düzenin bu soruyu sormasına izin vermemesidir. Akademisyenlerin içine hapsolduğu bu epistemolojik düzen “skor” merkezli bir düzendir. Bilgi günümüzde bir rekabet konusu; yükselmenin, büyümenin, kazanmanın, kontrol etmenin, güçlü olmanın bir aracıdır.
Modern bilimin kurucusu kabul edilen Sir Francis Bacon, bu epistemolojik düzenin kurucu ilkesini yaklaşık 400 yıl önce “bilgi güçtür” diyerek ifade etmişti: “Bilgi güçtür!” İki kelimeden oluşan bu mottoyu defalarca duymuşuzdur.
Bilgiye ihtiyacımız var! Neden? Güçlü olmak için. Doğruya, hakikate, adalete, huzura, mutluluğa ulaşmak için değil, güçlü olmak için bilgiye ihtiyacı olduğuna inandırıldı insanoğlu.
O yüzden bilginin devasa boyutlarda üretilmesiyle insanın, hayvanın ve tabiatın tahribatı arasında doğrusal bir ilişki olması şaşırtıcı değildir; modern bilimin sembol ismi Einstein’in ABD Başkanı Roosevelt’e “atom bombası mektubunu” yazması, bomba atıldıktan sonra da atom bombasını savunması; zamanın fizikçilerinin ABD’ye gidip dünyayı sürekli tehdit edecek “Manhattan Projesi”nde çalışmaları şaşırtıcı değildir.
Nitekim Ralph Keyes’in Hakikat Sonrası kitabında da ifade ettiği gibi, artık doğrunun, gerçeğin, hakikatin bir önemi kalmamıştır. Her şey güç, kontrol ve işgal için mübahtır. Bilginin doğru olup olmaması değil, “işe yarayıp yaramaması” önemlidir. Trol çağında yaşıyoruz artık. İlmin-irfanın, hikmetin bir önemi yok; dinlemek yok, anlamak yok, araştırmak yok. Bakılan tek şey şu: Bu bilgi benim işime yarıyor mu? Yaramıyorsa at gitsin, vur gitsin, salla gitsin; doğruymuş değilmiş kimin umurunda ki! Bilgi artık kutsal bir şey değildir; kullanılıp atılacak, işe yarar hâle gelmesi için verniklenecek, tesviye edilip makyajlanacak bir aldatma aracıdır.
Düşünebiliyor musunuz, 1 günde neredeyse insanlık tarihi boyunca üretilen bilgiyi üretiyoruz ama kime güveneceğimizi bilmiyoruz. Bilgi ve ahlak arasındaki İlahi bağ kopartılmış durumda çünkü. Bilimin, bilim adamlarının nesnelliğinden, objektifliğinden bahsedenlerin kendilerinin bile buna inandığını zannetmiyorum. Herkes şunu sormalı kendine: “Gerçekten ihtiyacımız olan bilgiyi mi üretiyoruz yoksa ‘kapitalist-politik’ çıkar çevrelerinin ihtiyacı olan bilgiyi mi?” İnsanın ve tabiatın uğradığı yıkıma baktığımızda bunun cevabı açık değil mi?
*
Bu düzen böyle devam edemez, etmemelidir. Bizim daha çok bilgiye, daha hızlı veri üretip daha hızlı yaymaya ihtiyacımız yok. Bizim dürüstlüğe, eminliğe; doğruyla yanlışı tefrik edecek İlahi bir rehbere ihtiyacımız var.
Milli Gazete / Mücahit Gültekin