Modern çağ, Rönesans’tan bu yana insanların fıtratlarına yabancılaşması için birçok aracı kullanmış ve birçok aracı da üretmiştir. Sermayenin kendine daha fazla büyüyebilmek için yeni yollar bulabilmesi insanı düşünme melekesinden alıkoyarak sürü haline getirmesi ile mümkün olagelmiştir. Rönesans ve sonrasında Avrupa düşüncesini inşa eden filozoflar çağına baktığımızda fotoğraf karesinde düşünmenin erdemlerini görürüz. Spinozalar, Feuerbahlar, Voltairler, Kantlar, Heideggerler, Rouessaular vs. hepsi Avrupa düşünce tarihinin altın dönemlerini bize gösterirler. Elbette bu filozoflardan sadır olan kıymetli düşünceler olmuştur. Modern çağın bütün filozofları sermaye sahipleri tarafından korunmuş ve yeni Avrupa düşüncesinin inşasında önemli bir yer edinmişlerdir. Temel düşünceleri, insanın evrenin merkezine yerleştirilmesi olmuştur.
Dini anlayışlarda yaratan ve kural koyan bir Allah vardır. Doğal olarak insanın yaşamında kurallar koyan ve ona nasıl yaşaması gerektiğini de öğreten Allah’ın kendisidir. İnsan dini inanış içinde kendi keyfine göre yaşayan bir varlık olmayıp yaşamını çevreleyen bir inanç bütünü vardır. İnsanın yaşamında helal ve haram, doğru ve yanlış, farz olanla keyfi olan her şey Allah’ın iradesine bağlanmıştır. Dolayısıyla insan “özgür” olmayıp iradesi külli iradenin emrine amade bir “kul”dur. Modern çağ, insanı külli iradenin emrinden alıp kendi iradesine teslim etmenin mücadelesini vermiştir. Kendi ifadeleriyle ifadelendirecek olursak insanı “özgür”lüğe mahkum etmişlerdir.
İnsanın özgürlüğe mahkum edilmesi demek aslında insanın, insanın kurdu olmasına sebep olmak demektir. Zira her insan kendi iradesini külli irade yerine koyacak olursa kendi hazlarının elinde tutsak olmak zorunda kalacaktır. Kendini bir zindana hapseden insanın kendini aydınlığa çıkaracak yolları kendi elleriyle yok etmesinden sonra karanlıklar içinde bir yol arayışı kuşkusuz onu yepyeni tutsaklıklara gebe bırakmıştır. Ama insan bu “özgür”lüğe mahkum olmayı yeni bir kölelik olarak algılamayıp aksine varlığın özüne ulaşmak gibi algılamaktadır. Belki de olayın büyüsü tam buradadır; zindanın içindeyken kendini uçsuz bucaksız mavi ve yeşilin tonları içinde görmek, gerçek ötesi bir zamanı yaşamak tarif edilmez bir duygudur.
Gerçeğin ötesine geçen insan hakikatle bağını kaybetmiştir. Düşünde bir gerçeklik görünce ilkilerek uyanmış bir insan gibi artık sürekli düşler aleminde yaşamaktadır. Yaşadığı her şeyi kendi iradesiyle yaşasa da iradeye hükmeden güç değişmiştir. Dini anlayış içinde iradeye hükmeden Allah iken şimdi iradenin yönünü, hızını, çerçevesini kendi hazları belirlemektedir. Ama ona hazların ne olduğunu, neyden haz alıp neyden azap duyacağını belirleyen kimseler ise sermaye sahipleri olmuştur. Çünkü sermaye sahipleri kendi zenginliklerini artırabilmenin yolunu “özgür”lüğe mahkum edilmiş kitlelerin varlığında bulmaktadır.
Sermaye sahiplerinin rahipleri ya da din adamları olarak iş gören sosyal bilimciler, insan mühendisleri sürekli insanı evrenin merkezinde bir tanrı olarak ballandıra ballandıra anlatmaları insanın hakikatle bağını kopardığı gibi eskiye karşı sürekli bir tiksinti duymalarını sağlamıştır. Eski olan, geride kalan her şey kötü iken ileride olan herşey ise iyidir. Tarih anlayışları bile ilerlemecidir, döngüsel olması imkansızdır. Artık herşey ilerlemecilik tanrısına kurban edilmiştir. İnsan Ortaçağ’dan çıkmış sırasıyla birçok çağlara girmiştir. Girmiş olduğu her yeni çağ ise bir öncekine göre daha ileride ve daha özgürlükçü ve daha coşkulu bir çağ kabul edilmiştir. Oysa her yeni çağ mutlu azınlıkla, mutsuz çoğunluğun arasındaki makasın giderek arttığı zamanlara ermektedir.
Sermaye sahipleri kendi egemenliklerini daim etmek için birçok sihirli araçlar icat etmişlerdir. İcat ettikleri her araç kitleleri büyülemiş ve her yeni araç yeni bir yaşam biçimini beraberinde getirmiştir. Her yeni yaşam biçimine ayak uydurulduğunda artık telafisi imkansız, geri dönüşü mümkün olmayan ilginç zamanlara erişilmiştir. Bu öylesine ilginç zamanlardır ki insan insanın dayanağı olmaktan çıkıp, insan; insanın taşınması güç olan gereksiz bir yükü olarak algılanmıştır. Herkesin herkesten kaçtığı ve herkesin herkese karşı güvensiz durduğu yeni alışılmadık bir yaşam peydah olmuştur.
Sermaye sahiplerinin istediği en önemli şey, insanın kendine yetemediği ve illa bir kurtarıcıya muhtaç olduğunu kabul etmesidir. Tek şartla ki: bu kurtarıcı yine kendilerinin tarif ettiği, sınırlarını çizdiği ve onlara tek kurtuluş reçetesinin kendilerinde olduğu yalanına inansınlar. İşte üretilen tüm araçlar, verilen coşkunluklar, hazlar tüm bu amacın oluşabilmesi içindir. Mezbahaya giden sürünün kendilerini hangi kasabın keseceğine karar verme “özgür”lüğüne mahkum olanlar kendilerini uçsuz bucaksız ormanlarda yeşilin her tonunu gördüğünü iddia ederek gerçek ötesini yaşamaya devam etmektedirler. Falanca düşünce, falanca parti, falanca ideoloji derken hakikatle bağını koparmış insan giderek yepyeni umutsuzluklara gark olmaktadır. Sermaye sahipleri umutsuzlukları bile kazanca çevirmede mahirdir.
İnsan, hayata ya korkuyla ya da umutla bağlanır. Korkunun ve ümidin kaynağı insana nasıl davranması gerektiğini öğretir. Sermaye sahipleri korkunun ve ümidin yegane adresi olarak kendilerini gösterirler. İnsanı yaşatan ve öldüren yeni Rabler onlardır artık. Her ne kadar güneşi batıdan doğdurup, doğudan batıramasalar da kendilerini öyle görmektedirler. Kitlelerin içinden bir İbrahim sesini yükseltip korkulmaya ve ümid edimeye en layık olanın Allah olduğunu haykırmadığı sürece bu hikaye böyle devam edecektir.
Sermaye sahipleri ellerindeki mevcut tüm araçları İbrahimlerin sesini kısmak için, onları gürültüyle boğmak için kullanacaklardır. Kah sürgün, kah ölüm, kah itibarsızlaştırma, kah deli yerine koyma gibi nice araçlar kullanılacaktır. Kitleler ise ilerde daha güzel, daha konforlu yaşamanın ilenciyle İbrahimlerin sesine kulak vermeyeceklerdir. İbrahimleri umutsuzlukla boğmaya çalışan sermaye sahipleri onları nesli tükenmekte olan antika bir eşya gibi resmedecektir. Eski bir sandığı karıştırırken elinize çarpan tarihi bir değerden ibaret olmasını sağlamak isteyecektir. Ne sandıktan atmaya ne de çıkarıp gözönüne almaya cesaret edemeyen bir ikilemde bıarakarak kitlelerin içinde safdışı etmeye gayret edecektir.
İbrahimler bilirler ki tarih hep bu sermaye sahipleri, onların çanağına su taşıyan yandaşları ile ilahi nizama gönül verenler arasında bir çatışma sahnesidir. Dinin dine karşı bilendiği bir savaş meydanıdır. Sermaye sahipleri tarih boyunca kendilerinin ilah olduğu iddiasında gerek alenen gerek üstü örtülü biçimde bulunmuşlardır ve bulunmaya da devam edeceklerdir. Allah’a gönül verenlere ve Allah’ın dininin tüm dinlere üstün gelmesi için cehd edenlere sizin döneminiz bitti artık post-truth çağındayız, metaverse zamanlarını yaşamaktayız diyerek Hak’kın üstünlüğünün artık imkansız olduğunu ilan etmektedirler. İbrahimlerin fazlaca romantik, idealist olduklarını söylemektedirler ve gerçekleşmesi imkansız olan şeyleri istediklerini… kitleleri post truth pençesinden kurtarıp hakikate ulaştıracak bir role asla eremeyeceklerini iddia etmektedirler.
İbrahimler bilirler ki evet mümkündür, mümkün olmak zorundadır ve mümkün olacağına oaln inanç her daim diri olmalıdır. Zira Allah’tan umudunu ancak kafirler keser. Allah için sefere çıkanların Allah yollarını genişletecektir. Sermaye sahiplerinin en korktuğu şey ise insanın bilincinin hakikati keşfetmesi ve hakikatin safında kendine karşı savaş açmasıdır. İbrahimlerin ise tek korkusu bilincini Allah’ın dışında başka güçlerin emrine vererek hakikatten kopma korkusudur. Öyleyse korkulmaya en layık olanla kimin safında güvende olmaya emin olmak insan için belirginleşmektedir.
Allah razı olsun Bünyamin hocam,yüreğine,kalemine bereket.
İnşaallah İbrahimlerden oluruz.
Gerçeği görüp ona iman edenlere selâm olsun kardeşim
Şeytanlaşan İblis, Adem’i (as) nasıl yalanla cennetten çıkardı ise günümüzün insan şeytanları da post-truth ve metaverse gibi yalan (sanal) kuramlarla hakikat algısına sahip iman eden müminleri saptırma peşinde veya genel anlamda dünya insanına hakikate giden yolada engel olmakta. Bize düşen bu yaldızlı büyüleyici kuramların birer yalan olduğu bilincine sahip olup İslam hakikatine dört elle sarılmak olacaktır. Güzel yazından dolayı Allah razı olsun Bünyamin. Selametle.
İbrahim’in (as) tevhit geleneğini, Batı modernizmi karşısında her daim diri tutmalıyız sevgili dostum. Tabi bunu başarabilmemiz için bizim ahlaki duruşumuz, ümmet anlayışımız ve İslam’a bakışımız gerçekten net olmalı olmalı. Bizim kaygılarımız ve çabalarımız samimi olduktan sonra Allah bizim içimizden nice İbrahimler çıkaracaktır inşallah. Allah razı olsun ve devamı gelsin temennisiyle…
Bünyamin abi, şu iki cümle yazının özeti gibi…
“…insan “özgür” olmayıp iradesi külli iradenin emrine amade bir “kul”dur. Modern çağ, insanı külli iradenin emrinden alıp kendi iradesine teslim etmenin mücadelesini vermiştir”
“İbrahimler bilirler ki tarih hep bu sermaye sahipleri, onların çanağına su taşıyan yandaşları ile ilahi nizama gönül verenler arasında bir çatışma sahnesidir.”
Ümitlerinin giderek azaldığı bir noktada İnsanın(Kur’an aracılığı ile) Rabbi ile konuşması olmasa, gerçekten devam etmek çok zor olurdu. Elhamdülillah ortada sapasağlam duran bir vahy var da, iyi kötü ayakta kalabiliyoruz.
Allah, kalemine güç versin.
Öncelikle yorumlarınızla yazıyı güzelleştirdiğiniz için Vedat abiye, Alaaddin hocama, Ahmet Altınok, Ahmet Durmuş abiye ve Ali kardeşime içtenlikle teşekkür ediyorum. Modern çağ bizim teslim olmamızı bekliyor. Eğer müslümanlarda teslim olursa tarihin sonunu ilan edip zaferlerini kutlayacaklar. Lakin biz nebilerden pes etmeyi değil cehd etmeyi öğrendik. Kıyamete kadar sürecek kavgada Hak’ın yanında olmaktan ne çekindik, ne imtina ettik. Rabbim ayaklarımızı İslam dini üzere sabit kılsın.