Bu yazıya ‘Filistin’e özgürlük!’ diye başlamayacağız. Zira bu slogan asla İslami bir zihnin ürünü değildir. Hatta bu ifade davanın namusuna halel getirmek için kullanılmaya daha müsaittir. Ne zaman ki Batılı kavramları kullanmaya, onlarla konuşmaya başladık o gündür zilletin içerisindeyiz.
‘Ortada zulüm var kavram ne alaka?’ denebilir. Başka kavramları da ortaya dökelim bakalım sadra şifa olacak neler göreceğiz: DEMOKRASİ desek mesela, demokratik yollarla, Filistin’e barış ancak MÜZAKERElerle gelir desek. DİPLOMASİ ile çözülmeli, MASADA anlaşmalı, KONSORSİYUM kurulmalı mı desek. PARLAMENTO da temsil hakkı verip, YASALAR mı çıkarılsa? ÇİFT DEVLETli çözüm mü daha iyi FEDERAL yapı mı? İSRAİL devleti tanınmalı mı, TERÖR DEVLETİ mi denmeli, İsraille İSTİKŞAFİ görüşmeler yapıp NORMALLEŞME mi aranmalı? Ağız dolusu KINAMA mesajları yayınlayıp, BÜYÜKELÇİMİZİ GERİ Mİ ÇAĞIRSAK?.. bu ve benzeri şeyleri senelerdir yapıyoruz ama bir arpa boyu yol alamıyoruz. Neden? Çünkü bu yolların tamamı İslami mücadelenin şiarlarına ters olduğundandır.
Müslümanların yaşadığı ülkelere bakar mısınız? Ümmetten ulusa nasıl da evrildiler. Bu, küfrün kavramlarıyla idare olunmaktan kaynaklanmadı mı? Müslüman idareciler eliyle tepeden tırnağa batılı boyalara daldırılan kimliklerini hala muhafaza edebiliyorlar mı? Elleri mahkum yaptıkları anlaşmalar, NATO ve AB üyelikleri, kurdukları mütefiklikler hükümetleri benzer zulümlerin de ortağı kılmıyor mu?
Hangi yaşam şekli daha şerefli? Safları belli, kafir ve müslümanın net olarak karşı karşıya geldiği ne kadar mücadele kaldı ki dünyada? Filistin’de senelerdir bu yaşanıyor. Hergün ve her zaman dipdiri. Olmadığı gün belki de işlerin rast gitmediği gündür. Ramazan ya da bayram dinlemeden kafir İsrail yapacağını yapıyor, mücahit Filistinli de karşılığını veriyor.
Şimdi bizler kalkıp buralardan selam yolladığımız o kutlu beldeye bizim gibi olmasını mı temenni edeceğiz? ‘Kafirlerle masaya oturun bu iş bitsin’ demek ne kadar alçaltıcıdır. Zillet asıl bu değil midir? Acınası haldeki biz miyiz yoksa onlar mıdır? Bizler bu teklifi yaparsak biz de hayır yoktur, onlar bu gibi tekliflere tevessül ederse onlarda hayır kalmayacaktır.
‘Ne yani göz göre göre ölüme mi gitsinler?’ denebilir. Böyle söyleyene Nebilerin hayatı misal olarak yeterlidir. Gerçi bunlar kıssalarını okusalar bile, Rasullerin halklarını ölüme sürüklediklerini düşünürler. Hayatı, imanı, cihadı bilmeyen bakış ne kadar da acınasıdır.
Acınası, aciz halimize tuz biber eken bir alıntıyla bitirelim. Şeyh Ahmet Yasin’in ümmeti Allah’a şikayet eden mektubundan bir bölüm;
“Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!”
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız! Bizden teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız!