Mümin insan ferasetini kaybeder mi diye bir soruyla başlamak anlatmak istediğimiz şeyleri dile getirir mi bilinmez ama bilinen bir şey vardır ki her mümin feraset sahibi olamayabilir. Müminler ümmet olma bilinci içinde hareket edeceklerinden dolayı ferasetli olanlar olmayanları sürekli doğru zeminde tutarak yolun sıhhatini korumaya çalışırlar. Tabii müminler ümmet olma bilinci dışında bir eylemliliğe sahipse o zaman her birey kendi ferasetine güvenerek yol alır. O zaman birinin bir diğerine öğüt verme çabası olumsuzlukla hatta yanlış anlaşılmayla sonuçlanabilir. Bugün geldiğimiz nokta sanırım böylesi bir durumu özetliyor gibi. Birbirimize meramımızı anlatabilmek için acaba hangi yolu denemeliyiz?
Her geçen gün düşüncelerin evrim geçirdiğine şahit oluyoruz. Dün reddedilen birçok şey bugün aa yanlış yapmışız dercesine kabul görüyor ya da dün kabul ettiğimiz şeyler bugün reddedilebiliyor. Düşünce sürekli tekamül halinde olduğundan böylesi şeyleri normal karşılayacak olsak bile itikadi olarak gördüğümüz meselelerde bu kadar hızlı ve çabuk değişimler bizi endişelendiriyor. Ben bu süreç içerisinde olaylara ya da düşüncelere resmin büyütülerek bakılmasından yanayım. Geçmişte radikal İslami camialar mevcut düzeni küfür olarak adlandırıp İslami bir otoritenin düzene hakim olmasını isterdi. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafir olarak kabul edilirdi. Ve böylesi bir devlet içinde Cuma namazı kılınmazdı. Zaman ilerledi Müslümanlara zulmeden jakoben zihniyetler yerini liberal demokratlara bıraktıkça işler karışmaya başladı. Müslümanlar tek parti zihniyetinden bu yana sürekli hırpalanmaya alıştıklarından olacak değişen dünya konjonktüründe liberallerin kendilerine el uzatmalarına anlam veremediler. Daha doğrusu değişen zamanı vahyin penceresinden doğru okuyamadılar. Çünkü derinlemesine bir okumadan yoksun sadece isyan kültürüyle yoğrulmuşlardı. Karşılarındaki gücü idrak edemediler. Çünkü karşılarındaki güç Allah’a verdiği ahd gereği dosdoğru yolun üzerine oturup insanlara sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından yaklaşacaktı. Ve insanların çoğu şükredici olmaktan uzaklaşacaklardı. Öylede oldu. Mesele düzenin tağut olması meselesinden çıkarak iktidarın iyiliği ya da kötülüğü mesabesine dönüştü. Düzene karşı olanlar iktidara karşı olanlara dönüştü. Doğal olarak iktidarın yanında olabilmeyi de meşru hale getirdi. 13 şubat 1969’daki Kanlı Pazar’ın oluşmasına katkısı büyük olan M. Şevket Eygi’nin “biz ehveni şer’i seçtik. ABD ehveni şerdi” demesi gibi şimdinin İslamcıları da galiba ehveni şer olarak gördükleri iktidarın yanında olmayı tercih ettiler.
Kanlı Pazar hadisesine ilişkin Fadime Özkan M. Şevket Eygi’nin ABD’yi niçin destekleyip insanları solculara karşı cihada çağırdığını soruyor 11 Nisan 2006 yılında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan M. Şevket Eygi ile röportajında. “Amerika ehli kitap olduğu için mi ehveni şer” sorusuna bakın Eygi nasıl cevap veriyor: “Amerikan emperyalizmi yumurta üretimine mahsus bir tavukçuluktur. Tavukları besler, hastalandıklarında da tedavi eder ve yumurtalarını alırlar. Sovyet emperyalizmi ise tavuk eti üzerinedir. Tavuğun gırtlağını keser ve et üretirler. Eğer tavuksanız neyi seçeceksiniz? Tabii ki yaşamak için yumurtayı. Fadime Özkan diyor ki ama efendim biz tavuk değiliz! Eygi ise “tavuğa benziyoruz efendim. Bazı benzetmeler aslına uygundur…” diye cevap veriyor. Acaba şimdinin İslamcıları da Şevket Eygi gibi düşünüp iktidarla paralel yapıyı kıyaslayıp iktidarın tavukçuluğunu mu destekliyorlar? Vahiy odaklı düşünmek yerine sonuç odaklı düşünmenin verdiği stresle hareket edenler bilmelidir ki girdikleri yol çıkmaz sokaktır. İki şerden hangisini seçersek seçelim Allah razı olmayacaktır.
Sisteme eklemlenmeden kendi yapısını inşa etmek isteyenler iktidarı sistemden ayrı bir yapı olarak görmüyorlarsa vahyi okumanın çok uzağına düşmüşler demektir. Acilen Kur’an’ı okumaları, tefekkür etmeleri ve ayetleri üzerinde derinleşmeleri gerekmektedir. Çünkü Mısır Firavunu Ramses’i Firavunluk makamını temsil etmiyor olarak görmek Musa’nın mücadelesine saygısızlık, Kitabın öğretisine ters düşmektir. Mevcut iktidarın Müslümanlar için Duble yollar oluşturduğunu ama İbrahimlerin eksik olduğunu söyleyenler bilmelidirler ki müminlerin mücadeleleriyle açılmamış her yol mümini sıratı müstakiymden ayırır. Allah’ın kafir, münafık, müşrik, zalim, fasık olarak tanımladığı kimselerin ya da iktidarların açacağı yol ancak fısk yoludur. İnsanı haviyeden (içi ateş dolu olan cehennem çukuru) başka bir yere götürmez. Allah’ın nezdinde meşru olmayan iktidarların sağladığı ekonomik imkanlarla yol almaya çalışanlar elbette ki iktidarların şakşakçısı olmaktan başka bir konuma çıkamayacaklardır. Tarihte buna dair yüzlerce örnek vardır burada saymaya lüzum yoktur.
Müminin ferasetinin kaybolmaması vahyi sürekli okumasına ve hayatına vahyi taşıma gayretine bağlıdır. Ne zaman ki vahyi okumaktan ve anlamaya gayret etmekten uzaklaşırsak işte o vakit düşüncemizin şirazesi kayacaktır. Şimdi öyle bir noktaya gelindi ki sisteme karşı olanlara ilk karşı çıkanlar İslami camialar olmaktadır. Geçmişte bırakınız devletin içinde bürokrasi koltuğunda görev almayı bunu düşünmek bile iğreti gelirdi. Herhangi bir memuriyet yapmadan hayatı devam ettirebilmek için canhıraş mücadele edilirdi. Şimdi ise kadroları biz dolduralım telaşı hakim. İnsan geçmişiyle bu kadar mı çelişir? Şimdilerde eski solculuk oyunu oynayanların emperyalizmin ve kapitalizmin bel kemiği olarak nitelendirdikleri banka reklamlarında oynaması gibi çelişik bir duruma düşmektedir İslamcılar. Devlete hakim olalım derken devletin kendilerine hakim olduğunu bir türlü kabul etmemektedirler. Sisteme eklemlenmeden kendi gemilerini inşa etmeye çalışanlar bilmelidirler ki geminin kerestesi devletin, çivisi devletin projesi de devletindir. Yani ortada Müslümanlara ait bir gemi kalmamaktadır. O gemiyi inşa etmeye çalışan ve o gemiye binecek müminlerin bunu iyice ayırt etmesi gerekmektedir.
Son olarak derim ki gelin Kur’an’ı yeniden anlayarak ve hayatımıza hakim kılarak okuyalım. Kavramların içeriğini iyice görelim. Dünyayı kuşatan ideolojileri iyi tanıyalım. Bizi eleştirenleri zorumuza gitse bile dinleyelim ve acaba haklı mı diye tefekkür edelim. Zamanın diliyle değil, Kur’an’ın diliyle olayları değerlendirelim. Çünkü realist bir bakış bizi vahyin penceresinden uzaklaştırabilir. Yaşanan onca şeye rağmen umudu kaybetmeden ben olmazsam dünya bir uyarıcıdan mahrum kalacak düşüncesiyle sabırla mücadeleye devam etmeliyiz. Biz kendi kulluğumuzu yalnızca Allah’a özgülersek inşallah dünya için hala bir umudun olduğuna dair umudumuz var olur.
“Şimdi Rabbından sana indirilenin hakikaten hakk olduğunu bilir kimse âmâ olan gibi olur mu? Fakat onu ancak akıl ve vicdanı temiz olanlar idrâk eder. Onlar ki Allah’ın ahdine vefâ ederler ve misâki bozmazlar. Ve onlar ki Allah’ın riayet edilmesini emrettiği hukuka riâyet ederler, Rablarına saygı besler ve hesâbın kötülüğünden korkarlar” (13/19,20,21)“Selâm sizlere, sabrettiğiniz için bakın ne güzel: yurdun ukbası.” (13/24)