Kitap ODTÜ’de lisans eğitimini tamamlayan, birinci yüksek lisansını Belçika’daki Katolik Leuven Üniversitesi’nde “Avrupa Sekülerleşme Tarihi” üzerine yazdığı tez ile almış, ikinci yüksek lisansını Fransa’da “Türkiye’nin Sekülerizm Tarihi” üzerine yaptığı tez ile alan Volkan Ertit tarafından yazılmıştır.
Yazarın iddiası özellikle AKP iktidarı süresince sol kesimin iddia ettiği gibi Türkiye’de büyüyen bir muhafazakarlaşma olmadığı aksine insanların dinden uzaklaştığı yönündedir. Yazar sekülerleşme tanımını yaparken kendisini diğer sosyologlardan ayıran yanının sekülerleşmenin yalnızca İslam dininden uzaklaşmak olmadığını diğer pagan inanışlardan, hurafelerden de uzaklaşarak dinsel argümanların rasyonel akıl, bilim karşısında gücünü yitirdiği iddiasıdır. Yazar tezini savunurken öncelikle sekülerleşme paradigmasını kurarak işe başlıyor. Sekülerleşme yazara göre rönesans, refarmasyon, mutlak monarşilerin yükselişi, bilimsel devrim ve aydınlanma çağı süreci içinde gelişimini sürdürmüştür. Yazarın iddiasına göre; Endüstriyel kapitalizm varolduğu sürece, kentleşme devam ettiği sürece, bilimsel ilerleme olduğu sürece toplumlar kesinlikle sekülerleşecektir. Yazar sekülerleşmeyi dinsizleşmek olarak ele almamaktadır. Yazar sekülerleşmeyi dinsel argümanların sosyal hayattaki etkilerinin giderek azalması olarak tanımlamaktadır.
Sekülerleşme paradigması ne değildir sorusuna aşağıdaki cevapları vermektedir:
1- Sekülerleşme paradigması lokal değidir.
2- Sekülerleşme paradigması ilerici ya da sekülerist bir ideoloji değildir.
3- Sekülerleşme paradigmasının merkezinde ibadethanelere gitme sıklığı yoktur.
4- Sekülerleşme paradigması dinsiz bir topluma ulaşacağını iddia etmez.
5- Sekülerleşme paradigması toplumların aynı şekilde ve aynı hızda sekülerleşeceğini iddia etmez.
6- Sekülerleşme paradigması “sadece” tek tanrılı dinlerin toplumsal gücünün azalmasından bahsetmez.
Kitabın ikinci bölümü Türkiye’nin demografik dönüşümünden bahsederek sekülerleşme sürecine doğru nasıl yol alındığına dair bir temel oluşturmaktadır. Bu bölümde nüfustaki dönüşüm, eğitim seviyesindeki artışlar, kırdan kente göçün yoğunlaşması, iş gücünün tarımdan daha çok sanayiye kayması, ailede çalışan sayısının artışıyla bilikte gelir seviyesinin ve buna bağlı olarak refah seviyesinin artışı, evlilik yaşının ileriye doğru kayması, anne çocuk sağlığı gibi konuların tarımsal topluma göre daha farklı noktalara gittiğini anlatmakta ve böylece sekülerleşmenin bu süreçte giderek hızlandığını iddia etmektedir.
Yazar, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir toplumun “muhafazakarlaştığı” iddia ediliyorsa otoplumda beklenen dönüşümlerden bir kaçı aşağıdaki gibi sıralanabileceğini ifade ediyor:
1- Yeni kuşakların eski kuşaklardan daha dindar olması.
2- Eşcinsellerin görünürlüğünde azalma olması.
3- Evlilik öncesi flört sayısında azalış gerçekleşmesi.
4- Evlilik öncesi ya da evlilik dışı cinsel ilişki sayısında azalma gerçekleşmesi.
5- Doğaüstü güçlere olan inançlarda artış yaşanması.
6- Farklı inanç grupları arasındaki evliliklerde azalış meydana gelmesi.
7- Vücut hatlarının belli olmayacağı şekilde kıyafetlerin tercih edilmesi.
8- Dinin toplumsal alandaki prestijinde ve gücünde artış olması.
9- Medya dilinin muhafazakarlaşması.
10- “Kutsal”ların günlük pratiklere olan etkisinin artması.
Nevar ki yukarıda ifadelendirilen bütün şeylerin tam aksi yönde geliştiğini savunuyor. Yapılan anketlerle bir önceki neslin şimdiki nesli dindar görmediğinden, eşcinsellerin AKP döneminde kendilerini daha açık ifade ettiklerinden bahsediyor. Hatta 2013 yılında eşcinsellerin onur yürüyüşü adı altında “velevki ibneyiz, kadın kadınla evlenebilmeli, ahmet mehmetle evlenebilmeli, dönmeyiz…” gibi dövizlerle yaklaşık onbinlerce kişinin yürümesinden bahsederek gay, lezbiyen ve eşcinsellerin kendilerini daha rahat ifade ettiklerinden bahsetmektedir. Jinekologlarla yapılan görüşmelerle evlilik öncesi veya sonrası gayri ahlaki ilişki sayısının yine geçmiş yıllara oranla daha fazla yaşandığını anlatmaktadır. Başörtülü bayanların bile şimdilerde vücut hatlarını ortaya koyan giysiler tercih ettiğini 28 şubat zulmü altında üniversitelere giremeyen başörtülü bayanlarla şimdiki başörtülü bayanların aynı giysiye sahip olmadığını anlatmaktadır. Şimdiki dönemde yalnızca kadın bedeninin değil erkek bedeninin de aynı şekilde cinsel bir obje olarak kullanılmasının (Biskolata erkekleri örneğinde olduğu gibi) yine AKP döneminde daha yaygın olduğunu iddia etmektedir.
Türkiye’nin şeriata doğru gittiğini iddia edenlerin dayandığı argümanlara da değinen yazar bu argümanların; başörtülü sayısının artışına, gece saat 22’den sonra içki satışının yasaklanmasına, yüksek hızlı trende içki satışının yasaklanması, Erdoğan’ın başörtüsü sorununda “söz söyleme hakkı yargının değil ulemanındır” demesi, kadın vücutlarının olduğu bazı afişlerin sansürlenmesi, sadece kadınlara özgü plajların açılması, devlet kanallarında mevlit programlarının yapılması, yeşil sermayenin devlet eliyle artırılması, Erdoğan’ın evli çiftlerden en az üç çocuk istemesi, yine Erdoğan’ın dindar nesil istemesi gibi tüm bunların Türkiye’nin muhafazakarlaşmasını anlatmada ölçü olamayacağını kendi dilince savunmuştur.
Kitabı okuduğumda sorun olarak gördüğüm şeylerin başında yazarın islami cenahı hiç tanımıyor oluşudur ki bunu kendisi de itiraf etmektedir. Yazarın kafasındaki “din” religion algısıyla Kur’an’ın anlattığı “eddiyn” kuşkusuz çok farklıdır. Bu tanımamazlık hatta buna gerek bile duymuyor oluşu bir çok kavramın yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır. Kuşkusuz anlattıklarında doğruluk vardır. AKP iktidarı süresince sekülerleşme (dünyevileşme) hızlı biçimde artmaktadır. İnsanlar dinden değil İslam’dan uzaklaşmaktadır. Dindarlık kavi bir şekilde yine ayakta durmaktadır. Çünkü sünni islam algısında ne yaparsan yap cennetlik olunacağından yapılan her tür ahlaksızlık kişiyi dinden çıkarmamaktadır. Daha fazla muhafazakarlaşan bir toplum olmaktadır Türkiye. Ama İslam’dan da bir o kadar uzaklaşan bir Türkiye var şimdilerde. İslamlaşma ile muhafazakarlaşma arasındaki farkı ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Yazarın Kayseri’de Hilton’da düzenlenen konferansına da katıldım. İlginç bir örnek verdi: Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde çıkılan yağmur duasını anlattı ve şimdilerde orada Gap Barajı var ve onların enaz 5 yıllık suları hazır durumda 5 yıl yağmur yağmasa bile idare edecekleri suları var yani onların artık duaya ve tanrıya ihtiyaçları yok dedi. Yani Allah anlayışının şimdilerde bilimsel buluşların yetişemediği insanın naçar kaldığı son demde ortaya çıktığını anlatmak istedi. Oysa bu algı yanlıştı. Çünkü geçmiş kavimlerde de aynı bu anlayış vardı ki Kur’an denizde mahsur kalmış kimselerin dini yalnızca Allah’a has kılarak dua ettiklerinden bahseder, karaya çıkınca da yapılan dua unutulur. Yani bu duygu sekülerliği belirlemek için yeterli bir delil değildir. Geçmiş kavimlerden bugüne gelen kadim hastalıktır. Öyleyse geçmiş kavimlerde çok fazla sekülerdi dememiz lazım.
Sonuç olarak yazarın tezini doğru bulmamla birlikte dayandığı argümanların zayıf olduğunu düşünüyorum. İslami cenahı tanımaması ayrı bir handikaptır ki kendi bilimsel anlayışı ile çelişen bir durum olarak görüyorum. Belki bu durumu ileride telafi edecektir. Bunu da bekleyip göreceğiz. Okuyucusuna kuşkusuz bir çok anlam katacaktır bu kitap. Emek verilmiş, paradigmaları oluşturulmuş bir kitap olması münasebetiyle tavsiye edebileceğimiz keyifli bir kitaptır.
VOLKAN ERTİT
ENDİŞELİ MUHAFAZAKARLAR ÇAĞI
Dinden Uzaklaşan Türkiye
ORİENT YAYINLARI 1. BASIM MART 2015
Hazırlayan: BÜNYAMİN ZERAN