Emre Kongar beş yıl aradan sonra yine soruyor:
“Hem Müslüman hem demokrat olunur mu?” (Cumhuriyet, 25 Haziran 2016).
Kongar, 2011 yılı Mart ayında benzer soruyu yine sormuştu; o zaman sorusunun üç ayağı vardı. Bu kez soru tek kanatlı.
Kongar yazısına, bu konunun sadece Türkiye’nin değil, dünyanın gündeminde olduğunu belirterek başlamış. Hemen hiç vakit geçirmeden, küresel terördeki ‘İslam’ parmağını sıkıştırıvermiş sözlerinin arasına: “Dünyada; Ortadoğu’dan kaynaklanan Küresel Terör katliam yapıyor ve İslam kimliği kullanıyor…”
Emre Kongar, konuyu birey düzeyinde tartışmak istediğini belirtmektedir. Bu sebeple, soruyu daha da netleştirmek ve konuyu açmak için laikliğin demokrasinin önkoşulu olduğunu hatırlatarak, soruyu tadil etmekte ve şu şekilde yeniden sormaktadır:
Kongar’ın, sorduğu soruya cevabı açık ve nettir ama bir nebze konuyu temellendirmesi, etraflıca açıklaması gerekmektedir. Ona göre, “
Toplumu değişmez bir varlık, insanı da robot gibi görenler”, bu soruya “Hayır” cevabını veriyorlar; oysa diyor, “gerçekler bunun tam tersini gösteriyor!” Yani şunu anlatmak istiyor:
Hem Müslüman hem de laik ve demokrat olmakta ne gibi bir sakınca var?!…
Kongar, tartışmayı Twitter’da başlatmış. “Dini kuralları sert yorumlayanlar, toplumu ve dini değişmez kabul edenler”den,
“Hayır gerçek Müslüman laik ve demokrat olamaz, çünkü İslam, dünyayı ve toplumu din kurallarına göre yönetmeyi emreder” cevabını almış. Kongar, Bu cevabı verenlerin bir kısmının Müslüman olduğu gibi, bir kısmının da ateist ve agnostik olduklarını belirtmektedir.
Kongar, Kendisini
Müslüman ve
Demokrat gören milyonlarca insan olduğunu belirttiğinde, bunun Hristiyanlıkta mümkün olabileceğini çünkü Hristiyanlığın reform geçirdiği, İslam’da böyle bir şeyin olmadığı cevabını almış. Kongar, kendilerini ulemadan sayan bazı din profesörlerinin -en demokrat olanının bile- laiklere, “
Devlet düzeni adına geçici olarak tahammül edilebileceği” cevabını aldığını belirtmekte, doğal olarak bundan yakınmaktadır.
İşte burada Kongar’ın bir yanıltma/saptırma yaptığını düşünüyorum. Çünkü ‘din profesörleri’ dediği insanların kendileri zaten laikleşmişler, demokrasi ile -kahir ekseriyetinin- hemen hiçbir problemi kalmamışlığı üzerinden on yıllar geçmiş bulunmaktadır. ‘Din profesörleri’ laikliği, bir inanç özgürlüğü ve devletin bütün din ve inançlar karşısında eşit mesafede durması gibi tevil yöntemleriyle Allah’a iman ile laikliği para-pul ve akademik unvan karışımında pekala hazmetmiş vaziyettedirler. Tabi ki muhafazakarlığın belki radikal(!) ucunda bulunan bir iki ‘din profesörü’nden böyle bir cevap gelmiş olabilir. Bu sebeple Kongar’ın, bahsettiği cevabı verdiğini belirttiği din profesörlerinden bir iki isim vermesi iyi olurdu.
“Sonuç olarak” diyor Kongar, “katı dincilerle, Müslümanlığı onların temsil ettiğini düşünenler, “İnsan hem
Müslüman hem de
laik ve
demokrat olamaz” görüşünde birleşiyorlar.” Ve “Oysa” diyor,
“toplumsal ve bireysel gerçek hiç de öyle değil.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde, özellikle de Türkiye’de kendilerini hem
Müslüman hem de
laik ve
demokrat olarak tanımlayan milyonlarca insan var.”
Kongar, kimlik siyaseti yapan siyasal partileri v.b. eleştirdikten sonra, adeta kendi fetvasını yayınlıyor ve sözü şu şekilde bağlıyor: “
Unutmayalım: Birey hem Müslüman hem de demokrat olabilir…”
Aslında Emre Kongar’ın kariyeri, İslam’la laiklik ve demokrasinin arasını kesin olarak tefrik etmeye elverişlidir. İslam’a iman etmese de, İslam’ın ne olduğunu bildiğine inanıyorum. Zaten İslam’ı hiç bilmese dahi, onun tamamen Allah’a ait bir ‘iş’ olduğunu, tamamen beşere ait bir iş ile Allah’a ait bir sistemin birleşmesinin, uyum sağlamasının asla mümkün olmayacağını kavraması hiç zor bir şey değildir. Bunun aksini düşünmek, Allah’ın şeytanla hemhal olduğunu düşünmek gibi bir durumdur.
Dikkat çeken husus şu ki, Kongar, bireyin hem Müslüman hem de laik-demokrat olabileceğine dair fetvasında ne bilimsel bir gerekçe göstermekte, ne de İslam’ın temel kaynağından bir referans vermektedir. Hele de konu İslam/müslüman olunca ve Müslüman-laiklik-demokrasi ilişkisi söz konusu olunca, İslam’ın kaynağı Kur’an’dan bir tek kelimeyle olsun söz etmemesi, fetvasını ölü bir cenine dönüştürmektedir…
Prof. Emre Kongar, ilmî bir kanıt göstermek yerine, Türkiye’de ve dünyada kendisini hem Müslüman, hem de laik ve demokrat olarak tanımlayan milyonlarca insanın bulunduğu iddiasını böyle bir bilimsel veri yerine geçirmektedir…
Bize gelince…
Evet, Emre Kongar’ın iddiasını tasdik ediyor, itiraz etmiyoruz: Milyonlarca insan kendisini hem Müslüman, hem de laik ve demokrat olarak tanımlamaktadır. Bu, sosyolojik bir gerçekliktir ve kendilerini İslam’la tanımlayan toplumlardaki değişim-dönüşümün bir neticesidir.
Fakat burada bir lahza durup, şu iki hakikati birbirinden kesin olarak ayırmak gerekmekte değil midir: sosyolojik gerçeklik dediğimiz, toplumun Allah’ın muradına, O’nun uyarısına rağmen değişip dönüşmesi ile Allah’ın vaz ettiği ezeli ve ebedi yasalar bütünü aynı şey midir? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Toplum değişmişse, ‘ben müslümanım’ diyen bir toplum, laiklik ve demokrasiyi de benimsemiş olup, iki ayrı din arasında bir tezat görmüyorsa, bu, murad-ı ilahî’nin de değişmişliği, -haşa- Allah’ın, insanın tuğyanına uyum sağladığı anlamına mı gelir?
Bugün veya yarın Emre Kongar’ın ‘milyonlarca’sının kat kat fazlası insan Kur’an,vahiy, risalet, Muhammed (sav)’in elçiliği, ahiret inancı, namaz, hac, faiz, domuz eti, içki v.b. hakkında, Kur’an’ın bildirdiğinin tam tersi bir inanışa savrulsalar, artık yeni hakikat budur dememiz mi gerekmektedir?
Emre Kongar şöyle dese -ki ben öyle demek istediğine inanıyorum-, kendi tabiriyle, siz ey “dinî kuralları sert yorumlayanlar!” Siz ne kadar çabalasanız da, artık İslam’la laiklik ve demokrasiyi bir araya getiren, ikisini bir koltukta taşıyan bir anlayış imal edildi ve bu yeni mamul, artık milyonlarca insan tarafından kabul görmektedir! Bir mümin olarak bu iddiaya benim hiçbir itirazım yoktur. Vakıa budur.
Bu bir vakıadır ama vakıa olması, hak ve kabul edilebilir olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü hakikatin ölçüsü sadece Allah’tır. İslam-laiklik-demokrasi ilişkilerinde milyonlarca bireyin değil, ancak bir tek Zat’ın hakemliğine başvurulabilir. Allah’ı değil de, başka otoriteleri hakem tayin etmek kelimenin tam anlamıyla tağut olmaktır ve kâfir diye de ona denmektedir.
Emre Kongar hem Müslüman hem de laik ve demokrat olunabileceğini kanıtlamak maksadıyla, toplumun değişken bir şey olduğunu ve insanın da robot olmadığını yani insanın mütemadiyen değiştiğini, yeni fikirlere uyum sağlayacak bir esnekliğe sahip olduğunu anlatmak istemektedir. İnsanın robot olmadığı son derece bariz bir hakikattir, toplumun değişmez olmadığı da bir o kadar müsellemdir. Fakat hayatta aynı barizlikte ve aynı gerçeklikte başka hakikatler de vardır; bunlardan biri şudur ki, Allah’ın kendisi hiç değişmediği gibi, Allah’ın imana (tevhid ve şirke) dair buyrukları da hiç ama hiç değişmemektedir. Bunların kıyamete kadar değişmesinden şeytan dahi ümidini kesmiş bulunmaktadır. Şeytanın ümidi, İslam’ı değil de, ‘acaba Müslümanları değiştirebilir miyim’e dairdir.
Bundan on dört asır önce Allah katında küfür ve şirk sayılan, bugün de küfür ve şirk sayılmaktadır. Bundan on binlerce sene önce tevhid sayılan, bugün de Allah katında tevhiddir. Toplumların şu veya bu yöntemle tevhid-şirk ayrımındaki çok keskin çizgileri yitirmiş olmaları, övünülecek değil, üzüntüden kahrolunacak bir utanç vesilesidir; bir kulluk yitimidir.
Emre Kongar’ın şu bakımdan hakkını teslim etmek gerekir: Genelde küremizde, özelde Türkiye’de bir proje olarak, kitlelerin İslam’la laiklik, İslam’la demokrasi arasında bir tezat olmadığına inanıp iman getirmelerini sağlayacak bir savaşım verilmektedir. Küresel ölçekte devlet ve sermaye, bu savaşımın arkasındaki gerçek güçtür. Son durum şudur: yüzyıllardır İslam’ı referans edinmiş toplumlar bir adeta bir irtidat durumu yaşamaktadırlar. Müslüman geçmişi bulunan bir ümmet laik-demokratik batı hayat tarzı karşısında beyaz bayrak sallamakta, oraya teslim olmak suretiyle selamete ereceğine inanmaya başlamış bulunmaktadır.
Türkiye’de, Kongar’ın “bir kişinin iktidarı”, “diktatörlük” gibi telmihlerde bulunduğu iktidarın bu kadar oy alabilmesi; bu ‘diktatörlük’e dâhilde ve hariçte muvafakat edilmesi tam da bu sebebe binaendir. Mevcut iktidar, İslam’la demokrasinin ve İslam’la laikliğin arasındaki buzları eritmesi için oradadır. Ama yine de iktidar, belli bir seçkinci laik zümreye yaranamamaktadır. Bu da çok sorun değildir…
Toparlayacak olursak, İslam’la demokrasi ve İslam’la laiklik su ile ateş kadar, melekle şeytan kadar birbirine yabancı, uzak ve aykırı şeylerdir. İslam tek başına, şerik kabul etmez bir yaşam biçimidir; diğer bütün ideolojiler de ayrı birer yaşam biçimleridir. Laiklik ve demokrasinin, tutunmak için dindar nesillerin dinî kanaatlerine ilişmeye ihtiyacı vardır ama İslam’ın, var olmak için hiçbir kâfir ideolojiye ihtiyacı yoktur. İslam uzlaşmaz. Demokratik ve laik uzlaşmacılıklar ise sadece müşrik ve münafık karakterler doğurur.
Kalabalıkların İslam’la ve İslam dışı din ve ideolojilerle ilgili ne düşündükleri, nasıl bir fikrî yozlaşma yaşadıkları, müslümanca bir kaygının dışında, çok da dert değildir. Çünkü her şeyin sahibi Allah’tır ve dünya hayatı, ahrete giden yolda çok kısa bir duraktır.
Kanaatim odur ki, bir mü’minin çok ciddi şekilde kaygı duyması gereken bir şey varsa o da, Müslümanlar olarak, İslam’la laikliğin ve İslam’la demokrasinin asla bağdaşmayacağı, hiçbir şekilde bir ilişkilerinden ve yakınlaşmalarından söz edilemeyeceği hakikatini bütün dünyaya anlatamamış olmamızdır. Bu uğurda çaba göstermek biz müminleri izzetli kılacaktır.
NOT: Bu yazı 15 Temmuz’dan önce yazılmıştı fakat malum darbe girişiminin gündemi belirlemesi sebebiyle o gün için yayınlanması mümkün olmamıştı.