Elit/seçkin başka şey, elitizm/seçkincilik başka: Kur’an’ın “ileri gelenler” diye tasnif ettiği bir zümre bu elit denen.
Her toplumda muhakkak var olan bir zümre bu: Doğru veya yanlış, hak veya batıl fark etmiyor bunlar tarihi yorumluyor, değer üretiyor, günü değerlendiriyor, itaat veya isyanı organize ediyor, geleceği tasarlıyor, sözlerini dinletiyor.
Bilgi üretim ve tekeline sahipler, değer taşıyıcıları. Güçlerini kana ve soya dayalı asaletten, köklülükten, mülk sahipliğinden, iktidar imkanlarından alıyor.
Bunlar (Batıda) devletlü sınıf değil devleti kuran ve denetleyen, toplumsal düzeni kontrol altında tutan, hukuku toplumsal değişime ve gelişime uygun olarak düzenleyen, geri planda yöneten ve yönlendiren çekip çeviriciler.
Bunlarsız olmuyor. Ceberut yahut adil olmadı da. Dolayısıyla bu zümrenin adilliği toplumsal güven, huzur ve mutluluğun sebebi, zorbalığı fesadın yayılması, zulmün etkinliği ve helakin sebebi…
Batıda, klasik yapıdaki aristokratik elit alaşağı edilip monarşik rejimler yıkıldığında kilise ve ruhban sınıfı da iktidar bileşeni olarak kaybedenler arasındaydı. Yeni kurulan cumhuriyetler eskilerin yerine burjuva, kent soylusu ve aydın sınıfı olarak kendi elitini yaratmıştı.
Burjuva sınıfı olsun kent soylusu ve aydın sınıfı olsun yeni elitler köklü ve değer taşıyıcı olmadıkları için kendilerini iki şeyle savunup durdu: Eskilerin sürekli kötülenmesi, ana-yasal ve kurumsal teminatlı imtiyazlılık.
O zamana kadar ismi dahi olmayan eskinin “köylüsü, zanaatkarı ve esnafı” yeni icat “halka” dönüştüğünde bunlara verilen küçük rüşvetler ve temsili/seçimli sisteme dayalı tiyatro oyunuyla meşruiyet sağlandı.
Batıda yeninin kolay tutmasının ve işlerin yoluna sokulmasının temel sebebi, tarih boyu mülk sahibi ve mülksüzler olarak yapılanmış sınıflı bir toplum yapısına sahip olması, yeni durumda bu yapısal ve kültürel devamlılığın yeni bir isimle devam ettirilmesiydi.
Yani Batıda eskinin “kana dayalı/kral-toprağa dayalı/aristokrat-dine dayalı/ruhban” eliti/iktidar bileşeni gitmiş, yerine “devlet-servet-bilim” eliti geçmiştir.
Batıda elitlerin elitizme/sınıfsal bir yapıya dönüşmesi, temsilciler/isimler ve dayanaklar bakımından değişse de, “yasal meşruiyete, imkan ve fırsatlarda erişimde yasal imtiyaza, sorgusuz ve yargısız masuniyette yasal zırha” sahiplik bakımından devamlılığın sürmesindendir…
Genelde dünyada özelde ülkemizde Müslüman elit zümre ve bunların niteliği sorunu başat bir sorundur: Varlığı bir dert yokluğu başka bir derttir.
Hz Peygamberin Medine’si, Raşit Halifeler dönemi, sonuncusu Osmanlının kuruluşuyla 150 yıl sürüp biten bir kaç İslami devleti ve tarihini aşıp son iki yüzyıla gelirsek
Osmanlıda elit sınıf kana ve soya dayalı sultan yani devlet ve onun bileşeni sunuf-u devlet denen “kalemiye-ilmiye-seyfiye” zümresiydi. Reaya zaten mülke de statüye de uzaktı.
Cumhuriyet monarşiyi yıktığında “askeriye-üniversite-sermaye-anayasal kurumlar” dörtlüsüyle kendi elitini yaratmış ama temsilcisi/sahibi değişen devlet yerinde kalmıştı. Devlet bunlardı.
Değişen dünya şartlarında elitlerin hiyerarşik sıralamasındaki yer değişimini göz önüne alarak denebilir ki
Değişmeyen tek elit vardır: Devlet. Başka bir deyişle devlet imkan ve gücünü yasal olarak kullanan sunuf-u devlet, yani iktidar sınıfı…
Bu ülke cumhuriyetin ilk Batıcı/Türkçü elitlerini tanıdı. Ardından sosyalist faşist sosyal demokrat elitlerini tanıdı. Şimdilerde İslamcı elitleri de tanıdı.
Elitizmden/sabit sınıfsal bir yapıdan değil değişken elitlikten bahsettiğimize göre, mevcut toplumsal ve siyasal yapısallıkta bu ülkenin görüp göreceği elitler artık bilinmez değiller. Her birinin kalibresi ve yapabilecekleri görülmüştür.
Tümünün “devletçi” olduğu tecrübe edildi. Tümünün derdi ve davasının seçimle yahut seçimsiz devleti “ele geçirmek”, devlet imkan ve gücüyle varlık sahipliği, yasal dokunulmazlık, fırsatlara erişimde imtiyazlılık olduğu tescillendi.
Başka bir deyişle bizde elitlik sınıf atlamanın, siyahlar arasından sıyrılıp beyazlar arasına girmenin aracı ve imkanıdır. Çünkü devletten özerk değer üretici, devletlüyü sorgulayıcı elitliğe ulaşım özel çaba ve ısrar gerektiriyor.
Buysa bizde ender yetişen türden.
Bu sebeple olsa gerek Batıda devletten özerk elitin yolsuzluk, usulsüzlük, hukuksuzluk ve hazineden beslenme gibi bir zihniyete ve tutuma sahip olmamasının nedenleri, bizde tersinin sebepleri oluyor…
Sözün özü, bizi ilgilendiren tarafıyla İslamcı namıyla bilinen elitin eline geçirdiği iktidar imkan ve gücünü diğerleri gibi kullanması, onları izlemesi, sınıf atlama imkanı olarak görmesi ülkenin ve toplumun kazancı olmamış, insanlığın yararına dönüşmemiş, “atalar yolu” kültünü devam ettirmiştir.
Buna sebebin ne olduğunu tahlil ettiğimizde İslamcının aklında ve fikrinde bir devlet anlayış ve modelinin, devlet denenin ne olduğunun, varlık gerekçesinin, işlevinin olmayışının
Dolayısıyla bir toplumsal örgütlenme ve bir siyasal yönetim kuramı ve teşkilatlanmasında ve politikasında “zekata muhtaç fukara”lığa düştüğünü söylemek ve tespit etmek gerekir.
Tevekkeli İslamcı denen elit zümre nicedir “devlet-bilim-felsefe-akıl-ekonomi” gibi temel toplumsal kuramları dinden bağımsız kategoriler olarak ele alıp savunuyor…
Ömrü olanlara Ramazan ayı yeniden geldi. Duamız ve temennimiz odur ki:
Ramazan Kur’an ayıdır, ibadet ve arınma vesilesidir deyip duranların “namaz ve oruçla dirilme” tekerlemesini bir kaç tık geriye çekip “dinde eksiltme yapmak” ne demektir buna tefekküre yönelmeli.
Ulûhiyetin Allah’a, ubudiyetin insana olduğu hakikatini hiç akıldan çıkartmadan Ramazan ayının bitişiyle de “dini Allah’a has kılma” uyarısının elitliğine erişmeli…
Kur’an 1500 sene evvelden duyurdu: Bir toplumun helaki, içlerinde adil ve ahlaklı ileri gelenlerin/elitlerin kalmamış olmamasıyla irtibatlıdır.
Tersinden bakarsak bir toplumun düzelmesinin sebeplerini aynı yere bağlamak mümkündür.
Şu halde “asaletine, servetine, hileli düzenden sağladığı gücüne ve imtiyazına” güvenen ve dayanan sınıftan elitle varılacak bir menzil yok.
Bize has kutsal devlet ile kurulacak ilişkinin ahlaki ölçülere göre yeniden düzenlenmesine ve devletten özerk helal geçim imkanına geçilmeden kurtuluş da yok.
Her Taraf / Hüseyin Alan
İktidardakiler ‘İslamcı’ değil istismarcıdır. İslam’ı dava edinmek diye bir durum söz konusu değildir. Sadece İslami değerleri iktidarda daha uzun süre kalabilmek için kullanmak söz konusudur. Sonuçta Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen ve bu hükümlere aykırı hükümler koymaktan çekinmeyenlere ‘İslamcı’ gibi nitelemelerde bulunmak da İslam’ın istismarına katkıda bulunmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir!