Her kim [başkaları için] harcar ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşırsa, ve nihai güzelliğin/iyiliğin gerçekliğine inanırsa, işte onun için [nihai] huzur ve rahatlığa giden yolu kolaylaştıracağız. Cimrilik yapana ve kendi-kendine yeterli olduğunu zannedene, ve nihai güzelliği/iyiliği yalanlayana gelince, onun için zorluğa ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştırırız: bakalım serveti onu koruyacak mı [mezarına] girdiği zaman? (Leyl Suresi 5-11)
***
”Herkesin bir yarası vardır. bunu inkar eden yok. Fakat herkes kendi yarasına kendi çare olma derdinde. Olabiliyorlar mı peki?”
Olamıyorlardı tabi. Gülümsedim sadece.
”Yaramız varsa dostum, o yaramıza kendimiz çare olamayız. Allah derdi sana veriyorsa , dermanını da başkasına veriyor. Aslında her birimiz elimizde başkasının merhemini taşımaktayız. Bize düşen görev, elimizdeki merhemi, muhtaç olana iletmek.”
Biraz duraksadı. Gözleri uzaklara dalar gibiydi.
”Peki, biz ne yapıyoruz biliyor musun ? Biz,”
B harfine haddinden fazla vurgu yapmıştı.
”Elimizde tuttuğumuz ve başkasının yarasına çare olacak merhemi, kendi yaramıza çare olur inancıyla durmadan çalıp duruyoruz. Yaramıza çare olmadığı gibi daha da büyütüyoruz yaramızı. Başkasının merhemiyle kendi yarana çare aramak budalalıktır.“ (m.a.c)
***
Afrikada çalışan bir antropolog’un bir kabilenin çocuklarına bir oyun teklif eder. Ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşan ödülü hak edecek ve meyvelerin hepsine sahip olacaktır. Çocuklar hepsi birden elele tutuşurak koşarlar ağaca ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar. Çocukların bu davranışından etkilenen antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu cevabı verirler;
”Biz ‘Ubuntu’ yaptık. Yarışsaydık eğer, yarışı kazanan sadece bir kişi olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan meyveleri yiyebilir? Oysa biz ubuntu yaparak hepimiz yemiş olduk. Ubuntu’nun anlamını şöyle açıklarlar;
”Ubuntu: ben ‘Biz’ olduğu zaman ben’im.
Arayış basamaklarını birer birer çıkmaya devam ediyoruz. Her basamakta biraz daha yoruluyor, biraz daha zorlanıyor ve biraz daha insan olmanın lütfuna eriyoruz. Zorlandıkça kuvvet kazanıyoruz. Arayış basamaklarından çıkmak öylesine zor ki, bazılarımız güç yetiremediğinden dem vurup mıhlanıyor kaldığı yere. Bazılarımız çıktığı basamaklardan gerisin geri iniyor, eteklerinde sahip olduklarını ve dahi kendi suretinin bir kopyasını da bırakıp arkadan gelenlere acı bir örnek oluyor.
Öylesine zor ki bu basamakları çıkmak, endişe ve korkuya kapılmak gibi aklımıza nüfuz eden yalancı bir rüzgarın mücadelesini de vermek gibi bir sorunumuz var. İnsanı güçlü kılan şey de asıl bu zorluklarla olan mücadelemiz olduğuna inanıyorum. Zor olana mukavemet ettikçe kuvvet kazanırız. Kazandığımız kuvvet bir sonraki basamakta bekleyen ”daha zor” olana karşı hazırlar bizi. Elimizde imanımıza ve gayretimize perçinlediğimiz sabır iksirimiz var. Başı boş değiliz, yalnız değiliz, terk edilmiş değiliz. Her basamakta bize bu yolda nasıl ilerlememiz gerektiğinin yöntemlerini ve koşullarını nakış nakış işleyen İlahi bir destekçimiz var.
İşte bu basamakları birer birer çıkmaya yeltenirken sahip olduklarımı harcamanın bana ne kazandıracağını düşünüyorum. Ve soruyorum kendime, tüm bu sahip olduklarımı kendi imkanlarımla mı elde ettim? O imkana nasıl ulaştım? Bu akla nasıl sahip oldum? Bu bilinci bana kim verdi? Bana bu bedeni kim vücut eyledi? Ben bile kendimin sahibi değilken nasıl oluyor da kazandıklarımın sahibi olarak görebiliyorum kendimi? O halde basamaklarımı çıkarken arkama bakmak boynumun borcudur. Arkamdan gelenlerin ihtiyacına sahip olduklarım nispetinde el vermem boynumun borcudur. Neye ihtiyacı varsa. Para mı? Bilgi mi? Sevgi mi? Sorumluluk bilinci mi? Neyim varsa ve neye ihtiyacı varsa.
O halde basamaklarımı çıkarken önüme bakmak da boynumun borcudur. Önümden gidenlere destek olmak boynumun borcudur. Tökezlemiştir. Yara bere içinde kalmıştır. Ve hatta vazgeçip dönmeye yeltenmiştir. Sahip olduklarım ve gücüm nisbetinde onlara el vermek boynumun borcudur. Sahip olduklarımın zekatını ancak böyle verebilirim. Malımın zekatını, bilgimin zekatını, sevgimin zekatını ve sorumluluk bilincimin zekatını ancak bu şekilde verebilirim. Arkamdan gelenlere ve önümden gidenlere örnek olabilmenin derdiyle yol alırken aciz bir yolcu olduğumu ve onların sahip olduklarından yoksun olabilme ihtimaliyle benim de bana uzanan bir el’e ihtiyacım olabileceği düşüncesini sürekli içimde kamçılayarak sorumluluk bilincimi sabit tutmalıyım. Nihai huzura ancak böyle ulaşabilirim. Nihai huzura giden yolda yalnız yürünmez bunu da bilmeliyim. Bu bir yarış değil, kimseyi geride bırakarak değil, geride kalanları omuzlayarak, omuzlanarak çıkmalıyım bu basamakları,unutmamalıyım.
Yürümeye çalıştığımız bu kutlu yolda bizleri sürekli öğütleyen Allah’ım, bizleri öğütlerine kulak tıkayanlardan eyleme. Zaman zaman kendimizi yeterli görüp cimrilik hastalığına bulaşıp bu yolu zorlaştırıyoruz. Bu hastalığa karşı bizi mukavemetli kıl. Başkalarının derdiyle dertlenen kullarından eyle bizi. Neye sahipsek onları birer emanetçi hassasiyetiyle korumayı bilip sahip olduklarımızda hakkı olanlara teslim etme şuuru ihsan et. Sahip olduklarımızı bu uğurda sarf ettikçe yolumuzu kolaylaştır.Sana karşı sorumluluk bilincimizi terbiye et ey el-Vehhab olan Rabbim.
Senin desteğin olmazsa biz yolunu kaybedenlerden olacağız. Bizi başıboş ve yalnız bırakma.
Amin kardeşim. Merhamet tüten satırlarınız için teşekkür ederim adıma. Sabri kardeşimin son yazısını okuduktan sonra geriye kalan az zamanımda sizin yazınızı okudum. Her iki yazıda da unutmaya başladığımız ne önemli unsurların altını çizmişsiniz. Çöpe benzeyen çevremizden üzerimize sıçrayacak kirlerden korunmaya çalışırken çöpün kokusunun bize sindiğini hissetmiyoruz bile. Sonrada alıştığımız bu kokunun bize ait hatta olması gereken bir koku olduğunu var saymaya başlıyoruz. Oysa gece yarılarında uyuyanların arasından sıyrılıp Allah’ın temizleyiciliği için ellerimizi açmamız gerekirdi semaya. Bilerek yada bilmeyerek işlediğimiz hatalarımız için gözlerimizin nemlenebilmesi gerekirdi. Tüm sıkıntılarına rağmen dünya hayatının sıkıntılarına karşı “Allah bize yeter” deyip Allah’ın varlığının bize yettiğini unutmamamız gerekirdi. Sizin altını çizdiğiniz gibi hepimiz bir başkasının derdinin dermanıyız. Başkalarının derdiyle dertlendiğimiz sürece.
Mahcup eden güzel yorum ve dualariniz için Allah razı olsun Orhan bey. Hürmetler ederim.
Ellerine sağlık kardeşim,
tozlanıp paslanmaya yüz tutmuş gönül ve
dimağımıza hafiften de olsa bir nefha estirdin.
Allah razi olsun abi. Selam ve hürmetler ederim