Fert ve toplumların Allah’ın diniyle irtibat ve ilişkilerini biçim ve düzeylerine göre çeşitli kavramlarla ifade etmek mümkün. Biz bu noktada şu nitelemelerin işlevsel olduğunu düşünüyoruz: İslamlaşma, dindarlaşma, din(i)darlaşma ve İslamsızlaşma.
“İslamlaşma”dan kastımız; fert ve toplumların, Rabbimizin Kitab-ı Keriminde bildirdiği ve Rasulünün (a.s.) hayatıyla somutlaştırdığı şekilde ilim-iman-amel bütünlüğünde İslam’a yönelmesi ve İslam’ı bâtılı red ve imha, Hakkı tasdik ve inşa eden bir bütüncül hayat nizamı olarak benimsemesidir.
“Dindarlaşma”dan kastımıza gelince; İslamlaşma olarak ifade ettiğimiz bütüncül bir kavrayış ve yöneliş düzeyine ulaşmamakla birlikte, Allah’ın dinini bir hayat biçimi olarak benimseme ve yaşama çabası içinde olmaktır.
“Din(i)darlaşma”dan kastımız; Allah’ın dinini ve onu yaşamayı hayatın bütününden koparılmış, yani “ritüelleştirilmiş” dar anlamdaki ibâdetlere indirgeyen, kısacası hayat nizamı olan İslam’ı “mâbed dini” mesabesinde algılayıp yaşamaya çalışmaktır.
“İslamsızlaşma”dan kastımız ise; Allah’ın dinini dikkate almadan, (hâşa) Allah yokmuş gibi yaşamaktır.
Bu coğrafyanın İslam’la tanışmasından, açık bir irtidat hareketi olan Cumhuriyet rejiminin kurulmasına kadar geçen süre içinde toplumda hâkim yönelim ve yaşayış biçiminin “dindarlık” olduğunu söylememiz mümkün.
1923’ten itibaren ise bu topluma Kemalist kadro tarafından açık olarak dayatılan yönelim ve yaşayış biçimi “İslamsızlaşma” olmuştur. Bu konuda eğitim, kültür ve medya politikaları yanında yargı ve kolluk kuvvetleri baskısı eşgüdümlü olarak devreye konmuş ve zulümle özdeşleşen İstiklal Mahkemeleri sırf bu amaç için kurulmuştur.
Kemalist laik cumhuriyetin bir yandan eğitim, kültür ve medya araçlarıyla propaganda, diğer yandan yargı ve kolluk kuvvetleri ile baskı yoluyla toplumu İslamsızlaştırma çabaları beklenen neticeyi vermese, toplumun İslam’la irtibat ve ilişkisini koparmaya muvaffak olamasa da, İslamsızlaştırılan bir kitlenin oluşması sonucunu doğurdu.
Kemalist-laik rejimin, 2. Dünya Savaşı sonrası konjonktüre ayak uydurabilmek için çok partili döneme geçmek durumunda kaldığı 1946 yılından bu yana CHP ve uzantılarının tabanını oluşturan kitle, işte bu tek partili dönemin İslamsızlaştırma politikalarının bakiyesi olan bu kitledir.
Bununla birlikte yukarıda da belirttiğimiz gibi cumhuriyet rejimi toplumu irtidat ettirme hedef ve çabalarında genel olarak muvaffak olamamış, toplum şu veya bu düzeyde İslam’la irtibatını sürdürmüştür.
Özellikle 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın yarısı, dünyada Batı’dan esen materyalizm rüzgârlarının güçlü estiği dönemler olmuş ve bizim toplumumuzda da bu etki, başta Kemalist kadro olmak ve onlar üzerinden toplumun bir kesimi olmak üzere kendisini göstermiştir.
Fakat 1950’li yıllardan itibaren materyalizm rüzgârı etkisini yitmeye ve Batı dâhil dünyada “din” mefhumuna dönüş yaşanmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda “Tanrı’nın ölümünü” ilan eden Batı’da bu kez “Tanrı’nın geri dönüşü”nden söz edilmeye başlanmıştır.
İşte bu trend Türkiye’de de kendisini göstermiş ve Kemalist kadronun tüm çabalarına rağmen İslam’la irtibatını tam olarak kopartamadığı toplumda ciddi bir “dindarlaşma” süreci yaşanmaya başlanmıştır. 1960’lı yılların sonuna doğru Mısır ve Pakistanlı Müslüman düşünürlerin kitaplarının tercüme edilmeye başlanmasıyla, “dindarlaşma” trendine bu kez “İslamlaşma” trendi de eklenmiştir.
Türkiye’de 80’li ve 90’lı yıllar ise hem dindarlaşma hem de İslamlaşma trendinin son derece yüksek olduğu yıllar olarak kayda geçmiştir. Ne var ki 80’li yılların ortasından itibaren Turgut Özal’ın tohumlarını attığı ve 2000’li yılların başından itibaren Ak Parti’nin yeşertip boy attırdığı kültürel liberalleşme ve ekonomik kapitalistleşme süreçleri hem İslamlaşma trendini, hem de dindarlaşma trendini zayıflatan ve zaafa uğratan ciddi bir kırılmaya yol açmış ve yeni bir yönelimi ortaya çıkarıp beslemiştir: “Din(i)darlaşma” trendi.
Fert ve toplum hayatına, toplumsal ilişkilere liberalizm ve kapitalist tüketim kültürünün hâkim olduğu, İslam’ın ise bu hâkim kültür ve yaşayış/ilişki biçimleriyle barışık ve onlarla uyumlu bir tarzda algılanıp, muharref Hıristiyanlık gibi salt bir “mâbed dini” ve ferdî tercihlerle ilgili bir “religion” olarak “hayatta kendisine de bir yer ayrılan” mahkûm bir konuma indirgendiği bir trend…
Bugün sıkça tanıklık ettiğimiz “hayatı inşa anlam ve misyonundan koparılmış namazsız namaz”, “ne zenginin zenginliğini eksilten ne de fakirin fakirliğini azaltan zekatsız zekat”, “takva elbisesi bütünlüğünden koparılmış tesettürsüz tesettür”, kısacası “İslamsız İslam” görüntüleri işte bu trendin acı meyveleridir.
“Din(i)darlaşma”; Allah’ın dininin alanını, insan hevâsı ve dünyevi ihtiraslar uğruna daraltmayı, Allah’ın dininin çizdiği sınırlara tâbi olmak yerine, dünyevi hırslar lehine pratikte ona dar sınırlar çizmeyi ifade etmektedir.
“Din(i)darlaşma”; Allah’ın dinini bâtılın her çeşidini reddeden ve onunla hiçbir şekilde uzlaşmayan bütüncül bir hayat nizamı olarak anlayıp yaşamaya çalışmak yerine, onu bâtıl Batı’nın dünya görüşü ve kültürel kodlarıyla barışık kılmaya, uzlaştırmaya gayret etmek, ferdi ve toplumsal hayatta böylesine bâtıl bir sentezi câri hale getirmektir.
İslam’la liberalizmi, İslam’la kapitalizmi, İslam’la sosyalizmi, İslam’la nasyonalizmi/milliyetçiliği, İslam’la futbolizmi barışık kılmaya, ne ondan ne diğerinden vazgeçmeyen bir kimliksizliği kimlik ve dünya görüşü edinmektir.
Ne câmiden, ne AVM’den, ne de stadyumdan vazgeçmemektir. “Din(i)darlaşma”nın güncel sembolik tutumlarından biri, kapitalizm ve futbolizmin mâbedleri durumunda olan AVM ve stadyumlarda namaz kılabilmek için mescid dilenmektir.
AVM’de gezinip, yeyip içip, namaz vakti gelince orada mescid aramak, din(i)darlaşma alâmetidir. İslam’ı, AVM’de gezinti arası veya stadyumda devre arası hatırlanacak bir ritüel dini olarak algılamak din(i)darlıktır. Dinin alanını daraltmaktır. Ekmek arası köfte olur, fakat kapitalizm arası İslam, futbolizm arası İslam olmaz.
Bugün sokaklara-caddelere, şehirlere, medyaya, cari ekonomi ve kültüre kısaca baktığımızda şu acı tesbiti yapmak kaçınılmaz olmaktadır: Özellikle son 15 yılda, iktidarın sosyal-kültürel politikalarının ciddi etkisiyle dindarların büyük kısmının da din(i)darlaşması sonucu, Türkiye toplumu büyük ölçüde liberal-kapitalist kültüre teslim olmuş durumdadır.