Bu yıl da Hacc Kurban Bayramı’na denk geldi! Bu tevafukla ilgili ne söylemek istersiniz?
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla.
Evet, haklısınız, bu yıl da Hacla kurban bayramı çakıştı(!) Bu espriniz, içimizdeki beyinsizlerin sefahetini dışa vurduran, daha doğrusu, ruhsuz cesetlerinin kıyıya atılmışlığını gösteren çok tipik bir simgedir. Günümüzün cehaleti, tarihte belki eşine ender rastlanır bir derinlikte. Mekke cahiliyyesi bile kendine bu denli yabancılaşmamıştı. En azından o günkü insan geleneği biliyordu. Şimdiki cahiliye, Allah’ı hatırlatan her şeyden nefret ediyor, Allah’ı hatırlatan hiçbir şeyi sevmiyor. Ta ki yine o cansız cesetleri kabirleri ziyaret edinceye kadar…
Bilindiği üzere Hac ibadetimiz, kamerî takvimin son ayı olan Zilhicce’nın 10. gününe denk gelmektedir. Aynı gün, dünyanın her yerinde Müslümanlar kurban bayramını idrak etmektedirler.
Hacc ibadetini yerine getirirken, tavaf ibadetini Zemzem Tower’dan ima yoluyla gerçekleştirmek caiz midir?
Tavaf ibadetini Zemzem Tower’dan yapmak, yukarıda değindiğimiz, bizdeki, kurban bayramıyla haccın, o sene için, olağanüstü şekilde çakıştığını sananların cehaletine benzer şekilde, cahiliyyenin bir başka boyutunu temsil etmektedir. Firavun Hâman’dan bir kule istiyordu hani, Musâ’nın ilahını aramaya çıkacaktı! Böylece güya Musâ ve akidesi ile alay ediyor, kendince Allah’a ait olan (vahiyle, Musâ ile, nübüvvetle v.d.) her şeyi hâk ile yeksân ediyordu. Oysa hâk ile yeksan, zîr u zeber olan, kendisiydi…
Demek ki firavunluk tarihte kalmış değildir, her zaman için var olan bir kişiliktir, bir tutum ve davranıştır, bir zihniyettir. Dünyaya, hayata ve insana bakıştır, dünya görüşüdür.
İşte Firavun’un Musâ’nın Allah’ını bir kule ile göklerde aramak şeklindeki meydan okuyuşu misali, sanki Muhammed (sav)’in Allah’ını göklerde arama gibi bir müstekbirlikle karşı karşıyayız.
Demek ki krallar, Beytullah’a da tepeden bakmayı sevmektedirler. Öyle ya, kral olduğunuza, kendi sıradan halkınızın adeta ilahı olduğunuza, bütün o mekânların, dağların, ovaların, -varsa- akıp giden ırmakların, petrolün ve Kâbe’nin rabbi olduğunuza nasıl inandıracaksınız? Kendi halkına karşı tam bir tanrı-kral, dünyanın egemenleri yanında ise, giyotin boynuna ineceği güne kadar halayıklık rolü oynayanlar, tabi ki kulelerden tavaf yapacaklardır. Daha doğrusu bunun adı artık tavaf değil, Kur’an’ın Mekke cahiliyyesinin salâtlarını tanımlaması (Enfal, 35) türünden bir etkinliktir.
Tavaf, Allah’ı anmaktır, ihramlı ve yalın ayak, hiçbir sınıf, zümre, statü gözetmeksizin, bütün müminlerle birlikte, yan yana yapılan tavaf, Allah’a gönülden itaat etmeyi, O’na boyun bükmeyi sembolize eder. Tavaf, müminleri rikkate getirir, kalpler incelir, duygular alabildiğine coşar, işlenmiş günahlar hatıra getirilir ve can ü gönülden tevbe edilir. Lebbeyk duaları ile Allah’a gerçek anlamda söz verilir. Bilmiyorum, bizzat yaşamadım ama belki de ilk defa hac yapan bir mümin, hayatında kendisini Rabbine ilk defa bu kadar yakın hissedecektir. Bütün bunlarla, zemzem Tower’dan tavaf(!) yapmak arasında nasıl, hiçbir ilginin olmadığı gayet net anlaşılmaktadır.
Ebu Bekir, Ömer veya Ali gibi, yaşam tarzıyla, yediği-içtikleriyle ve giyim-kuşamıyla halkından daha dûn olan ‘Emire’l-Mü’minîn’ler değil tabi söz konusu olan. Söz konusu olan, merhum Malik b. Nebî’nin deyimiyle kadın, dolar ve Yahudi asrı olan bu asırda, kökeninde Yahudi sermayesi bulunan batılı güçlerin vesayeti ile o towerlara tırmananların, gayet doğal olarak tavafa, Kabe’ye tepeden bakmalarıdır.
Muammer Kaddafi’nin, bir camiye ayakkabısıyla girdiğini bir hatırat kitabından okuduğumu hatırlıyorum. Bilhassa Arap şeyh ve krallarında böylesine bir kibir var. Katoliklerin Papa’sı kadar olsun, mescidlere saygı gösteremeyenler, maalesef Harameyn’in mütevellisi olmaktadırlar. Allah da bunu mutlak surette reddettiği halde… (Tevbe, 17-18).
Mina’da taşlanacak üç şeytan kimler ola?
Mina’da temsilî şeytan mahalline herkes farklı şeytanlar dikebilir, herkesin ‘üç şeytan’ı kendine göre farklı olabilir; bizim mahallenin insanına sorulsa, kimisi siyonizmi, kimisi ABD’yi, kimisi bütün bir batıyı, kimisi IŞİD’i, kimisi PKK’yı yerleştirebilir. Ali Şeriati’ye sorarsak bize, firavun, karun ve belam ismini verecektir ve elhak doğrudur da. Ama benim oraya dikeceğim üç şeytandan biri, hiç tereddütsüz, sahip olduğu hazinenin kıymetini bilmeyen; hazineyi, uzun asırlardır süren yoğun mankurtluğu sebebiyle, bu zikrettiğim şeytanlara peşkeş çeken ümmetin can yakan silueti olacaktır. Yani ümmetin çok koyu, derin cehaleti…
Yüzyıllardır süren koyu cehaletimiz bizleri bugün böyle bir çıkmaz sokağa hapsetmiş durumdadır. Zemzem towerları bu ümmetin yegâne kibir anıtları olarak görmemek gerekir. Gerçek kibir anıtlarımız esasında ümmetin her yerinden fışkırmaktadır. Müslüman müslümana karşı kibirden duvarlar örmekte, din kardeşimizle iletişim kurmamak için elimizden gelen çabayı göstermekteyiz. Allah’ın emrettiğini biz yasaklamaktayız.
Kur’an, Müslüman olduğunu söyleyen ümmete kaynaklık etmemektedir. Suudi kralları Kur’an’a, ezana, salât’a, Mescid-i Haram’a, oraya gelmiş Allah misafirlerine bir kulenin tepesinden bakmaktalarken, buralarda da ehli kıble, Kur’an’ı değersizleştirmekte, mümin kardeşine tepeden bakmakta, kendi meşrebi dışındaki herkesi adeta kâfir gibi görmektedir. Namaz, hiçbir tevhidî değişim gerçekleştirmeyen, tamamen bireysel bir ayine dönüşmüş durumdadır. Müslüman, kafirlere gösterdiği müsamahayı, Müslümanlara göstermemektedir.
İşte biz müminler, nefislerimizdeki bu putları gerçek anlamda taşlamalıyız.
Mina’da şeytanı taşladığımızda esasen, anlatmaya çalıştıklarımızın hepsini taşlamış oluyoruz. Çünkü şeytan bütün kötülükleri temsil ediyor. Ama Mina’da ayağındaki terliğini fırlatan hacı, taşlamadan acaba ne anlamış olabilir?…
Hacc dönüşü yakınlarımız ve dostlarımıza dağıtacağımız tesbih ve takke gibi hediyeler konusunda marka seçimi tavsiyeniz var mıdır?
Tabi ki bu sorunuza mutlak surette ‘hayır!’ diyeceğiz. Tesbih denilen, doksan dokuz taneden oluşan boncuk, aslında niçin parmaklarımızı üzerinde oynattığımızı bilmeden, gayrı ihtiyari yapılan bir iş olmuştur. Bunun yerine, önce kendi nefislerimize ve sonra da hacdan dönen kardeşlerimize, Allah’ı her türlü şirkten arındırma bilincini kuşanmayı hatırlatmak isterim. Kur’an’ın en önemli anahtar terimlerinden olan tesbîh’in doksan dokuz taneli bir boncuğa dönüşmesi, hemen hemen bütün kavram ve değerlerimizi paçavraya dönüştürdüğümüzün, acı bir numûnesidir. Allah’ı tesbih etmenin sayı ile, atölyelerde kimyasal maddelerden imal edilen boncuklarla hiçbir alakasının olmadığını kavradığımız gün, inşallah bazı şeyler değişmiş olacaktır.
Takkenin de boncuktan geri kalır tarafı bulunmamaktadır.
Alacağımız kurbanlığın kebap ve kavurma yapımı için uygunluğunu nasıl anlayabiliriz? Kurbanlık seçiminde bu hususların önemi nedir?
Elbette bütün kurbanlık hayvanlar kebap ve kavurma için uygundurlar. Allah da bu hayvanları biz kulları için rızık olarak yarattı. Bu hayvanların helal ve temiz olanlarından yiyip içmemizi de emir buyurmaktadır. Fakat rabbimiz bir şey daha emir buyurmaktadır: takva! Kurban kesimi, fakirleri kurban sofralarına dâhil edebildiğimiz oranda ‘bayram’ olmaktadır. Aksi takdirde çok berbat bir et festivali icra etmekteyiz. Takvadan nasibini almamış et festivali bir nebze, belgesellerdeki vahşi hayvanların geyiğin üzerine abanma görüntüsünü andırmaktadır. Neredeyse herkes bayram gününde kurbanın fiyatı, kilosu, eti ve yağı ile alakadar olmaktadır. Rabbimiz ise ezelden ebede uyarmaktadır: Kurbanlarınızın ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşacak değildir; Allah’a ulaşacak olan takvanızdır! (Hac, 37). Takvamız ise, rızıklarımızı muhtaçlarla paylaşmaktır.
Bizim kurbanlarımız yetimlere, fakirlere kavurma olurken biz de, infakın dayanılmaz mutluluğunu yudumlamalıyız.
Söyleşi sorularımızı nasıl buldunuz? Bize ve okuyucularımıza başka bir mesajınız var mı?
Sorularınız sıra dışı ve güzeldi… Bu güzel sorular için çok teşekkür ediyorum. Allah, çabanızı bereketli kılsın.
Kendime ve bütün mümin kardeşlerime mesajım, kâffeten / hep birlikte silme girmemiz, yani gerçek bir teslimiyetle Allah’a kul olmamız, açıkça düşmanımız olan şeytanın peşine düşmememiz (Bakara, 208), hep birlikte felaha ereceğimiz bir dünya kurmak için hiç yılmadan mücadele vermemizdir.