Cumhuriyetin ilanıyla birlikte ortaya çıkan yeni paradigmanın doğurduğu kimlik ihtiyacı, Türkçülük ve vatan temelinde tanımlanmaya çalışıldı. Asıl zorluk bu kimliğin içinin doldurulması sırasında yaşandı. Gerçek şu ki, ulus inşasında en önemli etken köken inşasıdır. Cumhuriyet modernleşmesinin köken mitini İslam dışı ve Osmanlı öncesi dönemlere dayandırılma çabası başka sorunlara kapı araladı. Devletin kimlik tanımı ile halkın kimlik algısı önemli ölçüde bölündü.
Cumhuriyetin modernleşmeci elitleri tarafından yürütülen dilde Türkçeleşme ve bunun sonucunda özellikle Arapça kökenli kelimelerinden Türkçeyi arındırma çabaları, doğrudan İslam’la ilgilidir. Çünkü dil zihniyetin en önemli taşıyıcı parametresidir. Türk milliyetçiliğine dayalı bir ulus inşa etmek için ona uygun bir dil üretmek gerekir. İşte bu dilin din dili üzerindeki bozucu etkisi yoğun olarak devam ediyor.
Türk ulusal kimliği, asıl krizi 1980 sonrası bastırılmış kimliklerin geri dönüşü sırasında yaşadı. Cumhuriyetin Türkçülük ve laiklik politikalarıyla baskıladığı kesimler olan Dindarlar, Aleviler ve Kürtler kendi kimlik tanımlamalarıyla geri döndüler. Bugün yaşadığımız gerilimin temelinde geri dönen kimlikler ile merkezin kimlik tanımı arasındaki gerilim yatmaktadır. Aslında Ak Parti döneminde yaşanan açılım politikaları devletin düştüğü kimlik krizine bir cevap arayışıydı. Ancak merkezi kontrol eden güçlerin etkisi, Erdoğan’ın 15 Temmuz ve Hendek dolayısıyla yaşadığı hayal kırıklığı ve paradigma değişimi sonucu güvenlik politikalarına geri dönmesi, Ak Parti MHP ortaklığı açılım politikalarının konuşulmasının bile zor olduğu bir siyasal ortam doğurdu. Türk siyasal kültürü güvenlik söz konusu olduğunda özgürlük ve adaletin kolayca ihmal edilebileceği bir zihniyet dünyasına sahip. Bu yüzden özgürlüğü ve adaleti feda etmeyen bir güvenlik anlayışının izini sürmek gerekir.
Tüm modernleşme tarihi dinin, geriliğin, ilkelliğin merkezi olduğu tezinden hareket eder. Auguste Comte’un tarihi analiz ettiği üç aşamalı yasası, Türk modernleşmesinin de derinden etkilendiği, modern düşüncenin temelini oluşturur. Teorinin özü şu: Dinin ve metafizik öğretilerin egemen olduğu Teolojik ve Metafizik dönem geride kalmıştır. Modern dönem bilimin ve aklın egemen olduğu Pozitif dönemdir. Pozitif dönemde insanları yönlendiren hukuki ve ahlaki ilkeler bilim tarafından belirlenecektir. Hiç kuşku yok ki, Atatürk, büyük ölçüde pozitivist dünya görüşüne bağlıydı. Nitekim ” Hayatta en hakiki mürşit(yol gösterici) bilimdir, fendir” ifadesi de bunu anlatır. Artık hayatımıza anlam katan değerler din tarafından değil, akıl ve bilim tarafından belirlenecektir.
Türk modernleşmesi izlediği din ve kültür siyaseti yönüyle Türkiye’yi zihinsel olarak bölmüştür. Kuşku yok ki, Cumhuriyet modernleşmeci kadrosu için asıl büyük tehlike, Batılı emperyalistlerin sömürgeci politikalarından değil, gerici olarak tanımlanan Anadolu halkının Müslümanlığından ve etnik farklılıklardan kaynaklanıyordu. Bu yüzden oraya ait mücadele hem uzun sürmüş hem de oldukça çetin geçmiştir.
Aslında bugün bile siyasetin merkezindeki hesaplaşma bu iki güç üzerinden tekerrür etmektedir. “Kemalistlerin ve onları da içine alan daha geniş bir Batılılaşmacı modernleşmenin temel sorunsalı, temelde küresel güçlere uyum çabasıdır ve bu, Batı sistemi ve bu sistemin kendi iç çelişkilerini (faşizm /demokrasi, teknoloji/ekoloji, toplumculuk/bireycilik…) ve iç dönüşümlerini (Avrupa/Amerika, liberalizm/ulusçuluk/ sosyalizm) dikkate alarak biçimlenmektedir. Tek korkulu güç ise ‘gerici olmaya yazgılı’ olan Müslüman kitlelerdir.”(1)
Öte yandan modernleşme projesi, kendi içinde sorunlu bir tarihe sahiptir. Özellikle her dönem sorun olan rüşvet ve iltimas sorunu bütün şiddetiyle devam etmekteydi. Bu da yapılan değişikliklerini ahlaki zeminini çürüten bir faktördü. Y. Kadri Karaosmanoğlu, bu dönemi şöyle anlatır: ”Milli mücadeleciler ve o günkü devrimciler kadrosunu bir kazanç ve menfaat şirketi karakteri taşımaya başlamıştı. Bunlardan kimi arsa spekülasyonu, kimi idare meclisi üyelikleri, kimi taahhüt işleri, kimi de her türlü komisyonculuklar peşine düşmüş bulunuyordu.”1925 yılına kadar Mecliste rüşvet suçlamaları çokça tartışıldı. Suçlanan milletvekillerinden biri: “Hepimiz, başta reisimiz olmak üzere, zenginleşmek lazımdır, demokrasi zenginliğe dayanır demiyor muydunuz? Hepiniz aynı işlere girmediniz mi?”(2)
Genelde Batı dışı modernleşme çabalarının asıl sorunsalı, kendi kültürel dinamikleri konusunda yaşanmıştır. Türk modernleşmesi de aynı sorunsalı yoğun olarak yaşamıştır. Mahmut Esat Bozkurt, siyasal anlamda modernleşmenin Türkiye’nin en öncelikli sorunu olduğunu şu cümlelerle anlatmaktadır. “Şapka giymek, Musul’u almaktan daha önemlidir. Çünkü böylece sakat bir zihniyet yok edilmiş olmaktadır.” (3)
Cumhuriyet modernleşmesi bir kimlik bölünmesine sebep olmuştur. Son dönemlerdeki siyasal kamplaşmanın bir nedeni de budur. Ancak kamplaşmanın bazı farklı kimlikleri bir araya getirmesi ümit verici olsa da bunun bir siyasal hesaplaşmanın dışında kalıcı bir zihniyet dönüşümüne yol açıp açmadığı konusu hala yeterince açık değildir.
Böyle bir ortamda girişilen anayasa değişikliği çalışmalarının başarı şansının çok düşük olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü modernleşme ile Müslümanlar ve Kürtler arasında kalıcı bir birliktelik sağlanmış değildir.
- Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, Çıra yayınları, s:443
- Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, s: 671. Aktaran, Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, Çıra yayınları, s: 442
- Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, s:437
Farklı Bakış / Yusuf Yavuzyılmaz