Geçen yıl okudum, Falih Rıfkı ATAY’ın “Zeytindağ” isimli kitabını. İlginç, aşağı yukarı 100 yıl sonra yine güney, yine kargaşa, karmakarışık ortamlar ve Müslümanlar. Yalnızca, Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine Türkiye Cumhuriyeti var. Çarpışanlar, toprakları üzerinde oyun oynananlar, ölenler aynı. Oyun oynayanlarda aynı. Değişen sadece, dedeler yerine torunlar.
Cemal Paşa, “çölde 3 gün aynı kalan bir şey yok” derken durumu net anlatır gibi.Yüzyıl öncesini zihinlerimizde canlandıramıyoruz ama şimdiyi iyice anlayabiliyoruz ve görebiliyoruz. Hala Müslümanların kalpleri ve zihinleri karışık. Kim, kim ile, kiminle belli değil. Birileri, bir var bir yok.
100 yıl önceki emperyal güçler yine işbaşında. Aynı bölgede aynı senaryolarla av paylaşma sahnesinde. Bunları görünce aklıma hep “Afrika’da Fil Yakalama” sahnesi gelir. Derler, Müslüman aynı delikten iki defa ısırılmaz. Nafile, Temel’in ters yolda gidişi gibi ne biri, hepsi ters yolda. Kime güveneceksin?
Nasıl bir Suriye? Ne bereketli topraklar? Ne kadar da seveni varmış? İttifaklar sürekli değişiyor. Gelen, giden, görüşen, saf belirlemeye çalışanlar. Bu aralar Ankara’ya biri geliyor, biri gidiyor. Çölde üç gün aynı kalmıyor. El Bab’ı da tanıdık. Yüz kırk günde çok canlar gitti. Yetkililerin daha fazla içeriye girmemeliyiz demeleri; işin ciddi olduğunu, çölün içeri doğru çektiğini görmüş olmalarıdır.
Tam 100 yüzyıl önce, bu topraklar ne paşalar, ne akıllı, ne uzak görüşlü insanlar gördü. Onlar her şeyi gördüler ama bir türlü vahyi ve resulünü, sünnetini göremedi. Hep birilerini kurtarıcı olarak bekledi, yok Mehdi gelecek, yok Mesih gelecek, yok Köroğlu gelecek. Gelen yoktu. Hep büyük gözüktü adamlar. Gerçek gibiydiler ama karton imiş. Zaman geçti, tarih yazmaya başladı, görüldü ki işler öyle değil. Hep sonuç odaklı düşününce, başkada çıkar yol yok. Hatalar, yanılmalar peş peşe. Sonuç; Yanıldık olacak.
Eskiden bunadı mı? Derlerdi. Şimdi ‘
Alzheimer’ diyorlar. Yani hastalıklı bir hal. Tedavi şart. Kukla resimlerle hayata bakmaya çalışmalar. Karşında, büyük bir kale gözüküyor. Bir de bakıyorsunuz ki kaleler kartondanmış! Akletmek nedir acaba? Hâlâ devam eden bir yerlerin adamı meselesini halledememiş, her yeni devrin silahşorları kahraman gibi ortalarda geziyor. Adalet kavramını, Cuma hutbelerinde okuyarak adaletin geleceğini bekleyen insan toplulukları haline gelindi. Nasıl mı? Galiba bunun cevabı da, Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ makalesinde..
İki günlük dünyada bir bakarsınız samimi görülen adamlar, iktidardan yararlandıkça samimiliği devam ediyor. Adamcılık hâlâ geçerli akçe durumunda. Bunun adamı, şunun adamı. Bir türlü kendi olamayan yığınlar. Vahiyden uzak olunca, her şeyden uzak kalınıyor. Zamanı okuyamayan fikir adamları. Kendileri büyük gözüküyor ama fikirleri hep küçük kalıyor. Çözüm bulmaları da zor gibi. Çünkü çözüm metodu yanlış. Çözüm ise, sorunu ortaya çıkaran kafadan ayrılıp, düşünme biçimini değiştirmektedir. Uğraşlarda bu alanda olmalıdır. Analitik düşünme biçimi üzerinde çalışmaktır. Yoksa akletmenin gerçekleşmesi zor görülmektedir.
Temel’in fıkrası ile bitirelim. Temel kamyonuyla alt geçitte kalır. Geri git gidemiyor, ileri git gidemiyor. Birini çağırırlar. Çözüm için kamyonun tekerlerinin havasını almaya çalışır.
Temel ise kızar ve bilgeliğini konuşturur; Uşağım problem yukarıda, aşağıda değil.