Kelime anlamı bilgisizlik olan cehalet, sözlükte anlamlı harfler bütünlüğü gibi dursa da ete ve kemiğe büründüğü zaman toplumsal anlamda felaketlere yol açabilen bir davranış çeşididir. Bununla beraber cehalettin zıttı olan bilgi ise cehalet ile süslenmediği takdirde toplumlara güven, huzur, adalet gibi fıtri sahalar açar. İnsanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu yakalaması doğru bilgiye ulaşmak ile beraber cehaleti uzaklaştırmak ile olur. Nitekim yüce Kuran bu konuda “Cehalet içinde gaflete dalmış olan yalancılar kahrolsun!” (Zariyat.10-11) diyerek cehaletin Allah indinde ki durumunu bize bildiriyor.
Herhangi bir konu hakkında bilgi sahibi olmak kişinin o konu hakkında daha sağlam adımlar atmasına vesile olur. Aksi takdirde kişi, ya zanna göre hükmeder ki zan “hakikat bakımından bir şey ifade etmez.” (Necm.28) ya da bilenlerin bilgisine -doğru ya da yanlış hiç fark etmez- mahkum olur. Sonuçta yanlış kararlar ve yönlendirmeler kişiyi altından kalkamayacağı bir yükün altına koyar. Bu konunun, daha iyi anlaşılması ve somutlaşması için hayatın içinden bir kesiti sizler ile paylaşmak istiyorum.
Hikayemizin kahramanı olan Ahmet Efendi, arabası bozulmuş olan oğlunun isteği üzerine onu kıramaz ve arabayı tamirciye götürür. Arabanın bu anlamda “cahili” olan kahramanımızın oğlu, tanıdığı bir ustaya yönlendirir ve işinin yirmi dakika süreceğini seksen lira civarında bir ücret ödeyeceğini söyler. Ahmet Efendi tamirciye gider ve problemli bölgeyi ustaya anlatır ve usta gayet güzel bir dille onu karşılar ve işe koyulur. Problemli yere çözüm bulan usta arabada birkaç yerin daha problemli olduğunu söyler ve bu problemler giderilmezse arabanın tekrardan aynı probleme maruz kalacağını söyler. Kahramanımız ustanın bilgisine ve yönlendirmesine mahkum olduğundan usta ne derse onu tasdikler ve yapmasını ister. Sonuçta dört saat kadar bekleyen Ahmet Efendi beş yüz lira verip tamirciden ayrılır.
Kahramanımız oğlunun yanına varır. Değişen parçaları ve fiyat listesini oğluna gösterir. Oğlu ona bu kadar parçanın değişmesine ne gerek vardı der ve ustanın ona yalan söylediğini söyler. Ahmet Efendi bu durum karşısında ustaya ve oğluna kızmakla beraber en çok da kendisine kızar. Bu ve buna benzer durumları bir daha yaşamaması gerektiğine dair uzun bir süre telkinde bulunur. Daha sonraları bilgisi olmadığı konuları kaynağından öğrenmeye çalışan Ahmet Efendi, bilmeden, sorgulamadan, öğrenmeden herhangi bir işe koyulmaz.
Kahramanımızın ve diğer kişilerin başına gelen ve küçük cehaletin sonucu olan bu menfi durumlar gelip geçici olmakla beraber süreç içerisinde unutulmaya yüz tutacaktır. Arabanın veya diğer konuların cahilliğinin vermiş olduğu sıkıntılı süreçler en fazla kişinin ölmesiyle birlikte ortadan kalkacaktır.
Bize düşen bu ve buna benzer konularla ilgili dersler çıkarmaktır. Her cehalet, telafisi mümkün ya da unutulmaya yüz tutan kayıplarla sonuçlanmayabilir. Öyle cehaletler vardır ki telafisi mümkün olmamakla beraber kişiyi ebedi anlamda altından kalkamayacağı bir yükün altına koyar. Yegane rehberimiz olan Kuran, bu ve buna benzer cehaletlere karşı bizleri uyarmış ve bizlere yol göstermiştir.
“Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım.” (Meryem. 43). Hz İbrahim’in babasına: “Hiçbir zaman unutamayacağın, ebedi hayatında sürekli olarak karşılaşacağın büyük bir sıkıntı ile baş başa kalmak istemiyorsan İslam’ın cahili (büyük cehalet) olamazsın, bunun içinde bana gelen vahyi bilmek ve ona uymak zorundasın ki bu konudaki cehalet diğerlerine benzemez.” demek istediğini duyar gibiyiz.
Ahmet Efendi de bu sözü duymuş mudur? İslam’ın ilk şartının vahye şahit olmak olduğunu aksi takdirde zanna göre hüküm vereceğini ya da bilenlerin -sorgusuz sualsiz- bilgilerine mahkum olacağını, dinde cehaletin ebedi bir sıkıntıya maruz bırakacağını biliyor mudur? Egemen güçlerden Allah’tan korkar gibi korkan ve dünyayı da Allah’ı sever gibi seven, resmi ideolojilere kulluk eden, bilgilerini cehalet ile süslemiş din adamlarının, mabedlerde ve TV’lerde empoze ettiği din anlayışından kendini soyutlamış mıdır? Atalardan, din adına gelen bilgilerin sorgulanmasını gerektiğini aksi halde Allah’ı değil de Şeytan’ı razı edeceğini öğrenmiş midir? Eğer bu soruların cevabı “hayır” ise ateşten kurtulmak isteyen, ateşi unutmak isteyen ve bilginler ile aynı yeri paylaşmak isteyen Ahmet Efendilere de Allah “hayır” (Fatır, 37) diyecektir. Vesselam.