BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA HİCAZ CEPHESİ
Bilgay ESEMENLİ
Bu savaşa bizzat katılmış olan Naci Kıcıman’ın hatıralarından aldığımız satırlar, bu müdafanın ne güç şartlar altında cereyan ettiğini göstermektedir.
MEDİNE MÜDAFAASI
-Hicaz Elimizden Nasıl Gitti-
Naci Kaşif Kıcıman
-“Bu günlerde güneş, tamamıyla köpürmüştü. Gölgede hararet 47, güneşte 72 dereceye kadar çıkıyordu. Fakat böyle bir güneş altında bulunmamış olanlar, onun şiddetini takdir edemezler. Fakat bu çok acıdır. Böyle günde etrafınızda ağaç, demir, taş toprak; hatta su, ne varsa hepsi ateştir. Ceketinizin düğmesine elinizi dokunamazsınız. Hatta elbiseniz, o sizi koruyacak gömleğiniz dahi merhametsizdir. O da vücudunuzun teninden sıcaktır. Nasıl olur da, bu ateş içinde yaşadığınıza hayret edersiniz. Evet, böyle bir günde güneş altında yürümek mecburiyetinde kalırsanız göz kapaklarınızın kapanmadığını çok acı bir şekilde pek acı bir surette hissedersiniz. İçtiğiniz bir-iki-üç testi su, üç dört dakika sonra bir küp gibi vücudunuzun her tarafından sızmaya başlar.” (sayfa 111 -112)
-“Medine’de yetmiş bin kişilik ahaliden 3 bin kişi, hemen hemen üç bin kişi kadar kalmıştı. Bunlar arasında Osmanlı kağıt parası, 23 ve en fazla 25 kuruşa geçiyordu.”
-“26 Mart 1334’te kuzeyden son posta treni geldi. Mektuplarımızı gazetelerimizi, yiyecek, giyecek ve muhtelif eşyayı getiren bu tren -pek acı bir hüsran ile söylüyorum- maalesef son tren oldu. Bundan sonra Medine müdafileri, medeniyet alemi ile bedevilik arasında ne yapacağını şaşırmıştı. Medine’de olduğumuz halde bir medeni gibi yaşamak kabil değildi. Pek tabii ki, bir bedevi gibi de yaşayamazdık. Bu şaşkınlık uzun müddet devam etti. 28 Martta biz de Medine’mizden’ medeniyet alemine bir tren hareket ettirdik. Bu da bizim son selâmlarımızı, mektuplarımızı götürüyor ve bir daha dönmeyeceğimizi biliyormuş gibi hırçın ve haşin bağırıyordu.”
-Muhasaradan sonra Medine Medayin-i Salih ve Tebük şimendifer tamirhanesi mıntıkasında on-oniki makine kalmıştı; bunların içinde tabiatiyle sağlam, arızasız seyri sefere elverişli kaç lokomatif vardı bilmiyorum. Fakat bunların mideleri ve kursakları için zaruri olan kömür yerine çöl sopaları kullanılır. Ve her bir kilo sopa toplayan kahramana 80’er kuruş mükâfat verilirdi. Maden kömürü meselesi bu suretle halledilmişti; fakat ufak bir mesele daha vardır ki, o da çölde su ile kateden trenlerin su ihtiyacı idi. Vakıa bazı istasyonlarda hazırlanan su depoları vasıtasıyla bu ihtiyacın tatmini düşünülmüştü. Ama “bu su, filan depoya kadar yetişir” şeklinde verdiği karar, yanlış da çıkardı.
-Bedeviler Cudda ve Hediyye arasına sokuldular ve demiryolu raylarını, iki yüzünü kullanılamaz hale getirinceye kadar tahrip ettiler, istasyonlar arasındaki hattın tahribatına mâni olmak için Seferî Kuvvet’çe alınacak hiç tedbir yoktu. Binaenaleyh Midevvere istasyonundan Medine’ye kadar elimizde kalan yerler günden güne harap oluyordu. Gerçi tahribat mahalline derhal yetişen tamirci müfrezeleri ve muhafızlar tarafından, demiryolu, geçilebilir bir hale konuluyorsa da, bu suretle vaki olan tamirat, üzerinden geçecek trenlerin kağnı arabasından fark edilmeyecek bir sürati oluyordu. Demiryolunun bu kadar bozulduğuna, bir de vagonların harabiliği katılır ve tren yolcuları her dere ve tepe dönemecinde tehdit eden rayların altındaki bomba tahribatı düşünülürse; insan, fedai de olsa salına salına gidilebilinir mi idi?” (Sayfa 214)