Abdulkadir Özkan – 16.02.2021 Milli Gazete
Başlığa bakıp hemen servet düşmanlığı yaptığımı düşünürseniz yanlış hüküm vermiş olursunuz. Çünkü kesinlikle servet düşmanlığı gibi bir düşüncem, yok, olamaz da. Sadece dünkü iki gazetede yer alan iki farklı haber bu başlığı atmamama vesile oldu. İlk haber, “İşçi borca batarken zengin servet katladı” başlığı altında verilmişti. Başlıktaki, işçi kelimesini dar ve sabit gelirliler olarak düzelterek verirsek sanıyorum meramımızı daha iyi anlatmış oluruz. Haberin içeriğinde başlığı enine boyuna açıklayan bilgiler vardı. Bu bilgilerden ikisini yine haberin ara başlıklarından aktarmakta yarar var.
Haberde, “34 milyon kişi kredi ve kart borçlusu” başlığı altında şöyle deniyordu:
“Yüksek enflasyon ve zamlar karşısında gelirleri erozyona uğrayan ve bankaların bireysel kredisine ihtiyaç duyan vatandaş sayısı bu dönemde 2.5 milyon kişi artışla 34 milyona yükselirken, milyonerlerin sayısı da 82 bin kişi artarak 308 bin 278’e ulaştı. Bankalara bireysel kredilerde kişi başı borç 25 bin liraya çıktı.”
Dar ve sabit gelirler borca batarken bundan kimlerin yararlandığı ise bir başka gazetemizde, “Tüm zamanların en yüksek kârı” başlığı altında yer alan haberde şöyle izah ediliyordu:
“Türk bankacılık sektörü, pandemi şartlarına rağmen, 2020’de tüm zamanların en yüksek kârına ulaşma başarısı gösterdi. Bankacılık sektörünün kârı, 2020’de bir önceki yıla kıyasla yüzde 22.3 artarak 59 milyar 973 milyon liraya yükseldi.”
Bankacılık sektöründe yabancı sermayenin payı ne kadardır, söz konusu sektörün kârının ne kadarının içeride kaldığı ne kadarının yabancı sermaye sahiplerine gittiği ayrı bir konu. Ancak, iktidar yanlısı bir gazetenin tüm zamanların en yüksek kârını edinen bankacılık sektörünün pandemi döneminde başarılı bir sınav verdiğini belirtmesi sanıyorum fazla söze gerek bırakmıyor.
Ancak, bankacılık sektörünün tüm zamanların en yüksek kârını bu salgın döneminde elde etmiş olmasının ciddi olarak değerlendirilmesi gerekemez mi? Hemen belirteyim ki, söz konusu yüksek kârın artan faiz oranları ile ülkemizi cazip hale getirdiği, sonuçta yerli sermayeden daha fazla yabancı sermaye çevrelerinin kazanç elde ettiğini söylemek yanlış olmaz sanıyorum. Özellikle de son faiz artışı kararlarının yabancı sermayeye ülkemizi cazip hale getirmiş olması, dışarıdan döviz girişinin artmaya başlamasının sebebinin de bu tüm zamanların en yüksek kârından pay kapma yarışının bir devamı olduğunu söyleyebiliriz.
Kısacası, bankacılık sektörünün böylesine yüksek kârı dar ve sabit gelirli insanımızın giderek daha da fakirleşmesi karşılığında elde edildiğini görmek durumundayız. Yani, insanımız içine düştüğü ekonomik sıkıntıya geçici çözüm bulmak için bankaların kapısını çalarken, sermaye sahipleri sermayelerine sermaye ekliyor. Sonuç olarak dar ve sabit gelirlilerin banklara her geçen gün daha fazla borçlanmasına yol açıyor. Gelinen noktada 700 bin kişi borcunu ödeyemediği için icra takibine uğruyor. Bu durumu bankacılık sektörünün başarısı olarak nitelendirecek olursak, karşılığı olarak da dar v e sabit gelirlilerin hayatının çekilmez hale gelmesi anlamına gelmez mi?