Telefonu alıyoruz elimize,özlemimizi hasretimizi giderelim hissiyle veya karşıdakinin hallerini duymak ümidiyle.Karşıdan Alo….Nasılsın anacığım? Diyorum.
Karşıdan sesler hemen boğulmaya, çatallamaya başlıyor.
-Nasıl olayım? Oğlum. Eeh işte diyor. Ehler başlıyor. Halsizim oğlum. Bir halsizlik var. Dizim ağrıyor. Yürümekte zorlanıyorum…
Biraz rahatlatayım diye, bahçede fazla oyalanma, sıcakta durma diyorum ama dinleyen kim.
-Ne yapıyorum ki diyor. Vücudumda derman yok, kalmadı. Biraz yemene içmene dikkat et, sıvı yiyecekler al diyorum. Yiyorum ama canım istemiyor ki serzenişleri.
Yani ne yapsam nafile.
Hemen araya giriyor, ne zaman geleceksin? Başkalarının çocukları hep geliyor. Ben herkesten daha çok geliyorum diyorum, olsun diyor. Bu sefer mazeretler bende başlıyor. iş var, çocukların sınavları var diyorum, olsun diyor.
Mesele anlaşıldı. Gelmemizi istiyor. Benimde gitmem lazım. Düştük yola. Köye vardık. Balkonda oturan güzel insan hemen doğruluyor. Yüzlerde tebessüm. Gülümseme ve mutluluk. Hasret gideriyoruz. Tabii bu hasret bir haftalık. Hemen yemek faslına geçmek için hareketleniyor. Biraz oturalım diyerek ikna ediyoruz. Bu arada ağrılar ve sızılar bitmiş gibi. Çaktırmıyoruz. Oradan buradan derken mazide olanlardan anlatılmaya başlanıyor. Sen ilk çalışmaya başladığında, tatillerde geleceğin gün gece yarılarına kadar evin üstünde(damda) beklerdim. Yoldan ne zaman inecek ışıklara bakar, yolunu beklerdim, sen gelmeden gözüme uyku gelmezdi diyor. Duygusal anlar. Ana yüreği.
Bu arada bir bakmışız zaman erimiş.5-6 saat geçmiş. Bütün ağrılardan ve sızılardan uzak. Şimşekler çakıyor. Ne yapacaksak yapmamız gereken anlar.
Bir alo’suna çok şey vereceğimiz seslere kulak vermenin, gönüllerini hoşnut etmenin zamanları. Telefonun öbür ucunda arayıp da bulamadığımız anlar gelmeden doya doya bir şeyler yapma vakti. Hayatı anlamlandırmak ve;
Kırık sese hayat verebilmek, canlandırabilmek. Çok geçmeden…
Bu yazıyı 2014 Haziran ayında kaleme almıştım. Bundan sonraki ise yazıya devamım.
Üç yılı geçmiş. Kırık ses, 2016 Eylül ayının 11’inde rahatsızlanınca çok sevdiği köyünden ayrılmak zorunda kaldı ve şehre –yanımıza geldi. Hastaneler, doktorlar, tedaviler, bazen rahatsızlanmalar bazen iyileşmeler derken bir yıl içinde 80 yılın bütün tatlı anılarını yaşatan rabbime şükürler olsun. Tam bir yıl sonra yine eylül ayının 11’inde artık dönüşü olmamak üzere köyüne gittik. Eş, dost, akrabalar ile son yapılmasını gerekenleri yaptık. Bütün aile beş gün köyde kaldık. Artık köyden de ayrılma zamanı geldi. Cuma günü ikindi vaktinden sonra ailece köyden ayrıldık evimize geldik. Bir telefon bekliyorum. Çünkü ne zaman köyden şehre gelsem yaklaşık bir saat sonra anam telefon açar, vardın mı? Diye arardı. Bir saat, iki saat, üç saat telefon yok. Kırık ses yok. Anladım ki artık anam hakkın rahmetine kavuşmuş. Yazıyı isra suresi ayetleri bitirelim inşallah.
“Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve ana babaya iyilik etmenizi emretmiştir. Eğer, onlardan biri veya her ikisi de senin yanında ihtiyarlayacak olurlarsa, onlara “öf” bile deme! Onları azarlama. Onlara güzel söz söyle.
Onlara merhamet ile tevazu kanadını indir ve şöyle dua et: “Rabbim, onların küçükken bana merhametle muamele ettikleri gibi şimdi de sen onlara merhamet et.”
İçinizdekini en iyi Rabbiniz bilir. Eğer salih kimseler olursanız, şüphesiz O, kendisine sığınanları bağışlar.”