Budapeşte’nin açık hava hamamlarından yükselen buharlar, mermer satranç tahtasının üzerine eğilen kalabalığın tepesinde öylece geziniyor… New York’taki Central Park’ta olduğu gibi Çin’de de satranç tahtaları, parklarda ortaya serilmiş… Satranç, altmış dört kare ve otuz iki taştan mürekkep zihinsel bir harp oyunudur. Tahtasının dar boyutları ve mütevazı görüntüsü sizi yanıltmasın; satrançta oynanabilecek olası oyun sayısı, tüm evrendeki atomların sayısından daha fazladır.
Satranç oyununun kökenleri kesin olarak bilinememektedir. Hindistan veya İran’da ortaya çıktığı düşünülmektedir. 14. yüzyılda İbn Haldûn, satrancı, Sassa bin Dahir adlı Hindistanlı şeçkin bir bilge ile bağdaştırmaktadır.
“Çaturanga” adında kadim bir Hint oyunu vardır: “Dört ayaklı” anlamına gelen bu kelime muhtemelen eski Hint ordusunun fil, süvari, savaş arabası ve piyadelerden oluşan dört ayrı kanadını temsil ederek birer gönderme yapıyor. Çaturanga, bugünkü satrancın birebir aynısı olmasa da onun bir öncüsü gibidir.
Bir Müslüman ve bir Hıristiyan çadırda karşılıklı satranç oynarlarken, Kral X. Alfonzo’nun Libros del Ajedrez adlı eserinden, 13. Yüzyıl; günümüzde iki satranç oyuncusu; 16. yüzyılın ikinci yarısına ait bir Farsça el yazmasında satranç oyuncuları.
14. yüzyıla ait bir el yazması, Hintli bir elçinin satrancı nasıl İran sarayına getirdiğini anlatır. Satranç, buradan Orta Çağ İspanya’sına seyahat eden Araplarca Avrupa’ya kadar götürülmüştür. Avrupa’ya ulaşmadan biraz önce İranlılar oyunu ‘’çetreng’’ biçiminde geliştirip savaş oyunu olarak kullanıyorlardı.
O dönemde, satranç taşları şu şekilde isimlendiriliyordu: Şah, bugünkü şah ile aynıydı. Günümüzde vezir olarak bilinen taşa o devirde general anlamında fırzan adi verilirdi. Fil günümüzdeki fil taşıyla ayni olup Avrupa’da yaygın olarak piskopos adıyla bilinmektedir. Feres, bugünkü ata tekabül etmektedir. Ruk adlı savaş arabası bugün kale olarak bilinmektedir ve Beydak isimli piyade askeri, piyondur.
Hem halk hem de soylular arasında popüler olan bu oyunu Abbasi halifeleri de oldukça severdi. Bu oyunun ünlü ustaları arasında Es-Sûlî, Râzî. Adenî ve İbnü’n-Nedîm bulunmaktaydı. Rus satranç ustası Yuri Averbak’ın kazandığı bir şampiyona karşılaşmasında izleyenleri şaşırtan bir hamlesi, çoğu kişi tarafından yeni ve dâhiyane bir fikir sanılmakla beraber, aslında bundan yaklaşık bin yıl kadar önce Es-Sûlî tarafından geliştirilmişti.
Satrancın tarihi, kuralları, oynama stratejileri ve ilgili problemleri üzerine, İslâm dünyasında çok sayıda eser kaleme alınmıştı. 1370’li yıllarda Hanbelî tarafından yazılan Satranç Oyunundan Hamle Örnekleri adlı eser, ‘’Kör Başrahibe ve Rahibeleri’’ adlı bir satranç hamlesinden ilk kez bahsediyordu.
Hızına yetişilemeyen büyük müzisyen ve stilist Ziryab, satrancı 9. yüzyılın başlarında Endülüs’e getirdi. İngilizcedeki Checkmate ifadesi, Farsça ‘’Şah yenildi’’ anlamına gelen Şah mat sözünden türemiştir. Endülüs’ten Hıristiyan İspanyollara ve Müstaribler’e geçen oyun, Pireneler üzerinden Kuzey İspanya’ya ulaştı ve sınırları aşarak Güney Fransa’ya uzandı. Avrupa’da satranca ilişkin ilk kayıtların tarihi, Barselona Kontesi Ermessind’in kristal satranç taşlarını Nimes’teki St. Giles Manastırı’na bağışladığı 1058 tarihli vasiyetnameye kadar gider. Bundan birkaç yıl sonra, Ostia Kardinali Damiani, Papa Vll. Gregory’e bir mektup yazıp din adamları arasında hızla yayılan bu ‘’kâfir icad’’ diye tanımladığı oyunun yasaklanmasını istemekteydi.
Satranç, Orta Asya’dan, erken dönem Rusya’sının güney steplerine uzanan ticaret yollarıyla da Avrupa’ya taşınmıştır. Dönemin en meşhur şehirlerinden Semerkant ve Fergana’da 7. ve 8. yüzyıla ait İran yapımı satranç taşlarına rastlanmıştır. 1000 yılına gelindiğinde satranç, sık kullanılan Viking ticaret yolu sayesinde daha da uzaklara ulaşmış, İskandinavya yolunu tutmuştu. Satrancın 11. yüzyılda İzlanda’ya kadar ulaştığı anlaşılmaktadır; 1155 yılında yazılan bir İzlanda destanı, bize Danimarka Kralı Büyük Knut’un 1027 yılında satranç oynadığını anlatır.
‘’Bilge’’ lakaplı Kastil-Leon kralı X. Alfonzo, 13. yüzyılda Satranç ve Diğer Oyunlar Üzerine adlı bir kitap kaleme almıştı. Son sekiz yüz yıl boyunca yaygın bir oyun ve eğlence aracı olan satranç, 1769 yılına ait “satranç oynayan robot” gibi bazı eğlenceli olaylara da şahitlik edecekti.
Macar Wolfgang de Kempelen, bir satranç tutkunu olan İmparatoriçe Maria Theresa’ya ilginç bir armağan vermeyi aklına koydu. ‘’Demirden Müslüman’’ ismini verdiği, daha sonra adı ‘’Osmanlı Türkü’’ olarak değiştirilecek olan hediyesi, çok iyi satranç oynayıp dönemin kıdemli üstatlarını mağlup eden bir otomattı. Bu otomat, aslında makine mühendisliği ile kurnazlığın uyumlu bir karışımından ibaretti. Düzeneğin içerisinde, iki büklüm vaziyette olan bir satranç ustası saklanmıştı. İnsanlar kilometrelerce uzaktan onu değil bu harikulade sarıklı robotu görmeye geliyorlardı. Oysa ‘’Osmanlı Türkü Robotu’’ kisvesinin altında tam seksen beş yıl boyunca, on beş farklı satranç üstadı bulunacaktı.
Satranç, 1001 İcat Dünyamızda İslâm Mirası,
Editör: Salim T S Al-Hassani
Dünya Bizim