Arapça bir kavram olan veli kelimesi “V-L-Y” kökünden türetilmiş, dost, (düşmanın zıddı) ahbap, yardımcı, taraftar, yol gösterici, koruyucu ve yakınlık anlamlarına gelir. Bu kelimeyi İsfehani Müfredat’ında şöyle tanımlar: “İki şey arasına kendilerinden olmayan bir şeyin girmesine izin verilmemesidir. Bu da yakınlık anlamına gelir. Bu yakınlık, mekan açısından, soy açısından, din açısından ve dostluk (arkadaşlık) dayanışma yardımlaşma ve inanç sistemi açısından olabilir.”
Çoğulu evliyadır. Kelime, Kur’an’da Allah’ın ismi olarak da kullanılmıştır. Ayrıca hukuki anlamda, bir şahsın, bir ailenin bir çocuğun vs. her türlü hareket ve halinden sorumlu olan kimse demektir.
Kavram kuranda 24 defa tekil olarak (veli); 62 defa çoğul (evliya) olmak üzere toplam 86 defa geçmektedir. Hepsi de yukarıdaki anlamları içermektedir.
Aynı kökten türeyerek azad edilen köle manasında kullanıldığı gibi, efendi anlamlarına da gelen “Mevlâ” ve onun çoğulu olan mevâlî kelimeleri ise Kur’an’da 21 âyette yer alır. Ancak Râğıb el-Isfehânî, velî kelimesini Allah ve kulun ortak sıfatı olarak kullanmasına rağmen mevlâ sıfatını yalnız Allah için kullanır.
Şimdi kuranda geçen veli/evliya kavramı ile ilgili bazı ayetleri kısaca hatırlattıktan sonra devamında da geleneksel anlamdaki veli anlayışını sizlerle paylaşmaya çalışacağım inşallah.
Nankörler benden ayrı olarak kullarımı kendilerine veliler mi edindiler? Biz onlara cehennemi konak olarak hazırladık.” (18/Kehf,102)
Allah, mü’minlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları da tâğuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır. Orada ebedî kalacaklardır. (2/Bakara, 257)
Allah mü’minlerin dostudur. (2/Ali İmran, 68)
Allah, düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter. (4/Nisa, 45)
O halde şeytanın dostlarına/velîlerine karşı savaşın- şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır. (4/Nisa, 76)
Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost/veli edinirse, elbette apaçık bir ziyana düşmüş olur. (4/Nisa, 119)
Sizin dostunuz/veliniz ancak Allah’tır, Resulüdür ve iman edip Allah’ın emirlerine boyun eğerek, namaz kılan ve zekat veren mü’minlerdir. (5/Maide, 55)
… Dininizi alay ve eğlence konusu edinenleri ve kâfirleri dost/veli edinmeyin. Allah’tan korkun, eğer gerçekten mü’minler iseniz. (5/Maide, 55)
İşte o durumda velilik (koruyuculuk) yalnız hak olan Allah’a mahsustur. O’nun vereceği sevâp da daha hayırlıdır, sonuç da daha hayırlıdır (18/Kehf, 44)
Yoksa ALLAH’tan başka dostlar mı/velîler mi edindiler? Dost yalnız ALLAH’tır. Ölüleri O diriltir, O her şeye kadirdir. (42/Şura, 9)
Sizin için ALLAH’tan başka ne bir velî ne de bir yardımcı vardır. (2/Bakara, 107)
Ey iman edenler! yahûdî ve hristiyanları taraftar/velî edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin tarafını tutarlar/ velîsîdirler. İçinizden her kim onların tarafını tutar/velî edinirse, bilsin ki o da onlardandır. (5/Maide, 51)
Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin yardımcısı/velîsidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler. Namazı kılar, zekatı verirler. ALLAH’a ve Resulüne itaat ederler. (9/Tevbe, 71)
Doğrusu zâlimler birbirlerinin taraftarıdırlar. ALLAH da takva sahiplerinin taraftarıdır. (45/Casiye, 19)
Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, andolsun ki ALLAH’tan başka sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır. (2/Bakara, 120), (13/Rad, 37)
Şüphesiz ki benim koruyucum/velîm kitabı indiren ALLAH’tır. O iyilerin de kollayıcısıdır. (7/Araf, 196)
Allah, îman edenlerin mevlasıdır. Kâfirlere gelince onların mevlâsı yoktur. (47/Muhammed, 11)
Aynı kökten türeyerek; köle azad eden ve azad edilen köle manalarına kullanıldığı gibi velî ve efendi anlamlarına da gelen “Mevlâ” ve onun çoğulu olan mevâlî kelimeleri ise Kur’an’da 21 âyette yer alır. Ancak Râğıb el-Isfehânî’nin de belirttiği gibi, Kur’an, velî kelimesini Allah ve kulun ortak sıfatı olarak kullanmasına rağmen mevlâ sıfatını yalnız Allah için kullanır.
Yukarıdaki ayetlerle birlikte Kur’an’da geçen diğer ayetleri incelediğimizde görülecektir ki veli kelimesi, dost, yardımcı, taraftar, kollayıp gözeten, yol gösterici, aydınlatıcı/mürşid, şefaat eden, yücelten gibi özellikler genelde Allah’a atfedilerek kullanılmıştır.
Görüldüğü gibi, Allah’ın veli sıfatından bahseden ve bu sıfatın gerçek sahibinin ancak Allah olduğuna dikkat çeken Kur’an, veliliği yardım edicilik ve koruyuculuk sıfatlarıyla da birleştiriyor. O halde, Kur’an her velînin mutlaka yardımcı olması gerektiğini, bir başka deyimle, yardım etmeden dostluk iddiasının anlamsızlığını belirtmektedir. Öyleyse, Allah yardım eden-velî olduğu gibi; kul da ancak Allah’a ve mü’minlere karşı yardım eden/velî olmalıdır. Kur’an’daki veli tanımı ve kullanıldığı genel anlamlar bu şekildedir. Aslında her ayet kendisini çok güzel açıklamaktadır. Hiçbir yoruma gerek kalmadan arı duru olarak gayet rahat anlaşılmaktadır.
Geleneksel dinde ya da Tasavvuf’daki veli anlayışı:
Kısaca tarif edecek olursak benliğini Allah’ta yok etmek suretiyle bir takım üstün vasıflar kazanıp, harikulade şeyler gösterebilen büyük insan anlamında kullanılmaktadır.
Hemen burada şunu belirtelim ki toplumda veli veya evliya kelimesi, ne lügat manası, ne de Kur’an’da kullanıldığı mana ile değil; daha çok bu kelimeye sonradan olağanüstü anlamlar yüklenerek kullanılmaktadır.
Velî kelimesi öyle bir anlam kaybına uğratılmış ki Allah’ın ilahlığı yetmiyormuş gibi adeta Allah’a ait özellikleri bir kul üzerinde görmek ve o kulun Allah adına mülkte tasarruf etme yetkisine sahip olduğu anlayışı hasıl olmuştur. Bu tasarrufu elde eden(!) artık gizli bilgiler ile donanmış, zaman ve mekân mefhumunun dışında kalmış, Allah tarafından özel himaye gören kimse oluvermiştir. Tasavvuf geleneğinde genelde iki türlü veli’den bahsedilir. Biri gizlidir. Gaybî sırlara erdiği için kendini saklar, kim olduğunu bildirmez. Bunlar bazen hasta (ruhsal) olarak ortalıkta dolaşırlar. Anadolu’da tabiri caizse “deliye veli” denmesi bu yüzden olsa gerek. Bazen dağlarda, bazen bağlarda, bazen de çarşı pazarlarda boy gösterirler. Genelde üstü başı yırtık dökük, saçı sakalı birbirine karışmış pejmurde bir vaziyette dolaşırlar. Dünya nimetlerinden yüz çevirmişlerdir. Bu yüzden bunlara halk arasında “Allah’ın makbul kulları da” denilir. Diğeri ise Herkes tarafından bilinen, tanınan ve sayılan Velîlerdir. Bunlar daha çok tarikat ve cemaat ileri gelenleridir. Bunlar ise, Gayb âlemi denilen görünmez, bilinmez yerlerden haberler getirir, insanların içini, içinden geçeni bilirler, Allah ile rahatça konuşup görüşerek müşkil olanların müşkilini çözerler, kendilerine uyanlara garanti cennet vaadinde bulunurlar.(!)
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de görmekteyiz ve duymaktayız ki her tarikatın şeyhi evliya’dır. Büyük velidir. Gavs’tır. Bunların birçok olağanüstü(!) özellikleri vardır ki mucizeleri bile sollamıştır. Gaibden haber vermek, ateşe hükmetmek ve ondan etkilenmemek, tahta kılıçla ordunun en ön safında savaşmak, su üstünde yürümek, havada uçmak, uzak yerlere kısa zamanda gitmek, (Tayy-i mekan) kalplerden geçenleri bilmek, az yiyecekle çok kişileri doyurmak, bulunduğu yere bereket yağdırmak, kuru odunu yeşertmek, yetiş ya hazret dendiğinde denizin ortasındaki boğulmakta kurtarmak, ölüyü diriltmek, rızkı ayarlamak vs. gibi kerametleri(!) bir tarafa; bunların kimisi Allah’a danışmanlık yapar, kimisi Allah’ın yardımcılığını yapar, kimisi Allah’ın bu dünyadaki işlerini yürütür; yağmuru-fırtınayı sevk ve idare eder, kimisi de çocuksuzlara çocuk verir.
Velî kelimesinin çoğulu Arapça’da evliyâ demiştik. Yani Türkçeleşmiş hali ile velîler demektir. Dostlar, arkadaşlar, yardımcılar, taraftarlar vb. Ama zaman içerisinde evliyâ sözcüğü de çoğul anlamını yitirip, tarikat ve tasavvuf çevrelerinde özel bir tekil anlam kazanmıştır. Bu evliya da tıpkı veli gibi olağanüstü yeteneklerle donatılmış, keramet sahibi kimseler olarak anlam kaybına uğramıştır.
Evliyanın öldükten sonra kınından çekilmiş kılıç gibi daha etkin oldukları, tasarruflarını sürdürmeye mezarda da devam etkilerini yine tasavvuf geleneği kabul eder. İnsanlar tarafından onların mezarlarını veya türbelerini ziyaret etmek ve onlardan medet/himmet ummak düşüncesinin temelinde bu anlayış yatmaktadır. Mezarda bile boş durmadığı telkin edilir. Bu yüzden onların mezarları, türbeleri ziyaret edilerek, bekârlarına kısmet aramaktan tutun, ev, araba, dükkân, iş, evlilik, sınav kazanmak, mutlu olmak gibi birçok isteklerde bulunanları televizyonlarda naklen izler oluyoruz.
Bu tür menkıbe ve hikayeler bin yılı aşkın bir tarih içinde gelişerek kökleşmiş ve toplumun damarlarında yerini almıştır. Bu efsane ve anlatılar tarihte olduğu gibi günümüzde de varlığını olanca gücü ile sürdürmektedir. Bu görüşler, bu inanışlar, ne kadar zorlanırsa zorlansın Tevhîd dini İslâm’a asla mal edilemez. Esasta şirk ile mücadele eden İslâm, bu şirk pisliğini kesinlikle kabul etmez. Bu saçmalıklar kısa bir araştırma neticesinde görülecektir ki, Hıristiyanlık, Yahudilik, Zerdüştlük, Hinduizm ve Şamanizm gibi kadim kültürlerin kalıntılarının bir araya gelmesi ile oluşturulmuştur. Bu tasavvuf rüknünün kabul görmesi için, İslam’dan biraz alıntılar yapılarak insanlara servis edilmiştir. Bu saçma inançların Rasulullah ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında kesinlikle yeri yoktu. Tasavvuftaki bu veli/evliya inanışı kadar sünnetullaha ters düşen, onu tarumar eden bir anlayış duyulmamıştır ve görülmemiştir. Allah’ın Âlemlerdeki tasarrufunu yok sayan ve ona açıkça kendilerini denk sayan bir anlayış İslam’da yoktur.
Hem çevremize baktığımızda hem Kur’an’a baktığımızda insanoğlu şimdi olduğu gibi geçmişte de bir çok kuruntu sahibi olmuştur. Kimisi kendilerinin Allah’ın oğulları olduklarını, kimisi kendilerinin Allah’ın sevgilileri olduklarını, kimisi Allah’ın Yakınları (velîleri) olduklarını, kimisi cennete sadece kendilerinin gireceklerini, kimisi de cennet nimetlerinin kendileri için hazırlandığını ileri sürmüşlerdir. Yahudiler kendilerine yapılmış İlahî uyarılara rağmen bu kuruntularda inat ve ısrar neticesinde Allah onları lanetlemiştir. Kur’ân’ın lânetlediği Yahudi ve diğer batıl din mensuplarının kuruntuları, bu kez Müslümanlarca kabul görüp benimsendi Yahudi ve Hıristiyanlar Allah’a ettikleri iftira nedeni ile Allah’ın gazabına uğrarken; bunlardan kimileri evliyâullah/Allah’ın yakın dostları, gönüldaşları oldu. Kimileri Allah’ın sırdaşı oldu kimileri Allah ile dertleşti, kimileri nazlandı kimileri Allah’tan söz aldılar kendilerine uyanları cennete götürmek için. Bu uyanlar (müritler) şeyhlerini yanılmaz kabul ettiler. Bahsettiğimiz âyetlerin ikazına rağmen Allah’ın yerini hiçbir zaman tutamayan seviyesiz kimseleri, kurtarıcı, erdirici, Allah’a yaklaştırıcı şefâat ediciler olarak kabul ettiler.
“Şeyhi olmayan, nesebi bellisiz sokak çocuğu gibidir.” Ya da “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” gibi hiçbir delil ve dayanağı olmayan akıldan ve ilimden yoksun, şeytanın bile aklına gelmeyen aldatmaya dayalı ilkeler geliştirip, kendilerinin Allah tarafından bilgilendirildiğini insanlara takdim etmek boş bir kuruntudan başka bir şey değildir. Buna mukabil kitabı ve sünneti gerçek manada kavrayıp insanları aydınlatan âlimleri, zahiri ve şeytâni kimseler olarak göstermek ise ilimden ne kadar yoksun ve postlarına ne kadar sadık olduklarının delili olsa gerek. Müspet ve zahiri bilgileri şeytânî bilgi olarak küçümsemek, bu anlayış itibari ile müritlerini, okuyup doğru düşünmekten alıkoymak ve kendilerinin ürettiği safsatalara onları boyun eğdirmek Allah indinde ve insanlık tarihinde büyük bir suçtur.
Velilik ile ilgili elbette daha birçok anlatacaklarımız vardır. Ancak bu konuyla ilgili detaylı bilgiyi tasavvuf kitaplarında bulmak mümkündür.