Kim demiş bıçaklar konuşamaz diye. Konuşurum işte, hem de bal gibi konuşurum. Zavallı insan, sadece kendisinin konuşabildiğini sanır. Aslında kendisi sağırdır da, duyma özürlüdür de bizi dilsiz sanır. Benim gibi daha niceleri konuşur. Dağlar taşlar, sular kuşlar, eller ayaklar, başaklar böcekler, geceler gündüzler, yıldızlar güneş ve ay… Hepimiz kendi lisanımızca konuşur anlaşırız da, bir insanoğlu bizi dinlemez, anlamaz.
Bıçaklar konuşmazmış, konuşuyorum işte. Bir kulak verin, bir dinleyin, duyacaksınız işte o zaman. Gerçi bir zamanlar İbrahim peygamber duyamadı, göremedi. Ama biz duyuyorduk onun yürek sesini. Güm güm güm… Sürdü İsmail’in o yumuşacık gırtlağına, kesmedi bıçak. Bir daha süründü o kutlu boyunda, bir daha. Titriyordu İbrahim’in eli, ama bir daha denedi. Kendisinden korktu önce, sözümden dönmem dedi, sıkıca tuttu bıçağın sapından. Ama kesmiyordu. Nasıl kessin bıçak, alemlerin Rabbi ‘kesme!’ demişti ona. Kulağı olan duyardı arzın inleyişini. Zaman durmuştu sanki. Toprak titriyordu acıdan. Rüzgar nefesini tutmuş, esmiyordu. Allah’ın kıymetli kulu, halifesi görevini hakkıyla yerine getirebilecek miydi acaba? Ve alemlerin Rabbi, merhamet edecek miydi?
Yavrusuna eli titreyen yufka yürekli İbrahim’in Rabbi, tabi ki merhamet edecekti. Sonsuz merhamet sahibi, kulunu seven ve başıboş bırakmayan Rabbimiz, İbrahim’i ve onun yolunu takip edenlere böylece usul öğretti. “Birbirinizi değil, sizi köleleştirecek bağlarınızı kesin” dedi. “Cani bir köle değil, özgür ve merhametli olun” dedi. Böylece duymayı, görmeyi, işitmeyi yeniden öğretti. Ama insan işte, unuttu. Yıldızları, güneşi, doğayı ve tabiatı okumayı, dinlemeyi yine unuttu, yeniden unuttu. Ve işte o an karanlıklarda kaldı insan. Halbuki bir dinlese Kur’anı, bir dinlese Rabbinin sesini, hiç yoldan çıkar mı? Duymuş olsa vahyedileni, görmüş olsa bizdeki düzeni, anlamış olsa eşyanın tabiatını; vermek varken birikim yapar mıydı? Ya da insafsızca savurganlık eder miydi? Helal varken harama uzanır da kul hakkı yer miydi? Selam varken kılıç çeker de savaş eder miydi? İlim varken cehalete koşar mıydı? Aydınlık varken karanlığa razı olur muydu? Sağlık varken hastalığa, adalet varken haksızlığa, dost varken yalnızlığa kapı aralar mıydı? Ama insan işte. O cahildir, zalimdir, kan dökendir, nankördür, unutkandır ve sağırdır.
Biz bıçaklar, insanlara kolaylık olsun diye yaratıldık. Hamarat bir alet olacaktık, ot biçip odun kesecektik. Eşya yapacak, kumaş biçecek, kabuk soyacaktık. Ama biz insan elinde hep acı gördük, zulüm gördük, kan gördük. İnsanlar birbirini boğazlıyorlar artık. Kardeş kardeşe tehdit diye bizi gösteriyor. İnce ince bileyip parlatıyorlar bizi. Biz parladıkça insanlık kararıyor.
Hep kan peşinde bu insanlar. Kurban, bir hayvanı ya da bir insanı kesmek değildir. Kurban; kişiyi Allah’a kulluktan uzaklaştıran nefsimizdeki bağları kesmenin adıdır. Bu bağları biz bıçaklar kesemeyiz. Onu kesecek olan, ancak kişinin imanıdır.
Ey insanlar, bıçaklara kulak verin. Kurbanı doğru kesin. Zira “bıçak döner sap döner, bir gün gelir hesap döner…”