Sabahın berrak aydınlığını temsil eden kuşluk vakti şahit olsun, karanlığın dibini bulup sakinleşen gece şahit olsun ki, Rabbin seni ne terk etti, ne de darıldı. Kaldı ki, sonrası senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır. ( Duha 1-4)
Terk edilmişlik hali yaşıyoruz. Allah’ın rahmet’i ve yardımına sığınarak ilerlediğimiz ve tüm mücadelemizi ilerleyebilmek için harcadığımız bu yolda nefessiz kalıyoruz. Şuurumuza kan gitmediği anlar oluyor ve işte tam da o anlarda fikrimize bir inkisarı hayal bulaşıyor. Omuzladığı tüm bu sorumluluklarla ilerlemeye çalışan insanın en çetin mücadelesi bu olsa gerek. Aldığımız her nefesin, atmış olduğumuz her adımın bir imtihan vesilesi olma bilincini içimizde kamçılarken aynı zamanda nefesimizin ve adımlarımızın bereketini görme sevdasıyla ayakta durmaya çalışıyoruz. Zifiri karanlığın kapladığı gece içinde yol alırken bu gecenin hiç bitmeyeceği düşüncesi bilincimizi öylesine çepeçevre sarıyor ki korkmaya başlıyoruz. Aydınlığın kaybolmasıyla tüm endişelerimizle tüm hüzünlerimizle karşı karşıya buluyoruz kendimizi. Gece bize türlü sorular sorduruyor.Yolların karmaşıklığı ve düzensizliği efhamlarımıza kapı aralıyor zaman zaman. Yapageldiklerimizi sorguluyoruz.
Belirsizliklerin içine doğuyor ve onlarla belli bir mücadele içine giriyoruz. Neyin mücadelesi? Kesinliğe giden yolun yolcusu olma mücadelesi. Bu yolun hiç bitmeyeceğini ve kesinliğin ulaşılamaz olduğunu, ancak kesinliğe doğru yol alındığını ve bu yolculuk halinde aklımızı bulandıran belirsizlik düşüncesinin kendi indinde kesin olan hakikat için gerekli bir reçete olduğunu ancak böylesi bir mücadele sonucunda anlayabiliyoruz.
Bu yolculukta etrafımıza göz attığımızda doğanın kendisinde de belirsizliğin hakim olduğuna şahit oluruz. Herşey belirsizlikleriyle bir denge halindedir. İnsan, aklının alamadığı şeyleri belli bir kesinliğe oturtmaya çalışarak onu anlamlandırmak ister. Karşılaştığı belirsizliği, düzensizliği bir düzene sokmak için buna ihtiyaç duyar. Anlamlandıramadığı yerde ise onun felsefesini yapmaya kalkar. Felsefesini yaptığının farkında olan insan ne kadar yanılabilir olduğunu idrak edebilirse şayet işte o zaman onların hikmetine mazhar olur. Hikmetinden sual olunmayanın azametine şahit olur.
İnsanlığa sürekli mutlak bir düzenin olması gerektiği fikrini neden aşılamaya çalışırlar? Mutlak düzen hayaline kapılan ve buna inandırılan insan, bunu gerçekleştirme çabası neticesinde her defasında bir kırılma yaşar ve fakat bu döngüde hapsolunduğu, mutlak düzenin dışında başka bir hakikat kabul etmediği için tekrar aynı amacının peşinde koşarak kırılmaya devam eder. Şayet bu mahkumiyetten kendini kurtaramazsa bu döngü içerisinde un ufak olur gider.
Belirsizliklerin içine doğduğumuzu kabul etmemiz ve buna inanmamız şarttır. Düzensizliği mutlak anlamda bertaraf edecek güçten mahrum olduğumuzu görmemiz şarttır. Mutlak anlamda düzenin mümkün olmaması düzenin hiç olmayacağı anlamına gelmez. İnsanlık tarihi boyunca şahit olduğumuz da bu değil midir? Düzenin daima kurulup yıkıldığı bir tarihi okumuyor muyuz?
Bundan dolayıdır ki hayal kırıklığı yaşıyoruz. Terkedilmişlik hissi yaşamamız bu yüzden.
Nefessiz kaldığımız anlarda içimizi kaplayan bu vesveseyi, bir an durup etrafımızdaki belirsizlikleri ve düzensizlikleri gözlemleyerek içimize çektiğimiz temiz havayla bertaraf edebiliriz ancak.
Ey, mutlak düzenin sahibi Rabbim. Düzensizlikler içinde düzeltebildiklerimle yetinebilmeyi, düzeltemediklerime karşı mukavemetli ve anlayışlı olmayı ihsan et bana. Mutlak bir düzenin sevdasına kapılıp hüsrana uğradığımızda içimizdeki tüm inançlarımızı kaybediyoruz. Kayboluyoruz . Öylesine kayboluyoruz ki kaybolduğumuzun bile farkında olmuyoruz. Böylesi bir kaybolmuşluktan bizi koru. Çünkü biliyoruz ve inanıyoruz ki böylesi bir inanç ve dirayetle yol alanları sen terk etmezsin. Bizi sonrasının daha hayırlı olacağı bir yolda dengeli olmayı bağışla. Buna çok ihtiyacımız var çünkü.