İdris Küçükömer’in bu kitabı 14-17 Ekim 1968 tarihleri arasında “Ortanın Solu” denen akımı eleştirmek üzere yayınlanan dört makalenin genişletilmesiyle ortaya çıkmış durumdadır. Elimdeki kitap 2002 yılında “Bağlam” yayınlarınca yayımlanmış olup 233 sahifeden oluşmaktadır ama aslında kitap 140 sahifeden sonra akşam gazetesinde yayımlanan makaleleri olduğu gibi aldığından 140 sahifeden sonrası tekrar mahiyetindedir. Kitabın, 2013 yılında “Profil” yayınlarınca yeni baskısı yapılmış durumdadır.
Kitap genel olarak başta da belirttiğimiz gibi 4 ana başlıktan oluşmaktadır bunlar: 1- Türkiye Batılılaşamaz, 2- Osmanlılarda Kapitalist Düzene Neden Geçilemedi? 3- Ortanın Solunda Paşalar ve Abdulhamit, 4-Son Bürokrat Paşaya Sorular ve Stratejik İpuçları
İdris Küçükömer, Türkiyenin Batılılaşamayacağı tezini savunmaktadır. Çünkü Türkiye Avrupa gibi kapitalist bir gelişim aşamasından geçmediğini Batı’nın tarihsel tecrübesini yaşamadığını onun için aynı kategoride değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Yazara göre Batı kilise, feodalite ve krallık gibi üçlü bir çatışmanın içindeydi. Yeni palazlanmaya çalışan burjuva sınıfı öncelikle feodal beylere karşı kralı destekleyerek kralın feodallere galip gelmesini sağladı. Daha sonra Katolik anlayışın burjuvanın gelişimini olumsuz etkilediği gerekçesiyle dinde reform çalışmaları başlattı. Protestanlık ve kalvinizm akımlarını sermayesiyle destekleyerek Katolik anlayışı durdurdu. Bunun yerine kiliseye gerek duymadan da ibadet edilebileceğini savunan protestan anlayışı hakim kıldı ki bu bireyin açık Pazar haline getirilmesi ve kilisenin vergi yükünden burjuvaların kurtulması anlamına geliyordu. Kilise ve feodalite hallolduktan sonra sıra krala gelmişti. Kralın sınırsız yetkilerini eleştirerek parlementoyu savunarak demokrasi havariliği yaptılar. Bunun amacı burjuvanın kralın yetkilerini kısıtlayan bir meclis oluşturarak ve bu mecliste bizzat kendisi bulunarak istediği yasaları kolayca yapabilmekti.
Sanayi devriminin geliştiği yıllarda bir bölgeden diğer bölgeye geçmek ancak o bölgenin senyörünün iznine bağlıydı. Eğer köylü izinsiz geçerse ölüm cezasına çarptırılırdı. Hal böyle olunca burjuva ucuz işgücünden yoksun kalıyordu. Onun içindir ki mecliste seyehat özgürlüğünü savundu. Mecliste işine gelen şeyleri konuşabilmek ve onları yasalaştırabilmek için düşünce özgürlüğünü savundu. Bu özgürlük anlayışı krallara karşı ayaklanmayı beraberinde getirdi. İlk burjuva cumhuriyeti 1609’da İspanya’da, ikincisi 1649’da İngiltere’de ve son olarak da 1789’da Fransa’da kuruldu.
Batının yukarıda sayılan süreçleri ise Osmanlı’da hiç olmamıştır. Padişah Allah’ın yeryüzündeki halifesi konumunda olduğu için doğal olarak tüm mallar ona aitti. Ve Şeyhülislamlık’da paşalar da padişahın himmetine muhtaç durumdaydılar. Doğal olarak ülkede sanayileşmeye dönük de bir şey olmadı. Burjuva oluşmadığından bu çatışmalarda yaşanmadı onun içindir ki Türkiye Batılılaşamaz tezini savunmaktadır İdris Küçükömer.
Osmanlılarda kapitalizme neden geçilemedi sorusuna İdris Küçükömer, üretim araçlarının özel mülk olarak sermaye halinde birikimi yoluyla kapitalist bir gelişmeye müsait olmadığıyla cevaplar. Batının ilkel birikiminin ise esas kaynağının haçlı seferlerinden sonra Merkantilizmin zorladığı yeni kıtaların keşfi ile birlikte, yeni ve eski dünyanın nüfuz edilebilen bölgelerinde birikmiş servetlerin yağma edilmesi, esir ticareti ve oralarda kurulan sömürü ağlarıyla sağlanan zenginliklerdi diye açıklar. Merkantilizme göre bir devletin zenginliğini bütçesinde bulunan değerli madenler belirler. Öyleyse bu değerli madenlere sahip olabilmek için sömürgeciliğe başlamak devletlerin en doğal hakkıdır. Batı değerli madenlere el koymayı kendinde bir hak olarak gördüğünden ilkel birikim sağlamıştır. Başkalarının ölümü ve sefaleti üzerine kurulan zenginlik. Bu ham maddelerin işlenerek tekrardan mamul madde olarak dünya pazarına sunulmasıyla da sömürü zirve yapmaktadır. Örneğin kakao yok fiyatına Batılı devletin eline geçtiğinde bunu işleyip çikolata olarak pazarladığında ithal ettiği fiyatın bir tablet çikolatadaki oranı %10’dur. Ama ithal ettiği fiyatın 10 katından daha fazla fiyata çikolatayı ihraç eder.
Ortanın solu ve paşalar bölümünde Osmanlının gidişatını düzeltme çabaları öncelikle padişahlardan gelmişti. Çünkü temel üretim aracının sahibi o idi. Fakat bu yenilik çalışmaları kapitalist bir gelişmeye bağlı olarak gerçekleşmemişti. Yenileşmeye öncelikle askeriyeden başlandı. Bu durum paşaların çokda hoşuna gitmedi çünkü hakimiyet onların elinden alınıyordu. Ayrıca batı yeni pazarlar arayışı içinde Osmanlı gibi çok uluslu devletlere gözünü dikmişti. Jöntürklerin batılılaşma yanlısı hareketleri onları batıyla ortak hareket etme durumuna getirmişti. Ayan ve bürokratlar hukuki bir mülkiyet isteğindeydiler ve aynı zamanda bazı batısal haklara sahip olmak istiyorlardı. Ayanın toprak mülkiyetini koruyabilmesi padişahlık gücünün zayıflamasına değil aksine yerinde kalmasına bağlıydı. Onun içindir ki Osmanlı paşaları bir takım haklar elde ettikten sonra padişahlık sisteminin yerinde kalmasını arzuluyorlardı ki onun için İslamcı akımı savunmak durumunda kaldılar.
Yazar Mustafa Reşit Paşa’yı iyi anlamak gerektiğini savunur. Batılılaşmanın ancak müesseseleşmekle mümkün olabileceğini Batının medeni denilen kurumlarının alınmasını gerektiğini savunan Reşit Paşa ortanın solu diye tabir edilen ilk kimsedir yazara göre. Batılılaşma adında gelen yenilikler “mal emniyeti”, “servetlerin müsadere edilmemesi” gibi, Osmanlı mülkiyet sistemini hukuken değiştiren, teba arasında eşitlik, kardeşlik vs. gibi bazı değerlerin laikliğe doğru da adım atarak kabul edildiği Gülhane Hattı Hümayunu,1839’da toplar atılarak kabul edildi. Gülhane Hattı Hümayunundan 1 yıl önce İngiliz –Osmanlı Ticaret anlaşması imzalanmıştı. Bu Tanzimat fermanı bu anlaşmanın akabinde gelen bir şeydi. Bunun anlamı Osmanlı için şu olacaktı; Osmanlıda Yeddi Vahit sistemi vardı. Yani Osmanlı devleti ekonomik hayata tam hakimdi. Bütün piyasayı kontrol ediyordu. İmparatorlukta herkes mal alıcısı ve satıcısı olamazdı. İşte bu haklar, bütün yerli tekelci sistem, yerliler için ağır birtakım kısıtlamalar olduğu halde, yabancı tacirler için kaldırıldı. Yabancılar %5 gibi düşük gümrük resmi ödedikten sonra Osmanlı ülkelerine istedikleri malı getirip serbestçe satabilirlerdi. Hatta sadece dışarıdan getirdikleri malı değil, Osmanlı topraklarında üretilen herhangi bir yerli malı da bir yerden alıp diğer bir yerde serbestçe satabilirlerdi. Böyle bir liberalizm sanıyorum dünyada ilk defa uygulanıyordu. O zamanlar İngiltere’de dahi böyle bir serbestlik yoktu. Bu durum yerli halkın ekonomik anlamda gerilemesine azınlıkların zenginleşmesine sebep oluyordu.
İdris Küçükömer kitabında yakın tarihe dair resmi tarihin bakışından çok farklı olarak bir analiz sunmaktadır. O günkü CHF kafasının daha sonra CHP kafasıyla aynı yolda gittiğini ve ülkeyi nasıl sömürge devleti haline getirdiğini, Osmanlı Bankasının, İş bankasının hangi amaçlarla kurulduğunu ve ülkeye ciddi zararlarını ve sömürgeci güçlerin ülkede montaj sanayinin gelişmesine imkan vererek kendi üretimini kendi yapabilen bir sanayinin önüne engel oluşunu nefis bir analizle okuyucuya sunmaktadır. İdris Küçükömer ülkedeki sağcıları sol; solcuları da sağ olarak görmektedir. Doğucu İslamcı cephe dediği kesimi AP ve DP’yi ilerlemeci CHP’yi ise Batıcı bürokrat kafa yapısında görmektedir. İdris Küçükömer’in Solcu oluşu nedeniyle alt yapıda ekonomiyi ele alıp her şeyi onun üzerinden açıklama gayreti belki tartışılabilir. Tartışılabilirlikten kastım okuyucuyu belli bir düşünme sistematiği içinde hareket etmesini sağlıyor oluşudur. Ama dikkatli bir okuyucunun çok faydalanabileceği enfes bir eserdir diyebilirim.
Hazırlayan: Bünyamin Zeran