Başbakan R. Tayyip Erdoğan 17 Temmuz günü partisinin Ankara il başkanlığınca düzenlenen iftar yemeğindeki konuşmasında, dış ve iç gündeme dair birçok konuyu değerlendirirken, değerlendirdiği konular arasına Alevilik de dahil olmuş. Belli ki Başbakan, alevi-sünni ayrımı yapılmasından duyduğu kaygıya binaen böyle bir konuşma yapmış. Bir başbakanın, yönettiği ülkede, üzerinden İblis’in bile aklına gelmeyen siyasî rantların devşirilmesi hesaplanan böyle bir kutuplaştırma, çatışma ortamı oluşturma çabalarına karşı ön alıcı ikazlarda bulunması tabi ki anlaşılır bir şeydir. Fakat Başbakanın, -şartlı da olsa- kendisini Alevi olarak tanımlaması üzerinde kısaca durmak gerekir.
Başbakan şöyle konuşmuş:
“Alevilik Sünnilik ne demek ya. Alevilik Hz. Ali Efendimizi sevmek değil mi? Alevi Müslüman değil mi? Eğer Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse, ben dört dörtlük Aleviyim. Ali efendimizi çok seviyorum. Sevgililer sevgilisinin damadı, cengaver. Onu nasıl sevmem. O nasıl yaşıyorsa onun gibi yaşamaya gayret ediyorum. Ama Aleviyim diye ortaya çıkıp Hz. Ali’nin yaşam şeklinden uzak olanlara söyleyecek hiçbir şeyim yok.”[1]
Başbakan’ın bulunduğu mevki, belki böyle bir pragmatizmi gerekli, hatta zorunlu kılmaktadır. Lakin bu gibi pragmatizmlerin hiç kimseye bir faydasının olmadığı da bir gerçektir. Aksine bu gibi ‘yararcı’ söylem ve politikalar, kavramların aşınmasına, inançlardaki belirgin sınırların flulaşmasına, siyah-beyaz netliğinin, yerini grinin tonlarına bırakmasına sebebiyet vermektedir. Başbakan’ın siyasetteki ilk öğretmeni de, Mustafa Kemal hayatta olsaydı Refah Partili olurdu gibi beyanatlar verirdi ama bunların ona da bir hayrı dokunmamıştı.
Başbakan, “Eğer Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse, ben dört dörtlük Aleviyim” diyor. “Alevilik Hz. Ali Efendimizi sevmek değil mi?” diye soruyor. Değil sayın başbakan, Alevilik ‘Ali Efendimiz’i sevmek demek değildir! Ne Alevilik “Ali’yi sevmek” demektir, ne de Ali sevmek Alevi olmayı gerektirir. Keşke Alevilik sadece aliyi sevmekten ibaret olsaydı! Alevilik, bildiğimiz manada bir mezhep de değildir, adeta bir dindir. Düşünsenize: Bizler Ebu Bekir’i severiz ama Ebu Bekirci değiliz, Ömer’i severiz ama Ömerci değiliz, Ümmül Mü’minin Hatice’yi çok severiz ama Haticeci değiliz. Hepsinden öte, bütün bu Müslümanların “anılmaya değer kişiler” olmasının yegane müsebbibi olan İslam’ın mübelliği Muhammed (sav)’i bütün insanlardan hiç tartışmasız daha çok severiz ama ‘Muhammedci’ de değiliz. Herhangi bir insanın isminin sonuna bir ‘cı’ eki getirilerek oluşturulan bir ‘din’den olmaktan Allaha sığınırız. Bizler, bizzat Allah’ın verdiği bir isme istinaden, sadece müslümanız.
Herkes bilir ki Alevilik, Aliyi sevmenin ötesinde, Ali’yi adeta tanrılaştırmaktır. Şu sözlerdeki gibi:
Ali’dir ol veliyyullah,
Ali’dir mazhar-ı Allah (Nesimî)
Ali’ye evvel, ahir, zahir, batın, rahman, rahim, vahid, ehad, ferd ve samed sıfatlarını yakıştırırlar. (Nesimi)
Ali, Farsçadaki anlamıyla Huda’dır. (Huda Farsçada Allah demektir). (Virani)
Ali on sekiz bin alemi yaratandır:
Es-Selam ey on sekiz bin alemi
Es-Selam ey var eden canım Ali (Viranî)
Ya Ali ben senden ayrı, Allah derim, gayri yok
Zikrimizdir bâ-i bismillah derim gayri yok
Nokta-i nutkundan oldu her dû alem ser be ser
Ol sebepten cümle zatullah derim gayri yok (Viranî)
Gafil kaldır şu gönülden gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi?
Yaratmıştır on sekiz bin âlemi
Rızıkların veren Ali değil mi? (Pir Sultan)
Bir ismin Ali’dir bir ismin Allah (Pir Sultan)[2]
Aleviliğin ‘Ali’si, ‘sünni’ gelenekteki Ali değildir. O artık tanrılaşmış bir Alidir. Merhum Şeriati’nin bile, “muhtelif yüceliklerin, kutsallıkların ve güzelliklerin tanrısı” olarak tanımladığı[3] ‘Ali’dir o. Bu anlamıyla da İsa’nın Allah’ın oğlu yapılmasından farksızdır.
Bu inançları paylaşmayan biri için, “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse, ben dört dörtlük Aleviyim” sözünün, siyasî pragmatizmden başka hiçbir anlamı yoktur. Bu sözlerle, Aleviliğe ilişkin herhangi bir meselenin halledilmesi de mümkün değildir. Oysa siyaset mevkiindekilerin daha açık ama ilkeli ve tutarlı olmaları, umulan faydayı daha fazla sağlayacaktır.
Ali’yi sevmek Alevi olmayı gerektirmez lakin Ali sevgisi de, Ali’yi ilahlaştıran bir sevgi olamaz. Böylesi bir sevgiden öncelikle Ali’nin kendisi beridir. Çünkü Ali, amcasının oğlu ve kayınbabası olan Allah Elçisi’nin dizinin dibinde büyümüş, İslam’ı, o ilk doğuş anında terennüm ve temaşa etmiş bir müslümandı. Bütün insanların fani bir varlık olduğunu, hiçbir insanın tanrılaştırılamayacağını, Allah’tan başka yaratıcı olmadığını, rızkı verenin Allah olduğunu; sadece Allah’ın evvel, ahir, zahir, batın diye anılabileceğini Ali çok iyi bilir ve buna iman ederdi. Bir müslümanın Ali sevgisi, İslam’ı ilk kabul edenlerden, Allah rasulünün yanında yetişmiş, cihaddaki şecaati ile bilinen, halifelerin dördüncüsü iken şehid edilen yiğit bir müslümana duyduğu muhabbetten daha öteye geçemez. Tarihte Ali gibi nice Allah erleri gelip geçti. Ali bu yiğit müminlerin ne ilkidir, ne de sonuncusu.
Ama biz inanıyoruz ki Ali, tıpkı İsa Peygamber ve annesi Meryem’in başına gelenlere (5/Maide, 116) maruz kalmış, kendisinin asla razı olmayacağı bir biçimde ilahlaştırılmıştır.
Biz müslümanlar, yaşadığımız ülkeler veya toplumlarda ne Alevi’nin ne de başka herhangi bir inanç mensubunun can, mal, namus emniyetinin ihlal edilmesini asla arzu etmeyiz. Kesin olarak iman ediyoruz ki, haksız yere bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir, bir insanı kurtaran da bütün insanları kurtarmış gibidir. (5/Maide, 32). İnançları ne kadar farklı olsa da, toplumun cahilî sebeplerle çatışmasını, birbirlerinin canına-malına kast etmesini asla temenni etmeyiz. Zaten Alevinin çatışması istenen ‘sünni’nin inancı da, arkasında durulacak, her şeyiyle sahiplenilecek bir inanç değildir. Yukarıda kaydettiğimiz Ali’ye atfen icat edilmiş vahdet-i vücutçu görüşleri Sünniler de tasavvuf adı altında ya Muhammed (a.s) için ya da başkaları için icat etmişlerdir. İnsanlar ne adına, niçin çatışacaklar? Elbette çatışmamalılar, bunun yerine bütün inanç zümreleri, ellerinin altında, burunlarının dibinde yatmakta olan Kur’an adındaki en büyük hazineye müracaat ederek, kendilerini kurtaracak olan dinlerini öğrenmeliler. Alevileri de, Sünnileri de kurtaracak olan Kur’an’dır. Alevi için de, Sünni için de izzet Kur’an’dadır.
Bir insanın bir tek dini olmalı, siyasî mülahazalarla her gün yeni bir dine girmemelidir. Biz Müslümanların dini İslam’dır. Bu Din’in kitabı Kur’an, Peygamberi Muhammed (sav)’dir. Mabedi mesciddir. Mabedde günde beş vakit salat ikame edilir. Günde beş kez ezan ile salata çağrı yapılır. Mescidde herhangi bir müzik aleti çalınmaz. Müzik eşliğinde yapılan bir ibadeti yoktur. Mescidde hiç kimsenin resmi asılmaz. Çünkü mescidler sadece Allah’ındır. Bu Din’den başka dinler merduttur, batıldır.
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (3/Âl-i İmran, 85).
[1] Sabah Gazetesi, 18 Temmuz 2013.
[2] İlyas Üzüm, Alevilik, İSAM Yay. İst-2007, s.92-94.
[3] Ali Şeriati, Ali, s. Fecr Yay. Ank-2011, s. 61.