Başlığı okuyan bazı kardeşlerimiz, “Avrupa’da yaşayan Müslümanlar oy vermeli mi ki, kime vereceğini tartışalım?” diye soracaktır. Kimi kardeşlerimiz de “Türkiye’de oy vermeyi İslami açıdan yanlış buluyorsunuz, Avrupa’ya gelince niçin oy vermekten söz ediyorsunuz?” diyeceklerdir. Kardeşlerimiz müsterih olsunlar, inşaallah kalemim döndüğünce her şeyi açıklayacağım!
Öncelikle oy verme konusuyla ilgili bu yazıyı seçimlerden sonra yazmayı özellikle tercih ettiğimi ifade edeyim. Bizim bu konudaki yaklaşımımızın seçim dönemleriyle sınırlı bir itiraz olmadığını, genel geçer, sabit bir akidevi duruş olduğunu bu yolla teyid etmek istedim.
“Akide ayrı, siyaset ayrı, akide alanı sabite alanı, siyaset alanı ictihadidir” gibi düşünceleri savunanlara “Siyaseti Akideden Bağımsızlaştırmak” başlıklı makalede gerekli cevabı vermeye çalışmıştım, ancak burada da şu kadarını ifade edelim: Siyaset evet akideden ayrı bir alandır, ancak akideden asla bağımsız bir alan değildir. Zaten herhangi bir alanı akideden bağısızlaştırmak, o alanı Yüce Allah’ın iradesinden bağımsızlaştırmak demektir ki, laiklik denilen şey de tam tamına budur. Şimdi bizim açımızdan cevaplanması gereken bir soruyla yazıya giriş yapalım: Bizler sandık başına gider miyiz, cevap olumlu ise ne zaman gideriz?Bu soru şunun için önemli: Sanki tevhidi çizgideki Müslümanlar bizatihi seçim sandığı adı verilen yönteme karşı imişler gibi algı var orta yerde. Bu algıya karşı biz duruşumuzun ne olduğunu izah etmek durumundayız.
Bugün bizler, seçim sandığının kendisine veya bizatihi seçim mefhumuna karşı olduğumuz için değil, seçimler mevcut cahiliye gemisinin kaptan ve işletmecilerini belirlemek için yapıldığından ötürü sandık başına gitmiyoruz. Allah’ın hükümlerinin hâkim değil mahkûm olduğu bir sisteme yönetici seçmeyi akidevi açıdan doğru bulmuyor, Allah’ın hükmüyle hükmetme gibi bir salahiyeti olmayan hiç kimseye vekaletimizi vermiyoruz.
Peki ne zaman sandığa gideriz? Allah’ın hükümlerinin hâkim olduğu bir toplumsal/siyasal vasatta, o hükümlerle hükmedecek yöneticilerin belirlenmesi söz konusu olduğunda, sandığa gider, vekaletimizi verir, yöneticilerimizi seçeriz inşaallah. Aksi durumda, Allah’ın hükmüyle hükmedilemeyecek bir makamı kendimiz için uygun göremeyeceğimiz gibi, başka insanları o makamlara getirmek için destekçi olmayı dürüst ve merhametli bir yaklaşım olarak da göremeyiz.
Peki Avrupa’daki/Amerika’daki Müslümanlar için durum nedir? Onların, İslam’a ve Müslümanlara doğrudan düşmanlık yapan partilerdense, o ülkelerde İslam’ın ve Müslümanların varlığından rahatsızlık duymayan partilere destek vermeleri maslahata uygun değil mi?
Öncelikle konu, kastedilen şekliyle “maslahat” zemininde ele alındığında aynı hususun Türkiye özeli için de geçerli olacağını unutmamak gerektiğini ifade edelim. Oysa İslami açıdan maslahatın, bazı fıkıhçıların savunduğu gibi kâr-zarar hesabına dayalı değil, bâtılın reddi ve hakkın ikamesi esasına dayalı ve bağımlı bir mefhum olduğunu hatırdan çıkarmamak ve değerlendirmeleri buna göre yapmak gerekir. Avrupa’daki Müslümanlar ve oy meselesi, bu konu bazı Müslümanlarca Türkiye’deki durum için bir emsal olarak gündemleştirdiği için önemlidir. Bu sebeple bu konuda İslami tutumun ne olması gerektiğine değinme ihtiyacı duyduk.
Şimdi Avrupa’daki/Amerika’daki bir Müslümanın oy verme konusundaki durumunu ele alalım. Her birinin birer küfür sistemi ve dünyadaki askeri, ekonomik ve siyasal zulümlerin merkezi veya bir parçası olduklarını bildiği halde bir Müslümanın, Müslümanların şartlarının zorlaşmaması için liberal-demokrat partilere oy verdiğini düşünelim. Ki genelde yapılması gerektiği söylenen ve yapılan budur. Oysa meseleyi farklı planda küfür ve emperyalist sistemler boyutunda değil de sadece ülke için sosyal-siyasal politikalar açısından ele alsak bile bu durumda birçok sorun ortaya çıkmaktadır.
Şöyle ki: Mesela Amerika’da Müslümanların daha rahat etmesi gerekçesiyle Cumhuriyetçi Parti’ye karşı Demokrat Parti’ye oy veren bir Müslüman, bu durumda eşcinsel ilişkiyi, kürtajı ve benzeri ahlak dışı uygulamaları da -öyle düşünmese de fiilen- desteklemiş olmaktadır. Bu konularda Cumhuriyetçi Parti’nin tavrı bu ahlak dışı uygulamaların karşısındadır. Ancak bu partinin öne çıkan vasfı, İslam ve Müslümanlar konusunda Demokrat Parti’ye göre daha sert tutumudur.Meseleyi sadece bu mikro zeminde bile ele aldığımızda, Müslümanların “bâtıldan bâtıl beğenmek” gibi bir çıkmaza düşmesi doğru değildir. Müslümanlar her nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, Allah’ın dininin şahitliğini yapmakla ve şahitlik misyonlarına ve davetçi kimliklerine halel getirmemekle yükümlüdürler.
Amerika özelinde devam edersek, bahsettiğimiz gerekçeyle Demokrat Parti’ye oy vermiş olan Müslümanlar, o partinin tüm icraatlarına ortaklık etmiş olmaktadırlar. Kürtaj, eşcinsellik gibi ahlak dışı uygulamalarında da, Afganistan’da, Pakistan’da, Irak’ta ve dünyanın çeşitli bölgelerinde Müslümanlara/mazlumlara yönelik katliamlarında da sorumlu durumuna düşmektedirler.
Aynı durum Avrupa ülkelerinde, Rusya’da vs yaşayan Müslümanlar için de geçerlidir. Müslümanlar olarak, gerçek anlamda bir çıkmaz sokak olan “ehven-i şer” düşüncesini artık ciddi şekilde sorgulamak ve felahı, yardımı, izzeti ancak Rabbimizin yanında, O’nun hayat menbaı Kitabı’nın ölçülerinde arama bilincini diriltmemiz gerekir.Oy vermenin fiili/aktif bir destek anlamına geldiğini unutmamalı ve beraatimizi ve velayet akdimizi konjonktürel hesaplarla zaafa uğratmamalıyız.