Giriş
Meryem kıssası Kur’an kıssaları içerisinde en ilgi çekici olanlardan birisidir. Bunu söylerken hemen şunu da belirtelim ki, Rabbimizin bize anlattığı kıssaların arasında bir ayrım yapma gibi derdimiz olamaz. Her mü’min farklı kıssalardan veya farklı ayetlerden farklı boyutlarda etkilenebilir. Konumuz itibari ile özellikle de hanım kardeşlerimiz tarafından Meryem kıssasının dikkatli bir şekilde tahlil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Biz Müslümanlar olarak, Kur’an kıssalarını en doğru şekilde yine en doğru olan Allah’ın kitabı Kur’an’dan öğrenebiliriz. Çünkü İsrailiyyat dediğimiz bilgi birikimine güvenerek alıntı yapmak, kaynak göstermek doğru olmaz kanaatindeyim. Kendi kitaplarını elleriyle tahrif eden Yahudi ve Hıristiyanların doğru bilgi aktarmaları oldukça zor görünüyor. İçerisinde az da olsa doğruları olabilir ama elimizde mutlak doğru varken neden tahrif edilmiş kaynaklara tevessül edelim? Örneğin Hıristiyanlar Meryem’i putlaştırdılar ve mabetlerini onunla süslediler. Süslenen mabetlerde tevhidden bir iz bulmak imkânsızdır. Kur’an’ın anlattığı Meryem’le onların tasavvurundaki Meryem asla örtüşmez. Oysa Kur’an’ın bize anlattığı Meryem, Allah’ın kulu ve O’nun seçtiği, bir muvahhide, hatta tüm dünya kadınlarına üstün kılınan, rükû eden, secde eden, ırzını ve iffetini koruyan, örnek bir mü’mine kadındır.
Bu arada ehli kitap bunu yaparken, İslam dünyasında da, Meryem’le ilgili ipe sapa gelmez bir takım tanımlamalar, yorumlar yapılmıştır. Meryem’in Peygamber olup olmadığı, Zekeriyya (as) ile evli olduğu, olmadı Yusuf’la evli olduğu, o da olmadı Muhammed (as) ile evli olduğu gibi sapkınlıklara da şahit olmaktayız. Eğer elimizdeki Kur’an Allah tarafından korunmuş olmasa, işimiz gerçekten zor. Buna rağmen Yahudi ve Hıristiyanların yaptıklarının daha fazlasını Müslüman olduğunu söyleyen insanlar da Allah’ın dinine ilave yapmışlar ve bunu da Allah’tan korkmadan, insanlara doğrusu bu diye sunmuşlardır. Söz konusu Allah’ın dini olunca, kaynak da mutlaka Kur’an’dan olmalı diye düşünüyorum. Hadisler konusunda da eğer Allah Resulü’nden bize sahih olarak ulaşan bir bilgi varsa o da başımızın tacıdır. Bu rivayetleri de belirleyici olarak, son sözü yine Kur’an söyleyecektir. Doğru olma ihtimali olsa bile, bize düşen direkt olarak vahiyden yararlanmaktır. Allah’ın bildirmediği bir konuda söz söylemek, haddi aşmak değil de nedir? Ne hikmetse gaybı taşlamak, dillerini eğip bükmek insanların hoşuna gidiyor ama Allah bundan asla razı olmuyor.
Kanaatimce bize düşen görev, vahyin izini takip etmek ve Allah’ın bildirdikleriyle yetinip sınırı aşmamak. Al-i İmran 59. Ayeti doğru anladığımızda, Allah’ın bize aktardığı bu güzide kıssayı ve Meryem’i doğru anlamış oluruz diye düşünüyorum. “Allah nezdinde İsa’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol!” dedi ve oluverdi.” Her şeyi yoktan var eden Allah İsa’nın (as) doğumunu da bu şekilde takdir etmiştir. Modern İnsan tarafından akıl yürütmeler hemen başlıyor, laboratuvar ortamına sokulmaya çalışılan bu olay, elbette ki insan aklını zorluyor. Müslüman zihin yapısında devreye hemen iman giriyor ve Allah bu şekilde takdir etmişse elbette doğrudur deyip, teslim oluyor.
İmran Ailesi hakkındaki önceki yazımızda
[1] Meryem’den dolaylı olarak bahsetmiştik. Çünkü İmran Ailesi ve Meryem bir bütünün parçalarıdır. Söz konusu yazımızda üzerinde vurgu yaptığımız konu, İmran Ailesi ve bu ailenin teslimiyeti üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu yazının içeriği ise daha çok Meryem’in iffeti ve onun anneliği üzerinde olacak. Allah’a teslim olmuş iffetli, takva sahibi her Müslüman’ın, Meryem kıssası söz konusu olduğunda derin bir iç sızlanması geçirdiğini düşünüyorum. Bu yüzden yazının başlığını “Anneliğin ve iffetin sembolü Meryem” olarak koymayı düşündüm.
Kendi adıma ben de birçok kıssa da olduğu gibi Meryem kıssasını her okuyuşumda daha fazla etkilendiğimi söylesem mübalağa etmiş sayılmam. Hani Rabbimiz Zümer suresi 23. Ayette Kur’an hakkında ne diyor; “Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu kitabın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu kitap, Allah’ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz”. Hiç bıkmadan usanmadan okunan ve üstelik her okunduğunda da ayetleri yeni okumuş gibi insana heyecan veren ve yeni yeni keşiflere ve oluşumlara (manevi olgunluk) kapı aralayan bir Kitap. Bu bıkılmadan okuma elbette ki kıssalar için da geçerlidir. Çünkü Kur’an bir bütündür. Bunun adı mucize değil de nedir? Tekrar tekrar okunan yani sayı yok, bıkmak, usanmak yok. Dünyada hangi eseri okusanız bıkarsınız ama Kur’an gerçekten bunun dışındadır. Okumaların Bizlerde oluşturduğu manevi teyakkuzun sosyal hayatta ne kadar karşılığı var bilemiyorum, hele de bu modern zamanlarda Kur’an ayetlerinin çok karşılığı olmadığı için ancak iç çekerek kendimizi rahatlatmaya çalışıyoruz. Bunun bir karamsarlık değil, bir vakıayı tespit olduğunu düşünüyorum. Doğru yapacağımız tespit, hayatımızı da doğru bir yöne yöneltmemize yardımcı olacak. Aksi halde, kıssaların bize ne söylediğini anlamadan ve hayatımıza taşımadan bize bahşedilen hayatımız son bulacak.
Meryem’in Doğumu
Kur’an’ın Meryem’le ilgili bize bildirdiği ilk ilahî haber; onun daha anne karnındayken Allah’a adanmış olmasıdır. Adanan Meryem… Ama adandığından haberi yok. Düşünün ki, sizin adınıza anneniz sizi Allah’a adıyor ve Allah da bu adağı hüsnü kabul göstererek güzel bir şekilde kabulleniyor. Yaşanan süreci ayrıntılı olarak anlatmayan Kur’an olayı bir çırpıda olmuş gibi bize aktarıyor. Kur’an’ın bu anlatım tekniğini modern insan nasıl karşılar? Moda tabirle elbette ki özgürlüğüne müdahale olarak algılar ve tepki gösterir. Bu tepkiyi gösterirken ikiyüzlü tavır takınarak bir yanda iman ettiğini diliyle söylerken diğer yanda yaşam biçimiyle tüm değerleri ayaklar altına alır. Hayatları demokratik ahlak kurallarıyla kuşatılmış günümüz Müslüman’ı adamayı adanmayı ne kadar anlar dersiniz?
“İmran’ın karısı: ‘Rabbim! Karnımda olanı sırf sana adadım, benden kabul buyur! Sen işiten ve bilensin’ demişti.”
Ayette geçen ifadeden anlaşıldığına göre Meryem’in geleceği hakkında, annesinin Allah’a olan yakarışı birtakım ipuçları verebilir. Bir annenin karnında olanı Allah’a adaması onun, tevhîdî çizgide hangi noktada olduğunu açıklar mahiyettedir. Meryem’in annesinin inandığı kesin bir şey var ki, o da şudur; çocuğun annesi hiç şüphesiz onu doğuran, fakat bir de onun sahibi var işte İmran’ın karısı çocuğun sahibinin âlemlerin yaratıcısı Allah olduğuna bütün kalbiyle iman etmiş. İnsanlara örnek olarak gösterilen ve Allah’ın seçtiği bir aileden beklenen de bu olsa gerek. Ayetleri daha sağlıklı anlayabilmek için, insanın aklına şöyle bir soru geliyor, İmran’ın karısı yani Meryem’in annesi böyle bir adakta niçin bulundu? Onun bu davranışı hakkında Kur’an bize ayrıntılı bilgi vermiyor. Ancak ayetlerin akışı içerisinde birtakım yorumlar yapılabilir. İlk olarak insanın aklına gelen; gelecek kaygısı. Tabi bu bizim anladığımız anlamda bir gelecek kaygısı değil. Birincisi, Meryem’in annesi seçilmiş bir ailenin ferdi olarak, toplumuna önderlik edecek bir erkek çocuk doğurmak istiyor da olabilir. Tevhid bilinci zirve yapmış bir annenin bu davranışı, olağan bir şey. Buna benzer bir ifade Zekeriyya (as)’da da var. Derdi, davası olan bir şahsiyet, ölüm gelip kendisini alıncaya kadar hayatını bu minval üzere sürdürür. Günümüz tabiriyle, tabi ki üzerine metal yorgunluğu çökmemişse. İkinci bir yaklaşım, İmran’ın karısının çocuğu olmuyordu ve ‘Allah bana bir çocuk verirse eğer, onu Allah’a adayacağım.’ demiş olabilir. Bugün de insanlar Allah bana çocuk verirse şunu yapacağım bunu yapacağım gibi adaklarda bulunabiliyor. Üçüncü Bir ihtimalde, insan fıtratı gereği Allah’tan bir erkek çocuk isteyip, kendisine destek olup ailenin işlerini çekip çevirecek bir yardımcıya ihtiyacı olduğunu düşünebiliriz. Geçmiş toplumlarda, yani toprağa dayalı bir hayat tarzında çocuğa olan ihtiyaç kaçınılmazdır. Meryem’in annesinin karnında olanı Allaha adamış olmasının sebebi, bu ihtimallerin tümünü de içerisine alabilir. En doğrusunu elbette Allah bilir. Meryem’in annesinin içinden geçenleri en doğru bilen şüphesiz Rabb’imizdir. Çünkü Meryem doğduğunda annesinin ifadesi ayette şeyle geçiyor: “Rabbim kız doğurdum erkek kız gibi değildir.” Anlaşılan o ki İmran’ın karısı büyük bir ihtimalle erkek çocuk bekleniyor. Kıssanın akışı içerisindeki ifadeler erkek çocuğu beklentisini kanıtlar mahiyettedir.
“Onu doğurduğunda -Allah ne doğurduğunu en iyi bildiği halde-: ‘Ya Rabbi! Kız doğurdum, erkek kız gibi değildir ve ben ona Meryem adını verdim. Onu da, soyunu da kovulmuş kötü Şeytan’dan sana güveniyorum’ demişti.”
Burada Meryem’in annesinin belirttiği: “Ya Rabbi! Kız doğurdum erkek kız gibi değildir ve ben ona Meryem adını verdim….” ifadesini birkaç boyutta yorumlayabiliriz. Kızların horlandığı, erkeklerin ön plana çıkarıldığı toplumsal bir baskı olabilir. Allah da bu sapkın anlayışı yerle bir etmek için, bu şekilde takdir etmiştir. İkinci olarak da, Meryem’in annesinin yukarıda bahsettiğimiz türden beklentileri olabilir. Yoksa Meryem’in annesinin kız çocuğunu hakir görmesi gibi yanlış bir algı, doğru olmaz kanaatindeyim. Teslimiyet noktasında örnek gösterilen bir annenin, kız çocuğunu hakir görmesi kesinlikle düşünülemez. Zaten Kur’an’ın mantığı cinsiyet ayırımını reddeder.
Muvahhid bir annenin soyunun devamını arzuluyor olması ve soyundan bir önderin yetişmesini istemesi, gayet yerinde bir yakarıştır. Meryem’in annesine yakışan da buydu ve kendisine yakışanı yaptı. Erkek çocuğunun fiziki gücünden yararlanmak için erkek çocuğunu arzuluyor olmak da fıtri bir şey. Anadolu insanı çok iyi bilir bundan 30-40 sene önce erkek çocuğunun ne anlama geldiğini yaşayanlar çok iyi bilir. Ancak tekrarlayacak olursak, Meryem’in annesinin kaygısı oldukça deruni boyutlarda, toplumsal yozlaşmadan ciddi anlamda kaygılanıyor ve insanlara önderlik edecek bir çocuk dünyaya getirmek istiyor. İnsanlara örnek gösterilen bir aileden elbette ki örnek bir davranış beklenirdi. Allah da bunu İmran’ın karısına nasip ediyor. Herhangi sebeple olursa olsun Allah bunu böyle istedi. Artık doğum oldu Meryem dünyaya geldi bundan sonraki gelişmeler yalnızca Meryem’i ilgilendirir. Ne dersek diyelim Allah’ın muradı gerçekleşiyor ve Meryem doğuyor. Aradaki ayrıntıyı yalnızca Allah bilir. Bu aşamadan sonra Meryem Zekeriyya’nın gözetiminde mabettedir. Çünkü artık onun büyütülmesi ve yetiştirilmesi gibi zorlu bir hayat onu beklemektedir. Meryem’in bundan sonraki hayatı, vahiy kılavuzluğunda ve Zekeriyya’nın gözetiminde devam edecek. Allah’ın kabullendiği kızın artık annelik görevini vahiy üstlenecek. Meryem’in tüm dünyevi bağlardan koparılması gerekiyordu sanki, öyle de oldu.
Meryem’in Yetiştirilmesi ve Rızkı
“Rabbi o kızı güzel bir şekilde kabullendi, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve onu Zekeriyya’nın korumasına verdi. Zekeriyya mabede her girişinde, onun yanında bir yiyecek bulurdu. ‘Ey Meryem! Bu sana nereden?’ derdi. (Meryem) de, ‘Bu Allah’ın katındandır’ derdi. Allah dilediğini hesapsızca rızıklandırır.”[4] Dikkat edilirse, artık Meryem ailesinden ayrılmış ve Zekeriyya’nın korumasına verilmiştir. Siz olsanız dünya kadınlarına tercih edilen Meryem’i kime teslim ederdiniz? Bu çiçeği nasıl bir bahçıvanın ellerine verirdiniz? Bu seçimi Allah bizzat üstüne alıyor ve O’nu bir Peygambere teslim ediyor. Seçilmiş bir kız çocuğunu ancak seçilmiş bir insana emanet ediyor;
“Rabbi o kızı güzel bir şekilde kabullendi ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.”
Zekeriyya (as) sıradan bir insan değildir; tam tersine Allah’ın seçtiği bir peygamberdir. Meryem’le araların da bir ünsiyet bağı olduğunu düşünebiliriz fakat Rabbimiz bize böyle bir ayrıntı vermiyor, dolayısıyla en doğrusunu Allah bilir. Zekeriyya’nın rahle-i tedrisatından geçen Meryem’in eğitimi, ilahî boyutlu bir eğitimdi.
“Güzel bir bitki gibi yetiştirdi.” Yani Allah ona itina gösterdi ve her türlü olgunluğu ona bahşetti. Çünkü o bir peygamber dünyaya getirecekti.
Meryem, nereden bilsin hayatın hangi zorluklarına katlanacak. İnsanlar tarafından nasıl bir iftiralara maruz kalacak. Rabbimiz bunu bizden daha iyi bildiği için ona “güzel bir bitki” ifadesini kullanmıştır. O gerçekten anneliğin ve ahlakın bitkisiydi. Ayetlerin Meryem’i tanımlaması ona yönelik her türlü saldırı da bertaraf ediyor sanki.
Zekeriyya’nın mabede her girişinde onun yanında yiyecek bulması bir peygamber olarak Zekeriyya’yı dahi şaşırtıyordu. ‘Ey Meryem, bu sana nereden?’ sorusunu Meryem’in ‘Allah katındandır.’ diye cevaplaması, Meryem’in teslimiyetini gösterir niteliktedir. Meryem kendisinden o kadar emin ki, tereddüt geçirmeden cevap veriyor ve rızkın Allah katından olduğuna olan imanını, hemen dışa vuruyor. Onun bakımını kabullenen Allah rızkını vermez mi?
Ve Müjde
“Melekler: ‘Ey Meryem! Allah seni seçti, arıttı ve bütün kadınlara üstün tuttu. Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secdeye var, rükû edenlerle beraber rükû et!’ demişlerdi.”
Allah’ın Meryem’i seçmesi, bütün kadınlara üstün tutması Meryem’in insanî özelliğini değiştirmez. Her ne kadar Meryem’in seçilmişliği anlatılsa da, diğer tüm insanlar için onda örnekler vardır. Meryem’in seçilmiş olması onun örnek alınamaz değil, tam tersine, örnek alınması gereken bir şahsiyet olduğunu gösterir. Bu şahsiyetlerin ulaşılamaz, anlaşılamaz, onlar gibi yaşanamaz, anlayışıyla onların birer portre olarak Kur’an sayfaları arasında kalmaları, Allah’ın muradına aykırı bir yaklaşımdır. Oysaki bu şahsiyetlerin kıssalarını Kur’an’dan okuduğumuz zaman, duygusallık ve iç çekmeler yerine, gerçeği görüp kendi yaşam biçimimizde birer kılavuz ve örnek edinmemiz gerekir. Zaten Allah, bize bu kıssaları anlatıyor ki bunlarda bizim için alınacak çok dersler ve ibretler var.
İşte benim asıl maksadım; yeni Meryemlere kapı aralamak. İsimlerimizin Kur’an’î olması güzel, ama kafalar ve kalplerimizin de Kur’an’î olması gerekmez mi? Günümüz modern toplumlarında, Müslüman aileler Kur’an’dan çocuğuna isim bulmak için, günlerce kafa yoruyor, en popüler isimleri oradan cımbızla çekiyor, bu hassasiyet güzel, başka nasıl isimler koyalım ki, fakat bu Meryemler, İffetler, İsmailler, Furkanlar, Muhammedler neredeler? Çocuklarımıza koyduğumuz isimler niçin konur, anlamları hoşumuza gittiği için. O halde isimlerinden etkilendiğimiz şahsiyetler bize örnek olmalı diye düşünüyorum. Onların isimlerine yorulan kafalar, kişiliklerine de yoruluyor mu diye vicdanlarımıza soralım?
“Bu sana bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’e hangisi bakacak diye oklarıyla kur’â çekerken sen yanlarında değildin. Çekişirlerken de yanlarında değildin.”
Burada Rabbimiz, Muhammed’e (as) hitaben mesaj verirken diğer yandan da konumunu hatırlatıyor. Evet sen Allah’ın peygamberisin, ama gaybı bilmek, ondan haber vermek bize ait. Bizim sana bildirmediğimizi sen asla bilemezsin. Meryem’in bakımını üstlenmek için onların çekişmesi ve yarışması beyhude bir çabaydı. Çünkü Meryem’in kayıtlara geçmiş bir kaderi vardı. Ancak Rabbi onu sıradan kalpleri ve kafaları kirlenmiş insanların ellerine bırakmıyor. Bizzat kendisinin seçtiği bir peygamberin (Zekeriyya) bu işi yüklenmesini istiyor. Tertemiz kılmak, ancak vahyin mektebinde olurdu ve bu mektebin baş sorumlusu da, bir peygamber olmalıydı. Tüm dünya kadınlarına üstün tutulan Meryem, yeni bir neslin doğumunun habercisiydi, Allah’tan başka kimsenin bilmediği bu süreç, tam bir hazırlık aşamasıydı. Ruhsal yönden olgunlaşan ve eğitimini tamamlayan Meryem artık yeni bir müjdeyle karşı karşıyaydı. Başına gelebilecekleri asla kestiremeyen Meryem, yine ilahi bir müdahaleyle karşı karşıyaydı.
Meryem’e İkinci Müjde
“Melekler: ‘Ey Meryem! Allah kendi katından bir kelimeyi sana müjdeler; onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. O dünya ve ahirette gözde ve yakın kılınanlardandır.’ demişlerdi.”
“O insanlarla beşikte iken de, yetişkin iken de iyilerden biri olarak konuşacaktır.”
İlk olarak Meryem’e, seçilmişliği ve tüm kadınlara üstünlüğü müjdelenmişti. İkinci olarak, annelik müjdesi veriliyor. Üstelik doğuracağı çocuk, hem babasız hem de bir peygamber… Meryem böyle bir müjdeye sevinsin mi, yoksa üzüntüsünden kahrolsun mu? Tam bir şaşkınlık içinde tepkisini gösteriyor. Çünkü ilahî yasa çocuğun olmasını birtakım şartlara bağlamıştı. Meryem’in durumu ise alışılmışın dışında istisnaî bir olaydı. Meryem vakıanın bilincindeydi bu yüzden de şaşkınlığını gizleyememişti.
“Meryem: ‘Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken nasıl çocuğum olabilir?’ dedi. Melek de ‘bu böyledir. Allah dilediğini yaratır. O, bir işin olmasını dilerse ona ol der ve o da olur’ dedi.”[8]
Bu ikinci müjde, Meryem’i adeta şok ediyor, utancını, şaşkınlığını Rabbi’ne iletiyor. Şimdi bu işin altından nasıl kalkacaktı, toplumun içine nasıl çıkacaktı, daha da ötesi insanlara bunu anlatabilecek miydi? Toplumuna bu olayı anlattığını var sayalım, onlar babasız bir çocuğu kabullenirler miydi? Oysa Meryem’e bir insan eli değmemişti… Meryem suresinde bu olaylar daha detaylı ve çarpıcı bir üslupla anlatılıyor. Meryem’in tepkisi oldukça nettir.
“…Hani o ailesinden ayrılmış ve doğu yönünde bir yöne çekilmişti.”
“…İnsanlarla arasına bir perde germişti. Ona ruhumuzu gönderdik, ona tam bir insan şeklinde göründü.”
“Meryem: ‘Sakınan bir insan isen, senden Rahman’a sığınırım’ dedi.”
Meryem’in ilk tepkisinden, onun ne kadar takvâlı ve iffetli birisi olduğunu anlayabiliyoruz. Hani Rabbi onu arındırmış ve korumuştu. Sıradan bir insan olmadığı için insanlarla arasına perde germiş ve bugüne kadar sokaklarda avare bir şekilde dolaşmamış, mescidin bir köşesinde, hayatını idame ettirmiş birisiydi. Annesi, O’nu Allah’a adamıştı, ama Meryem de bu adanmışlığa sadakat gösterip kendisini Allah’a adıyor ve ailesinin yaşam biçimini daha da zirvelere taşıyor. Bu aşamadan sonra Allah, Meryem’e insan kılığında bir melek gönderiyor. Temiz ve arınmış “Irzını iffetle koruyan Meryem’in”(Enbiya/91) yanında, yabancı bir insanın ne işi olabilirdi? Meryem, derhal tepki gösteriyor. “Eğer sen, sakınan biri isen benden uzak dur” diyor.
Meryem’i kutsallaştırmak bizim işimiz olamaz. O bir insandı ve bundan dolayı onu örnek almaya çalışıyoruz. Endişem o dur ki, Meryem’i sadece konuşarak, onu tüketmeyelim ve bir yerlere hapsetmeyelim, onu hayatımıza taşıyalım. Burada yanlış anlaşılmaması için, üzerinde durulması gereken bir konu da, Meryem’in insanlarla arasına bir perde germesi… Ben şahsen Meryem’in tamamen münzevi bir hayat yaşadığını ve insanlarla hiçbir zaman karşı karşıya gelmediğini ve toplumsal hayata katılmadığını düşünmüyorum. Buradaki perde kavramını daha çok onun iffetini koruyuşu ve takvası olarak algılıyorum. Takva perdesi, insanı koruyacak en güçlü örtüdür. İnsanlarla olan ilişkinizde takva perdesi varsa, elbette ki Allah sizi koruyacaktır. Kendisini Allah’a adayan birisinin, sürekli bir hassasiyetin içerisinde olması kaçınılmazdır. Bir Müslüman kadın düşünün ki, sokaklarda gece veya gündüz tek başına bir şeyler adına dolaşıyor. Hele de, günümüz çağdaş yaşam biçimi bunu daha iyi açıklar. Gecenin geç saatlerine kadar kadınlar ve kızlar sinema ve tiyatrolarda dolaşmakta. İşe gitmeler, işten gelmeler, olmadı arkadaşlar vs. tek başlarına kızlarımız istediği yere gidebiliyor. Yani itirazları tahmin ediyorum ama yaşanan gerçek bu. Çıkış yolu bulmak zor, ama imkânsız değil kanaatindeyim.
Tüm İslam ümmeti şunu biliyor; bu emperyalist, kapitalist, seküler dünyevi İdeolojiler var oldukça ve egemenliklerini sürdürdükçe Müslümanlar da bu ideolojilere karşı mukavemet göstermedikçe, çıkış yolu yok. Anlaşılan o ki, bu tamamen bizim elimizde. Tabi hemen sesler yükseliyor, çocuğumun geleceği ne olacak? Çocuklarımızın geleceği bize bağlı, onları nereye adarsak karşılığını da oradan alacağız. Hayatlarımıza dair taşıdığımız kaygılar ve endişeler gözlerimizi kör etmiş durumda.
Meryem’in beden diliyle anlattığına bir bakalım, bir de sadece isimlerinin Meryem olduğu modern Meryemlerin, Tv kanallarında ve sosyal medyada oluşturduğu algıya bakalım. Modernize edilmiş günümüz Müslüman tipi, İslami manada hiçbir alanda örneklik ortaya koyamamaktadır. Güç odakları, İslam ümmetini o kadar kuşatmış durumda ki, Müslümanlar içinde bulundukları durumu kanıksamış durumdalar. Birileri bana kızmasın, her zaman istisnalar olabilir. Bu istisnalar da, var olan gerçeği görmemize engel değildir. Eğer yeniden İmran ailesini oluşturursak, vahyin kuşattığı bir hayat tarzını benimsersek, Allah da bize nice Meryemler bahşedecektir.
Rızık yüzünden -ki Allah rızkımızı kendi üzerine almıştır- bırak takva elbisesini, kendi dış örtümüzü dahi çıkarmaktan geri kalmadık. Ne olduğu belirsiz giysi türleriyle, kendimizi sokaklara bıraktık. Bir marka hastalığı, tüm vücudumuzu sardı. Hani ırzını koruyan, iffetli Meryem’i çok seviyorduk? Onun kıssasını okuduğumuz zaman, gözlerimiz doluyordu. Ne oldu da bu hale gelindi? Bir kez daha tekrarlarsak, örnek olarak bize anlatılan şahsiyetleri ve olayları Kur’an sayfalarından hayata taşımak zorundayız.
Söz Meryem’den ve onun iffetinden açılmışken, şu acı gerçeği de paylaşmalıyız. Müslüman hanımlar şu anda çarşı ve pazarları işgal etmiş durumdalar. Alabildiğince özgür bir şekilde, alışverişlerini yapmaktalar. Bir renk veya model uğruna, günlerce, hatta haftalarca o şeyi aramaktalar. Ama aynı Müslüman hanım kardeşler, Müslüman bir erkek kardeşini gördüğünde, haremlik selamlık diye bir kavramı hatırlıyor ve sakınmaya çalışıyor. İyide adama sormazlar mı o kadar erkekle yüz yüze geldin, pazarlık ettin, Allah’ın sana verdiği zamanı çarçur ettin, üstelik çocuklarına da kötü örnek oldun, o zaman haremlik selamlık veya takva hiç aklına gelmedi mi?
“(Melek:) ‘Ben ancak Rabbimin sana gönderdiği bir elçisiyim, sana temiz bir oğlan bağışlamak için geldim’ dedi.”
“(Meryem:) ‘Bana bir insan dokunmamışken, ben kötü bir kadın da değilken, nasıl oğlum olabilir?’ dedi.”
Meryem gibi iffetli ve arınmış bir kadına verilecek en güzel müjde, bu olsa gerek. Korku ve sevinç aynı anda yaşanıyor. Daha önce de değindiğimiz gibi, Meryem gerçekten heyecanlanıyor. Babasız bir çocuğu dünyaya getirmenin ne anlama geldiğini, tüm çıplaklığıyla biliyor. Babasız bir çocuğu dünyaya getirmenin kötü kadın olmakla eşdeğer olduğunu, bütün benliğiyle hissediyordu. Ancak ilahî destek gecikmiyor:
“…Bu böyledir’ dedi. Rabbin, ‘Bu benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılacağız’ dedi. Ve iş olup bitti.”
“Meryem, ona gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi.”
Meryem o kadar şaşkın ki, aldığı bu müjde karşısında hemen ben kötü bir kadın değilim diyor, kendisinden oldukça emin. Meryem artık hamile, onu kabullenmekten başka çaresi yok. Artık O, bir anne adayı. İnsanlara önderlik edecek, hatta tarihi değiştirecek bir insana gebe kaldığını nereden bilsin?
Doğum
Derken;
“Doğum sancısı onu bir hurma ağacının dibine getirdi. ‘Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim’ dedi.”
Kıssanın beni en çok etkileyen kısımlarından birisi de bu ayet. Meryem, sancısı tuttuğu an: “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim.” diyor. Öyle anlaşılıyor ki, Meryem’in bu sözü söylemesi, onun acısının hangi boyutlarda olduğunu açıklar mahiyettedir. Peki, ona bu sözü söylettiren neydi? Doğumun vermiş olduğu acı mı? Yalnızlığı mı? Hayır. Öyle anlaşılıyor ki, bunlar ikinci planda sanki. Ona bu sözü söylettiren, onun takvası ve iffetidir. Öyle ya, hiç kimsede görülmemiş bir iş gelmiş başına, babası olmayan bir çocuğu dünyaya getirmiş. O’na ta içinin derinliklerinden gelen bu sözü söylettiren buydu, diye düşünüyorum. İşte Meryem’i kahreden bu düşünce, onun içini kemiriyordu. O, artık kavminin yanına dönecek. Ve insanlar, ona rastgele sorular soracaklar. Onu aşağılayacaklar ve iffetsiz kötü bir kadın olarak, hakaretler yağdıracaklar. Tam da bunları yaşarken Rabbi onu teskin ediyor.
“(Meryem’in) alt tarafından (bir ses) kendisine şöyle seslenmişti: ‘Sakın üzülme! Rabbin karnında olanı şerefli kılmıştır. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurmalar dökülsün. Ye, iç, iki gözün aydın olsun! İnsanlardan birini görecek olursan: ‘Ben Rahman’a oruç adadım bugün hiçbir insanla konuşmayacağım’ de.”[13]
İfadeye bakın. O kadar mükemmel ki, Meryem’i doğuma hazırlayan ilahî güç, onun tüm ihtiyaçlarını düşünüyor. Doğumla kaybettiği enerjiyi yeniden alabilmesi için, Rabbi ona hurma ikram ediyor. Ve ilk göz aydınlığını, çocuğun gerçek sahibi olan Allah yapıyor. Doğum yapmış bir annenin, belki de en mutlu anı olsa gerek. Olabilecek bir takım lüzumsuz tartışmaları önlemek için, Allah onu uyarıyor, insanlar karşına çıkarsa onlarla konuşma. Allah, yarattığı insanın fıtratını en iyi bilendir. Bundan dolayı Meryem’i uyarıyor. Ona öğütlerin en güzelini veriyor, onlara oruçlu olduğunu söylemesini istiyor. Çünkü Meryem, ne kadar anlatsa da, kendisini anlatamayacak, dolayısıyla ilahi irade onun yorulmasını istemiyor. Yeni doğan bir çocuğu, bu anlatıma vesile kılıyor. Anlamsız konuşmalar ve tartışmaları önlemenin en güzel yolu, Allah’ın bu iradesidir.
“Meryem, çocuğunu kucağında taşıyarak kavmine getirdi. Onlar: ‘Ey Meryem! Sen şaşılacak bir şey yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi baban kötü bir kişi değildi, annen de iffetsiz değildi’ dediler.”
Meryem, kavmine döner dönmez o en zor an, yani beklediği soru geldi. Burada yöneltilen soruyu sormakla kavmi, Meryem’e haksızlık etmiş olmuyor mu, diye düşündüğümüz de, sorulan soru yerinde bir soru sanki. Yani anlaşılır bir soru. Anlaşılamayan, inkarcıların aldıkları cevap karşısında inkârlarında ayak diremeleri. “Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi “biz dediler, beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz?” Meryem’e inanmayacaklarını bilen Allah, Meryem’e susma orucu tutmasını söyleyerek onun hırpalanmasına mani oluyor. Ve çocuk kendisini tanıtıyor; “Ben Allah’ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni Peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” Sordukları sorunun cevabı verilmesine rağmen ikna oldular mı, bunu Allah bilir. Elbette ki insan fıtratı gereği, bu soruyu sorar. Hangimiz böyle bir olay karşısında sessiz kalabiliriz. Eğer Meryem iffetsiz bir kadın olsaydı, bu soruyu ona sormazlardı. Kavmi Meryem’e bu soruyu sormakla, onun soyunun ne kadar temiz olduğunu, ailesinin toplumdaki yerini, bize son derece güzel açıklıyor. İffetli bir kadının, kucağında bir çocukla ailesine dönmesine kim şaşırmaz ki! Şaşırmasalardı bu daha da garip karşılanırdı.
Sonuç
Sonuç olarak Kur’an kıssaları bize çok şeyler söylüyor. Meryem kıssası da bu kıssalardan bir tanesi. İçerisinde çok yönlü mesajların barındığı kıssanın baş kahramanı elbette ki Meryem. Meryem’in babasını bilip bilmediğini bilmiyoruz. Annesini de küçük yaşta kaybettiği anlaşılıyor, yani o bir yetim. İlahi iradenin yetime bakışını işin ehli olanlar bilir. Allah’ın Meryem’e olan rahmeti ve merhameti, O’nu tüm dünya kadınlarına üstün kılınmasına sebep oluyor. Bundan daha şerefli ne olabilir ki. Dünya durdukça Meryem insanlara örnek gösterilecek bir şahsiyet olarak tarihteki yerini alıyor. Meryem’i anlayıp, onun hayatından ders çıkaranlar ve onun takvasını, iffetini ve Allah’a olan teslimiyetini kendi hayatlarında yaşamaya çalışanlara selam olsun. 21. Yüzyılda anneniz sizden habersiz sizi Allah’a adasa, tepkiniz ne olurdu acaba? İlk tepki galiba şu olur; benim hayatım hakkında sen nasıl karar verirsin anne? Ama aynı anneler, aynı babalar kızları veya oğulları Amerika’ya üniversite okumaya gitse ne olur, cevabı hepimiz de biliyoruz. Peki, bu kadar açık ve net anlaşılan bu durum karşısında, Allah’tan korkmadan, Allah’a teslim olduğumuzu nasıl söyleyebiliyoruz? Bu İslam algımız değişmediği müddetçe, Allah da bize istediğimiz bir yaşam modelini bahşetmeyecek.
Yani Kur’an okuyan tüm dostlar bilir ki, yönümüzü Allah’a dönmez ve nefislerimizdeki çirkinlikleri bir yana atmaz isek, durumumuz değişmeyecek. Hayata olan yanlış bağlılığımızı değiştirmediğimiz müddetçe, Allah bizim durumumuzu değiştirmeyecektir. İşte anlamaya çalıştığımız Meryem ve ailesi bunu başarmış. Tüm dünyevi bağlardan kendilerini azade etmişler. Geçici olanı, kalıcı olana tercih etmemişler. Çocuğunu kovulmuş şeytandan Allah’a ısmarlayan İmran’ın karısı, teslimiyetinin karşılığını fazlasıyla almış. Ödüllerin en güzeliyle ödüllendirilmiş. Doğurduğu kız, bir Peygamber’in annesi. Adı Meryem. Saliha bir anne için, geride salih bir nesil bırakmak kadar izzetli ve şerefli bir şey olamaz.
“İffetini koruyana (Meryem’e) Ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu dünyalar için bir ayet kılmıştık.”
İşte kıyamete kadar, adı hayırla anılacak olan, ama belki de hakkıyla tanınmayacak olan anne ve oğul. İsa’nın (as) anneannesi Meryem’i Allah’a adamasaydı, bu teslimiyeti göstermeseydi, belki de İsa (as) hiç olmayacaktı. İmran’ın karısının bu örnek davranışı, yeni bir neslin doğumunu müjdeliyor. Çocuğunu O da her anne gibi sever, öper, koklardı ama bu sevgi, Allah’a olan bağlılığını asla gölgelemedi. Meryem’in annesi olduğunu biliyordu fakat o sadece anneydi, çocuğun gerçek sahibi, Âlemlerin Rabbi olan Allah’tı. Bu bilinci kuşanmış, vahyin hamuruyla yoğrulmuş bir nesil yetiştirebilmemiz için, bu adanmış hayatı, mutlaka hayatımıza örnek almalıyız. Kendisini ve çocuğunu Allah’a adayan bir nesil yetiştirmek duasıyla… Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi Meryem’e ve Meryem’i gözünü kırpmadan Allah’a teslim eden annesinin/annelerin üzerine olsun.
[2] -3/Al-i İmran, 35. Yazıdaki ayet mealleri, Dr. Ömer Özsoy ve Dr. İlhami Güler’in hazırlamış oldukları
Konularına Göre Kur’an Fihristi’nden yararlanılmıştır.
[7] -3/Al-i İmran, 45-46.
[14] -21/Enbiya, 91.