Allah ile ilişkileri güçlendirme[1] kanallarından birisi de ona hamd etmekten/övmekten geçmektedir. Övmek övgüye değer bir özellik-iş görülürse gerçekleşebilecek bir fiil olduğundan Allah’ın övgüye layık bir varlık olduğunu yarattığı eşyanın niteliklerine bakarak anlayabiliriz. Eşyada yaratıcının övgüye değer üstün özelliklerini çok açık biçimde okumak mümkündür.
Hamd genellikle şükür kelimesiyle özdeşleştirilen bir kelimedir. Oysa hamd kelimesinin kökeninde ‘övgü’
[2] anlamı vardır. Hamd bir varlığı sahip olduğu güzel vasıflardan dolayı övmektir. Bu anlamda bütün güzellikleri yaratan Allah olduğu için asıl ve yegane övgüye layık varlık mantıken Allah olmaktadır. Nasıl ki zikir ve tespihi daha önceki yazılarda ayırdık ve bunların birbirinden ayrı kulluk fiilleri olduğunu dile getirdiysek, hamd ve şükrü de ayırmamız gerekmektedir. Hamd ayrı bir fiildir, şükür ayrı bir fiildir. Tespihin içinde zikir olduğu gibi, hamdin içinde de şükür vardır
[3], fakat yine de bunların kendilerine has etkinlikleri bulunmaktadır. Bu etkinliklerin icra edilmesi ayrı kulluk eylemleri teşkil ederler.
1. Övmek ve övgü duygusu
Övgü/övmek insanın kalbinde oluşan hem bir duygu hem de bir fiildir. Övgü duygusu övülen varlığa karşı hayranlık duymayı, onu takdir etmeyi, değerini bilmeyi, ortaya koyduğu işi/başarıyı/eseri tanımayı, özelliklerini methetmeyi içine alan bir duygudur. Bu duygunun içinde Allah’ın kudretini hayranlıkla müşahede etmek vardır.
Allah’a hamd etmek için onun üstün sıfatlarını gözönüne getirmek lazımdır. Övgü hem Allah’ın zatı hem de sıfatlarına yönelik gösterilen fiildir. Allah’ın sonsuz ilim, sonsuz kudret, sonsuz büyüklük ve sonsuz yücelik vd. özelliklerine yönelik bir eylemdir. Bu özellikleri düşünüp bunlardan dolayı O’nu övmektir. Hamd etmek Allah’ın övgüye değer sıfatlara sahip olduğunu kanıtlayan tabiattaki ayetleri aklımızda canlandırıp ‘Allah’a hamd/övgüler olsun’ demektir.
2. Övgüyü gerektiren deliller
Allah’ın ne derece övgüye layık bir varlık olduğunu kainattaki icraatını gözlemleyerek anlayabiliriz. Kuran insanın dikkatini tabiata ve göklere çevirerek hamdle ilgili deliller göstermektedir. Böylece Allah’ın övgüye layık olduğunun şahitleri olmuş oluyoruz. Şahit gören kişidir. Övgüyü gerektiren delilleri gören kişi bunun şahitliğini yaparak hamd eder. Şahit olmadan hamd etmek ile bunun arasındaki fark şahitlikte duyu organlarının ve duyguların bu kulluk eyleminde etkin olmalarıdır. Bu durumdaki bir kişi hamdetmenin önemini yaşayarak anlamış, duygu düzeyinde hamdi tatmış olur.
Allah’a övgünün nedenlerini şu ana başlıklarda toplayabiliriz:
1. Mükemmel yaratılış
2. Eksiksiz nizam
3. Kainatı dağılmaması için ayakta tutma, sürdürme kudreti
4. Yönetip çekip çevirmesi
5. İhtiyaçlarını karşılaması, beslemesi
6. Varlıklara yönelik merhameti
…
Bütün bu noktalar Allah’ın sonsuz övgüye layık olduğunun belgeleridir. Her biriyle ilgili birbirinden üstün/insanı hayrette bırakıcı/şaşırtıcı binlerce örnek vermek mümkündür.
Mesela şöyle düşünebiliriz: Alemlerin Rabbi olan Allah’ın kainatı ayakta tutması için ‘bir saniyede’ eş zamanlı olarak trilyarlarca hadiseyi yönetmesi gerekiyor. ‘İkinci saniyede’ aynı şekilde, ‘üçüncü saniyede’ aynı şekilde. Ve bugüne kadar sırf yeryüzündeki olup biten sayısız hadiseyi ele aldığımızda bunu 4,5 Milyar seneden beri icra etmektedir.
Göklerde ve yerde bulunan herkes, O’ndan ister. O, her an bir iştedir. (55/29)
Eğer ‘her saniye’ Kayyum sıfatıyla tutmasa yeryüzündeki bütün nizam alt üst olurdu. Bu ne muazzam, bitmek tükenmek bilmeyen bir gücü gerektiriyor.
Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Hayydır, Kayyumdur. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.(2/255)
Biraz daha açacak olursak: ‘
Bir atomu ayakta tutabilmek için ne kadar ‘güce/kudrete’ ihtiyaç vardır? sorusundan hareket edebiliriz. Sırf bir insanın bedeninde 7 Oktilyon
[4]atom bulunmaktadır. Sadece bir atomdaki nizamı ayakta tutabilmek için öyle bir güç olmalı ki, protonları
[5] atom çekirdeğinin içinde(pozitif yüklü olduklarından birbirini iten bu parçacıkları) kuvvetiyle birarada tutabilmeli, aynı şekilde nötron ve protonları birbirinin içine girmeyecek şekilde belli bir mesafede yan yana tutmalı, artı elektronları saniyede 1.000 km gibi akılalmaz bir hızla hiç durmadan çekirdek etrafında dönderebilmeli, yörüngelerinden çıkmayacak ve birbirleriyle çarpışmayacak şekilde bunu gerçekleştirmesi gerekir. Ve bütün bunları hiç yorulmadan ‘her saniye’ bir tek ‘o atomda’ gerçekleştirmesi gerekir. Aynı işlemin ikinci, üçüncü, dördüncü atomlarda ve ila ahir de eş zamanlı ve her saniye gerçekleştirilmesi gerekir…
Oturduğumuz odanın duvarına bakalım. O duvarda kaç katrilyonlarca atom bulunmaktadır? Aynı işlemin o duvardaki atomlarda da yukarıda bahsettiğimiz şekilde ‘her saniye’ ve ‘eş zamanlı’ olarak gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde protonlar ve elektronlar etrafa dağılacaklar ve ‘madde’/kütle hasıl olmayacaktır…
Sulardaki, denizlerdeki, okyanuslardaki atom sayısını hesaplayalım. Su denilen madde bir oksijen ve iki hidrojen atomunun bir molekül olarak birleşmesinden meydana gelmektedir. Bir damla suyun içinde 10 (21 sıfırlı rakam) molekül bulunmaktadır.
Olay sadece atomlarla bitmiyor, bunlar birleşerek molekülleri teşkil ediyorlar, moleküller birleşerek daha üst katmanda unsurları teşkil ediyorlar ve bu katmanlarda, örneğin hücrelerin içinde yine milyarlarca kimyevi hadise cereyan etmektedir, bütün bunların da ayrıyeten idare edilmesi gerekmektedir…
Bir ışık parçacığını(foton) saniyede 300 000 km hareket ettiren bir varlık hamde layık değil midir? Biz elimize verilen bir tenis topunu fırlatsak saatte(saniyede değil) kaç km yapar? Atacağımız top belli bir süre sonra hızını kesip yere düşer. Allah kütlesi bile olmayan ışık parçacıklarını nasıl oluyorda hep aynı hızda hareket ettirebiliyor? İnsan bir gramlık bir nesneyi hangi hızda fırlatabilir? Ve bütün bu ışık parçacıklarının sayısının katrilyonları çok fazlasıyla geçtiğini gözönüne getirin. Biz aynı anda iki tane topu fırlatabilirken, Allah milyarlarca fotonları eş zamanlı olarak bütün kainatta hareket ettiriyor ve bütün bunları hiç yorulmadan gerçekleştirmektedir. Bu ne müthiş bir kudret! Kendi icraatimizi Allah’ın icraati ile kıyaslamak bize kendi küçüklüğümüzün boyutunu çok daha tesirli bir şekilde idrak ettireceği gibi, Allah’ın büyüklüğünü de o nispette çok daha etkili bir şekilde idrak ettirir.
İşte Rabbimiz böyle sonsuz bir kudrete sahip bir varlıktır. Dolayısıyla ona sonsuz kere hamd vicdanen zorunlu olmaktadır.
Andolsun onlara; “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, tartışmasız; “Allah” diyecekler. De ki; “Hamd Allah’ındır.” Hayır, onların çoğu bilmezler.(31/25)
Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır.(35/41)
Evet hiçbir varlığın bütün bunları birarada tutacak bir kudreti bulunmamaktadır. Allah’tan başka hiçbir varlık dağılan kainatı bir daha biraraya getiremez. Verilen bu örnekler ve verilebilecek sonsuz sayıda başka örnekler eşliğinde tefekkür edildiğinde gerçek övgünün alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsus olduğu anlaşılmış olmaktadır.
Şimdi bütün bunları yapan bir varlığın aslında hamde layık olup olmadığı değil, bizim tarafımızdan hangi boyutta bir hamdi hak ettiğini konuşmak gerekir. Hamdin şiddetini algıladığımız örneklerin gösterdiği hakikate göre ayarlamak durumunda değil miyiz? Gösterdiğimiz kulluk performansıyla O’nu gerçekten övmüş sayabilir miyiz? Hak ettiği övgü bizim kullukta çok daha iyi bir performans (sürekli güç+yüksek direnç) göstermemizi gerektirmiyor mu? Yoksa övgümüz sadece dilde mi kalacak? Gerçek bir övgü eylemi, hem dilimizle, hem kalbimizdeki övgüyle bağlantılı duyguları harekete geçirerek hem de yaşantımızdaki kulluk kalitesiyle gösterilmeli değil midir?
3. Övgünün hikmeti
Hamd anlamını ve hikmetini kendi içinde taşıyan bir kavramdır. Hamd bir kulluk fiilidir. Bu haliyle hikmetini gerçekleştirmiş demektir. Buna ek başka hikmetlerinin bulunmasıesasen gerekmemektedir.
Allah’ın insanın övgüsüne ihtiyacı yoktur.
[6] İnsanın yaratılış gayesini gerçekleştirebilmesi Rabbini hamd ile yüceltmekle olabilir. Bu kul olmanın gereğidir. Hele kul, kulluk ettiği varlığın gerçekten övgüye layık olduğunu görür ve anlarsa bu durumda hamd kulun severek, içten gelerek Rabbisine yönelttiği bir duyguya dönüşür. Yani emredilmesine gerek olmadan kendiliğinden gerçekleşir, gerçekleşmesi gerekir.
Hamd aslında objektif realitenin gereğidir. Allah’tan hiçbir vahiy gelmemiş olsaydı, insanoğlu objektif olarak kainatın yaratılışını inceledikten, gözlemledikten sonra yine objektif olarak bunları yaratanın övgüye layık bir varlık olduğunu itiraf ve tasdik ederdi.
Hamd eylemi aynı zamanda kalpte Allah’a karşı iyi düşünce beslemenin bir şeklidir. Allah hakkında iyi düşünce beslemek, O’nu hep ‘iyi’ anmaktır.
Allah’ın övgüye layık olduğunu içten benimseyen(tefekkür yoluyla idrak eden) kişi kulluk eyleminde daha titiz olur. Çünkü övgü ibadeti gerektirir. Övgüye layık olan bir varlığın emir ve yasakları daha bir eminlikle yerine getirilir.
Bu duygunun beslenmesi, güçlendirilmesi ve canlı tutulması Rabbimizle ilişkilerimize ayrı bir kalite ve derinlik katacaktır. Bağımızı daha da sıkılaştıracak, Rabbimizin emirlerine titizlikle/duyarlılıkla uyma(takva) konusunda bir argüman daha elde etmiş olacağız. Zira övgüye değer bir varlığın emirlerini yerine getirmek akli/vicdani bir zorunluluk halidir. Ve insan bu hakikatten dolayı kendi davranışlarını motive edebilir.
Kuran’ın bakışımızı kainata çevirmesinin sebeplerinden birisi de Allah’ın hamde layıkyegane varlık olduğunu farkettirmektir. Amaç bunun sonucu olarak Allah’tan başka bir varlığa prestij etmemeyi sağlamaktır. Başka varlıklara kulluk o varlıklara prestij ile ve onlara üstün vasıflar vererek başlamaktadır. Halbuki övülmesi gereken yegane bir varlık vardır. O da Allah’tır. Hiçbir insan (en üstünleri olan peygamberler, salihler, şehitler, sıddîkler dahil), hiçbir melek ve hiçbir başka yaratık prestije ve övgüye layık değildir. Övgüye layık biricik varlık vardır, o da Allah’tır. Bu şu demektir aynı zamanda. Değerli olan sadece Allah’tır. Allah’tan başka hiçbir varlığın bizatihi bir değeri yoktur. Dolayısıyla biz de yaşantımızda sadece Allah’a ve O’na hakkıyla kulluğa değer vermemiz gerekir, kendimizi sadece O’nun için yaşayan varlıklar olarak görmeliyiz. (İlla li ya’budûn=yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım)
4. ‘Hamd ile tespih’ terkibi
Bu ifade Kuran’da meleklerin tespihi ve göklerin/yerin tespihi bağlamında gündeme getirilmektedir.
Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.(17/44)
Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yapacağım,” demişti. (Melekler): “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halife yapacaksın? Oysa biz seni hamd ile tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz?” dediler. (Rabbin): Ben sizin bilmediklerinizi bilirim,” dedi.(2/30)
‘Hamd ile tespih’, Allah’ı hayranlık duygusu içinde yüceltmek, hem yüceltmek hem de O’na karşı hayranlık duygusu taşımaktır.
‘Hamd ile tespih’, görülen yüceliğin (sadece kuru kuruya bir bilim adamı objektifliği içinde dile getririlmesi değil) duygularımızdan ‘beklenen’ kıpırdamaların eşliğinde tespih’in gerçekleşmesidir. Yani burada bir sebep sonuç ilişkisi var. Allah’ın yüceliğini idrak(tespih) hamd duygusunu sonuç vermelidir. Tespih ‘Allah’ım sen Yüceler Yücesisin, bütün kusurlardan münezzehsin’ demektir. Bu düşünceyi hamd ile birlikte, hamd duygusu eşliğinde dile getirmektir.
‘Hamd ile tespih’, Allah’ın sadece eksiksiz ve mükemmel oluşunu tespit etmekle yetinmeyip onu bu özelliğinden(kusursuzluğundan) dolayı övmeyi içermektedir. Yani tespihte bir nevi sadece bir tespit vardır. Hamd da ise bu tespitten sonra insanın vicdanında doğal olarak uyanan (veya uyanması gereken) övgü duygusunun dışarıya vurumu sözkonusudur. Hamd tespihin aslında doğal sonucudur. Neden doğaldır? Çünkü eğer gerçekten tespit ettiyseniz, yani Yaratıcının eksiksizliğini kainattaki örnekleri müşahede/nazar ve tefekkür yoluyla gördüyseniz böylesine Yüce bir varlığı bu özellikleriyle tanımanın bir sonucu olarak övgü duygusu kalbinizde kendiliğinden harekete geçmesi gerekir. İnsan basit hadiselerde/eserlerde bile faillerin/sanatkarların hünerlerine karşı bir hayranlık duyabiliyor, onları methediyor, övgüde bulunabiliyorlarsa, bütün bunlardan milyonlarca kat daha fazla iş/oluş gerçekleştiren bir varlığa karşı kör kalamaz, kalmamalıdır. Asıl O’nun icraatine karşı derin bir hayranlık duygusuyla kendisini teslim ederek hamd etmesi gerekir.Akıl ve vicdan bunu gerektirir.
Kısacası ‘Biz seni överek eksiksizliğini dile getiriyoruz’ ifadesi sadece objektif olarak bu tespiti yapmıyoruz, bu tespitten sonra duygularımızla da seni övüyoruz, hak ettiğin övgüyü sana sunuyoruz demektir.
İnsanoğlu hayranlık verici bir nizam ile karşı karşıya. Onun sanatkarını takdir edecek mi etmeyecek mi? Bir Van Gogh resmi karşısında huşu içinde duran, resimlerini hayranlık içinde seyreden, binbir övücü cümle kuran insanların iş tabiatın yaratıcısının sanat eserinin takdir edilmesine gelince yan çizmelerini nasıl izah etmeliyiz? O resimlerde ortaya konulanın çok daha üstününü hem dört-boyutlu ve içi hayat dolu bir tabiatta ortaya konan, binlerce Van Gogh, Picasso, Monet ve da Vinci’ye çarpsanız elde edemeyeceğiniz mükemmelikteki, bu sanat eserini çok daha büyük bir hayranlıkla seyredip eser sahibine takdirlerini, övgülerini arzetmeleri, o varlığı daha yakından tanımaya, onunla ‘tanışma’ arzusu beyan etmeleri gerekmez miydi?
5. Kainatı ‘tabiat kanunları’[7] mı yönetiyor?
Allah’ın azametine dair fikrimizi zayıflatabileceğinden, dolayısıyla hamdin/övgünün de derecesini düşürebileceğinden dolayı gündeme aldığımız bir sorudur bu. ‘Tabiat kanunu’ kavramsallaştırılması zaten ayrıca tartışmaya açılması gereken bir mevzudur. Bizim konumuzla bağlantısı bulunduğundan kısa bir şekilde değinmekte fayda vardır.
Batı dünyasındaki bilimsel gelişmelerin etkisiyle kabul edilmiş olan bir kavram olan ‘tabiat kanunları’ kavramının, bu kadar kolay kabul edilmesi, bu kanunların ‘Allah’ın tabiata koyduğu kanunlar’ şeklinde tevil edilebilmesiyle gerçekleşmiştir. İslam itikadıyla tevil yoluyla kolaylıkla telif edilebildiğinden üzerinde gerektiği gibi de düşünülmediği kanaatindeyiz. Ayrıca kainattaki hadiselerin sürekli aynı şekilde tekrarlanması ve hadiselerin sebeplerinin bulunması böyle bir kabulü kolaylaştırmaktadır. Fakat bu gerçekler böyle bir ifadeyi yine de ispatlamaz. Bu kavramın felsefi sonuçları üzerinde de düşünülmemiştir. Özellikle kişide oluşturduğu Allah telakkisi üzerinde düşünmek gerekir. Kainat Allah’ın iradesinden bağımsız kendi başına örneğin bir saatin kendi başına dışarıdan bir etki olmaksızın işlemesi gibi işlemiyor. Kainatın işleyişine müdahil olmayan bir yaratıcı anlayışı Kuran’ın kabul etmediği bir anlayıştır. Tabiat kanunları kavramı tam da böyle bir işleyişi çağrıştırmaktadır. Allah doğrudan emir vermiyor, daha önce yerleştirdiği bir mekanizma/’koyduğu kanunlar’ bütün işi/yönetimi gerçekleştiriyor şeklinde bir imaj oluşturmaktadır.
Kuran’da geçen ‘Arşa istiva etti’ ifadesi aslında mecazen bunun böyle olmadığını ifade etmektedir. Allah bizzat Kendisi kainatı yönetmektedir. Yukarıda arzettiğimiz ‘Allah gökleri dağılmasınlar diye tutar’ ayetinde Allah bu fiili doğrudan kendine nispet ediyor, dolayısıyla tabiat kanunları sayesinde ayakta duruyor diyemeyiz.
Allah var, tabiat var ve bir de bu ikisi arasında tabiat yasaları var. Her ne kadar bu yasaları Allah koydu desekte sanki bu yasalar (eşyayı sevk için gerekli olan gücü
[8]içinde barındıran) ayrı bir ‘varlık’ gibi algılanmaktadır. Eğer yasa’dan ’emir'(Allah’ın emri) kasdediliyorsa sorun kalmaz. O zaman doğrudan bir irtibat gerçekleşir kainatın yönetimi hususunda. Allah bizzat kendisi yönetiyor anlamına gelir. Fakat ‘yasa’ tabiri Allah’tan bağımsız bir olguyu çağrıştırmaktadır. Allah ile bağı önceden Allah’ın o yasayı koyması ile sınırlı. Yerleştikten sonra (kendi başına çalışan saat misali) Allah ile (doğrudan) bağ kopmakta bütün eşya o olgu ile idare edilmekte/sürmekte/yönetilmektedir. Yukarıdaki örneklerini verdiğimiz hadiselerin hiç biri bir tabiat kanunu tarafından değil bizzat Allah’ın
doğrudan iradesi/emri ile yaratılarak ayakta tutulmakta ve yönetilmektedir. Şimdi böyle olunca (‘aracı varlıkları’ aradan çıkarınca) Allah’ın kudretinin boyutu çok daha muazzam algılanabilmektedir. Yukarıda örneklerini verdiğimiz hadiselerin hepsini tek tek Allah
sonsuz kudretiyle
bizzat yönettiği düşüncesi övgü duygusunu daha fazla pekiştirmektedir.
6. Hamd nasıl güçlendirilir?
Allah’ın ortaya koyduğu işi/performansı gözler önüne getirmek suretiyle kalbimizde hamd duygusunu güçlendirebiliriz.
Burada da anahtar eylem/kavram tefekkürdür. Tefekkür birçok kapıyı açan ‘sihirli’ bir anahtar gibidir. Allah’a karşı olan sevgimizi, saygımızı, korkumuzu, tespihimizi, şükrümüzü güçlendirmede bize malzeme sunduğu gibi hamdimizi güçlendirme konusunda da bize malzeme sunmaktadır.
Bütün bu işleri Allah nasıl tek başına ‘başarıyor’? sorusu bize Allah’ın ne kadar övgüye layık olduğunu ortaya koyacak olan bir sorudur.
‘Onun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamaktadır(vesiya kürsiyyus semavati vel ard)…’
ayetini bugünkü astronomi bilgileri doğrultusunda anlamaya çalışalım. Örnek olarak bize 13 Milyar ışık yılı
[9] uzaklıktaki galaksilerden ışıklar/bilgiler gelmektedir. Allah’ın ilmi ve kudreti bütün buraları da eş zamanlı olarak kuşatmaktadır. Yeryüzünde hiçbir yaprak
[10]O’nun bilgisi olmadan düşmediği gibi 13 Milyar uzaklıktaki galaksilerdeki yıldızlardaki hiçbir atom da onun çekip çevirmesi olmadan oluşmaz ve ayakta duramaz. O bu kadar uzaklıktaki sayısız atomu çekip çevirdiği gibi buradaki bütün eşyayı da mikro alemdeki parçacıklardan tutun yukarıya doğru onları birleştirerek kurduğu mükemmel sistemlerle birlikte Rabb sıfatıyla ayakta tutmakta, beslemekte, eğitmekte ve sürdürmektedir.
Allah nasıl yarattı ve nasıl yönetiyor vb. sorular
[11] ile O’nun büyüklüğünün, ilminin, hikmetinin, kudretinin ‘çapı’
[12] hakkında ‘fikir’ edinmek mümkündür. Bu tarz, hiç ‘fikir’ edinmeye çalışmadan da insan Rabbine hamdde bulunabilir. Fakat bu şekilde çok daha büyük bir etki meydana gelmektedir.
Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel, temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir. O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun.(40/64-65)
Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi Allah’ındır. Göklerde ve yerde büyüklük O’nundur. O, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(45/37)
Onlar görmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan (Allah), ölüleri de diriltmeye güç yetirir. Hayır; gerçekten O, her şeye güç yetirendir.(46/33)
Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: “Alemlerin Rabbine hamdolsun” denilmiştir.(39/75)
Üstünlük ve güç (izzet) sahibi olan senin Rabbin, onların nitelendirdiklerinden yücedir. Gönderilmiş (peygamber)lere selam olsun. Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. (Subhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yasifûn. Ve selâmun alel murselîn. Vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn) (37/180-182)
Uzun lafın kısası: Bütün alem hamd içinde. Biz ne güne duruyoruz? Haydin biz de bu hamd korosuna katılalım!
Uygulama kararları:
1. Gelecek derse kadar her gün en az 10 kere kainattaki bir örneği düşünme ve 1. başlıkta dile getirdiğimiz övgünün içinde yer alan duygular eşliğinde ‘Allah’a övgüler olsun’ demek.
2. Kainatın simülasyonu ile ilgili şu videoyı izlemek:
https://www.youtube.com/watch?v=3LVov9eNU6c
[1] Allah ile ilişkileri güçlendirmek ilk etapta kalpteki fiiller ile gerçekleşmektedir. Bu fiiller sevgi, korku, saygı, vb. fiillerdir. Hamd da bu fiillerdendir.
[2] ‘Yüce Allah’a hamd etmek; O’nu erdemlerinden dolayı övmektir’ (Rağıb, Müfredat)
[4] 7000000000000000000000000000 (27 sıfırlı bir rakam)
[5] Örnek olarak bir helyum atomunun çekirdeğinde 2 proton, bir demir atomunun çekirdeğinde 26, bir kurşun atomunun çekirdeğinde 82 proton bulunmaktadır.
[6] Allah’ın hiçbir şeye ama gerçekten hiçbir şeye ihtiyacı olmayan kendine yeter bir varlık olması başlı başına sonsuz övgüyü hak eden bir özelliktir.
[7] Örneğin bir mealde şöyle geçmektedir:
Ayrıca her ikisi de kendi istikametlerinde seyreden Güneş’i ve Ay’ı -yararlanmanız için – koyduğu yasalara bağlı kılan, ayrıca geceyle gündüzü de bu yasalara bağlı kılan Odur. (14/33)(kalın puntolu kısımlar mealci tarafında ek açıklama olarak meale eklenmişlerdir)
[8] Yasanın kendine ait, kendi varlığında mündemiç bir gücü olamaz. Hele yukarıda tasvir ettiğimiz hadiselerin çekip çevrilmesi için gerekli olan ‘gücün oranı’ düşünüldüğünde bunun direk Allah’ın gücü’ne atfedilmesi gerektiğini anlarız. Yasa tabiri kullanılırken aslında mecaza başvurulmakta, fakat hakikat olarak anlaşılmaktadır. Çünkü insanların koydukları yasaların da bizatihi bir gücü yoktur. Yasa(nın bizzat kendisi) bir şeyi yönetemez. Buna rağmen ‘ülke yasalarla yönetiliyor’ deriz. İnsanlar o yasaya kendi hür iradeleriyle boyun eğmeseler yasaların yönetmesinden bahsedilemezdi. Çünkü yasa yönetmiyor, insan itaat ediyor. Dolayısıyla tabiat yasası tabiatı nasıl yönetsin? Bir gücü mü bulunmaktadır? Bilgisi mi var o işleri yapabilecek, sevkedebilecek, ihtiyaçlarını tespit edip bunları karşılayacak? Bir bilinci mi var? Eğer bu soruların cevabı menfi ise, o halde ‘yasa’ nedir? Ayrıca Kuran’da ‘tabiat yasası’na karşılık gelebilecek bir kavramın bulunmaması da manidar değil midir? (Sünnetullah tabiri toplumsal alanla ilgili kullanılmaktadır, tabiat alemiyle ilgili değil, artı sünnet yine Allah’a atfediliyor, tabiatla ilgili kullansak bile buradan sadece Allah tabiattaki hadiseleri hep aynı şekilde yapıyor anlamı çıkar!) Madem kainatta böyle yasalar var ve bunları Allah koymuş, neden Kuran’da bu yasalardan bahsedilmiyor, neden Allah bütün iş ve oluşları doğrudan kendine(iradesine/emrine) nisbet etmektedir? Kaldı ki, Batı’da da ‘tabiat kanunu’ konsepti konusunda bir ittifak yoktur. Örn. Rudolf Carnap tabiat kanunlarını gözlemlenen düzenliliklerin ifadesine indirgiyor:’Tabiat yasaları dünyadaki düzenlilikleri mümkün olan en doğru şekilde dile getiren ifadelerden başka bir şey değillerdir’. Bu durumda tabiat kanunu ifadesi görülen düzenliliğin ismi olmaktadır, yani bir şeyi yönetme/çekip çevirme/hükmü altına alma anlamında kanun/yasa özelliği aslında bulunmamaktadır. Böyle anlaşıldığı takdirde sorun yine ortadan kalkar.
[9] Bir ışık yılı, ışık hızı (saniyede 300 000 km) ile bir yılda katettiğimiz mesafedir. Bu durumda 13 Milyar ışık yılı uzaklıktaki bir galaksiye ışık hızıyla 13 Milyar sene sonra varabilecektik. Bu mesafenin uzunluğunu tahayyül etmeye çalışalım. Allah’ın kudret ve murakebesinin ulaşmadığı bir yer yok.
[10] Bir ağaçta kaç tane yaprak bulunmaktadır. Bütün yeryüzünde kaç tane ağaç vardır? Hepsindeki yaprakları Rabbimiz tek tek bilmekte ve O’nun izni olmadan hiçbir tanesi dalından düşmemektedir. İşte Allah o kadar Yüce bir Rabbtir.
[11] Bu tarz sorulara kafa yoran kişi (kainattaki) ‘ayetleri’ çok daha iyi anlar(içindeki mesajı idrak eder).
[12] Hakikatte bu sonsuzdur, fakat insan idraki sınırlı olduğu için idrakinde Allah’ın yüceliğini ister istemez sınırlı bir boyutta algılayacaktır. İşte bu algılama ne kadar ‘geniş’ olursa o kadar hakikate ‘yaklaşmış'(sonsuza yaklaşmak mümkün müdür?) olur, Rabbini o nisbette daha iyi tanımış(bu ise mümkündür) olur. Takvası(sevgisi, korkusu, saygısı)
tanımasının nispetinde artar.
Güzel yazı Allah razı olsun. Linkteki video görüntülenemiyor, mümkünse çözerseniz faydalanmış oluruz.