Kur’an Günlüğü Notları
İnna lillahi, ve inna ileyhi raciun.
“Biz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz.” (Bakara 156)
Ama hala Allah’a rakip gördükleri varlıklara inanmayı tercih eden ve onları (yalnızca) Allah’a özgü (olması gereken) bir sevgi ile seven insanlar var: Halbuki imana ermiş olanlar, Allah’ı başka her şeyden daha çok severler. Zulüm yapmaya şartlanmış olanlar, (Kıyamet Günü) azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, bütün kudretin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın cezalandırmada ne çetin olduğunu da keşke görselerdi! (Bakara 165)
Çocukluğumuzdan beri, her ölenin ardından işittiğimiz bu ayet üzerinde derinlemesine ne kadar düşündük acaba? Her ne vakit bu ayeti işitsek zihnimizde yankılanan genel algı ölümdür. Dolayısıyla bu ayet üzerinde asıl düşünülmesi gereken mesele gölgede kalmaktadır sanki. Kendimi bu zümrenin dışında görmüyorum. Zira ben de her ne vakit bir ölüm hadisesi olsa gayri ihtiyari bu ayeti zikrediyorum. Bunda bir sakınca olduğunu düşünerek söylemiyorum bunu. Ölüm, Allah’a bir rucüdur. O bakımdan bu ayeti bu minvalde zikretmenin de mahsuru olmadığı gibi ona döneceğimizi her ölümü müşahede ettiğimizde hatırlamak bizi titretip kendimize getirmeye vesile olabiliyor. Benim asıl üzerinde durmak istediğim husus ayetin başındaki vurgudur. Biz daha çok ona dönecek olmamız üzerinde duruyoruz. Oysa ki ayet O’na ait olduğumuz vurgusuyla başlamaktadır. O’na dönüş, bu hayatın bir nihayeti ise, O’na ait olmaklığımız da hayatın ta kendisine işaret etmektedir. Biz hala hayatta isek, bizi asıl ilgilendiren husus da bu vurgu olmalı. Şayet “O’na ait olmak” vurgusu üzerinde şuurlanabilirsek eğer, ona layıkıyla da dönmüş sayacağız kendimizi.
Bu ayet üzerindeki genel algıyı bir kenara bırakıp düşünmeye başlıyorum. Ne vakit dikkatimi çektiğini hatırlamıyorum. Bir vakitti işte. Ölüm hadisesi dışında karşılaştığım bir vakitti belki de. Tekrar tekrar başa alıp üzerinde düşünmeye çalışırken, “Biz Allah’a aitiz” ifadesini okuduğumda diriliyor, “O’na döneceğiz”, ifadesiyle ruhumu teslim ediyor gibiydim. Bir döngünün içerisindeydim de, her okuduğumda diriliş ve ölüm arasında sarkaçlanıyordum sanki.
Ve en nihayetinde zihnimi meşgul eden o soruyla sarsılıyordum; Biz kendimizi Allah’a ait görüyor muyuz gerçekten? Nasıl bir aidiyettir bu? Şu elimde tuttuğum kalem bana ait. Bu kalem benim hizmetkarım. Sorgusuz sualsiz ben her neyi irade ediyorsam onu yazıyor. Bu kalem bana ait ve benim esirim, benim kölem. Kalem iradesizdir, dolayısıyla bana olan aidiyetine asla itiraz edemez. Düşünüyorum, insanın sahip olduğu, kendisine ait gördüğü şeyle olan münasebetinde daimi bir esaret durumu vardır. O şey irade sahibi olsa bu esaret, ilk fırsatında özgürlüğüne koşardı. O halde bizim Allah’a olan aidiyetimizden murad edilen nedir? Allah insanı bir irade üzerine yaratırken nasıl oluyor da aynı zamanda O’na ait olduğumuzu söylüyor? Sorgusuz, sualsiz, iradesiz bir kölelik midir insanın Allah’a olan aidiyeti?
Kul ile köle kavramlarını düşünüyorum sonra. Her ne kadar ikisi de köken itibariyle köle anlamına gelse de bu iki kavram arasında açık bir fark vardır[1]. Allah’a olan aidiyetimizden murad edilen kölelikten ziyade kulluktur. Kul kendi iradesiyle, kendi yaratıcısının kim olduğunun bilincinde olarak kendini Allah’a teslim eden kimsedir. Tam bir gönüllülük esasına dayanarak bir teslimiyet. Allah’tan başkasına yapılan aidiyet (ubudiyet) ise köleliktir. Allah’tan başkasına yapılan kölelikte, kölenin tüm iradesi sahibinin elindedir. Köle olan kimse ya bile isteye, yahut zor koşularak kendi iradesini sahibine teslim etmiştir.
Fakat Allah’a olan aidiyetimizi düşündüğümde bunun farklı olduğunu görüyorum. Önce beşer olarak yaratılıyoruz, daha sonra bu beşeriyetten insanlığa çıkışın mücadelesini veriyoruz. Bu mücadelede insan olmanın yollarını ararken aynı zamanda insan olmanın Allah’a kul olmayı da beraberinde getirdiğini görüyorum. Allah’a kul oldukça insan oluyor, insanlığımızı artırdıkça da Allah’a olan kulluğumuz aynı nisbette artıyor. Kendi irademizi elimizde tutarak O’na kul oluyoruz. Zaman zaman sahibimizi sorguluyoruz, zaman zaman zayıf düşüyor sitem ediyoruz, şikayetleniyoruz. Zaman zaman yaptığımız kusurlarımızın içinde debeleniyoruz. Yine de buna rağmen kendi irademizle tevbemize kapı aralıyoruz. Son nefesimize kadar bu kapı aralık kaldığını görüyoruz. Böylesine merhamet sahibi olan Allah, kendisine olan aidiyetimizi kölelik anlayışından koparıp bizi kullukla şereflendiriyor. Kendisine olan kulluk bilincimizin pekişmesiyle bu hayat serüveninde daima bize yardımcı olacağının sözünü veriyor. Haşmetinden susuyorum sonra. Kendisine döneceğimiz günden artık korkmuyorum.
İçinde bulunmuş olduğum toplumu ve çağı düşünüyorum sonra. İnsanlığın geçmişini seyrediyorum. Gördüğüm tablo beni ürkütüyor. İnsanlığın sürekli kul olmakla köle olmak arasında debelendiğini, mücadele ettiğini gördükçe kendime olan sorgum artıyor. Ben ne kadar köleyim ve ne kadar kulum? Bu terazide ağır basan taraf hangisidir? Kendimi sorguladığıma şükrediyorum sonra. Kendini sorgulamayan, iradesini bile isteye sahibine teslim edenleri gördükçe onlardan biri olmadığıma şükrediyor ama aynı zamanda onlar için üzülüyorum. Kendimi onlara karşı sorumlu hissediyorum. Onların kölelik halinden kurtulmaları için üzerime düşen sorumluluk beni yerimden yurdumdan etmeli. Bunu kendisine ait olduğumuz Allah’a karşı en büyük borcumuz olarak görüyorum. Ödenmesi mümkün olmayan ve iyi ki de mümkün olmayan bir borçtur bu, biliyorum.
Ey Allah’ım, bize bu kölelik halinden kurtulacak bir bilinç ihsan eyle. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, soluduğumuz hava umudumuzu ve azmimizi tüketiyor hissine kapılıyoruz. Kendisini bile isteye bir takım metalara köle edenleri gördükçe dehşete kapılıyoruz, sen bizim korkularımıza derman ol ey sınırsız lütuf sahibi Allah’ım. Ey Rahmetinde ve kudretinde sınırsız Allah’ım, Senden başka bizi koruyacak ve yardım edecek hiç kimse yoktur. Biz sana aitiz, sana olan aidiyetimiz sana olan kulluk bilincinden geçtiğini biliyoruz. Bize iyi ve güzel işlerde birbirimizle yarışmayı lütfet[2]. Bize verdiğin rızıktan başkaları için harcamayı irade buyur[3]. Çünkü biliyoruz ki bize verdiğin türlü rızıkların üzerinde onların da hakkı vardır. Bize düşünebilen bir aklı ve sevebilen bir gönlü de rızık olarak verdin. Zalime mukavemet edecek, mazluma şemsiye olabilecek bir ruhu da rızık olarak verdin. Bunları da infak etme bilinci ver bize.
Bizleri, kalpleri ve kulakları mühürlenmiş, gözlerinin üzerine perde çekilmiş olanlardan eyleme . Onlar ki kalpleri hastalıklıdır, onlar ki zifiri karanlığa gömülmüş, sağır dilsiz ve kördürler[4]. Bizi sabır ve namazda yardım dileyen kullarından eyle ve onlarla muhabbet bağımızı kuvvetlendir.[5]
“Ey Rabbimiz, bizi sana teslim olanlardan kıl ve bizim soyumuzdan sana teslim olacak bir topluluk çıkar, bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et: şüphesiz yalnız sensin tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan!” [6]
Bizi türlü ölüm tehlikeleriyle, açlıkla, dünya malının yitimleriyle sınayan Rabbimiz, yaşadığımız bu zorluklara karşı sabrımıza bereket ver.[7]
Ey Rabbimiz, hayatımızı senin rengin ile renklendir[8] ki nefsimizim karanlıklarına karşı aydınlık bir gözümüz olsun.
Biz sana aitiz ey Allah’ım, sana olan dönüşümüzü mübarek eyle..
[1] Kur’anda geçen ‘abd’ (عبد) kelimesi hem ‘köle’ hem de ‘kul’ anlamını ihtiva eder. Allaha karşı yapılan ubudiyet kulluk anlamına gelirken, Allah’tan başkasına yapılan ubudiyet ise kölelik anlamına gelmektedir.
[2] Bakara 148
[3] Bakara 3
[4] Bakara 6,10,17,18
[5] Bakara 43
[6] Bakara 128
[7] Bakara 155
[8] Bakara 138
Allah’a ait olma bilinci en çok da içinde yaşadığımız bu dünyada bize lazım olacaktır. Zira böyle bir bilinç ile yaşanırsa ancak kurtuluş mümkün olacaktır. Aksi takdirde öldüğümüzde arkamızdan okunacak bu ayetin bize bir faydası olmayacaktır. Emeğine sağlık kardeşim. Dualarına da içtenlikle amin diyorum.
Kıymetli yorumun için teşekür ederim.
emeğinize sağlık. hidayetinize bereket ..