Bir önceki yazıda hevânın lügat ve terim anlamlarına değinmiş, bunun, insandaki bir sapmaya, nefsin arzularına işaret ettiğine dikkat çekmiştik.
İslam insanı, behimî arzuların, şehvetlerin peşine değil, hakka/hakikate yöneltir. Aziz ve alîm Allah, insanın, ancak hakkı isteyerek, hakkı izleyerek ve Hakka itaat ederek şeref kazanacağını bildirir. İnsanın bu şerefini elde etmesi, ancak Allah’a gerçek anlamda kul olmasıyla mümkündür. Allah’a gerçek anlamda kulluk ise, öncelikle Allah’ın bilinmesi, Allah’a iman edilmesi ve Allah’a itaat edilmesiyle mümkündür. Allah’a inandım demekle Allah’ın idrak edilemeyeceği bir gerçektir. Allah’a iman, deistçe bir inanmanın ötesinde, ilimle, adanmayla, kendisini Allah karşısında bir ‘hiç’ mesabesinde tutmakla olabilecek bir tasdik ve teslimiyet durumudur. Kendi benliğimizi Allah uğrunda kelimenin tam anlamıyla bir kıyâm (selamlama/huzura çıkış), rükû ve secde (tezellül) haline getirmekle ancak, yüzümüzü O’na döndürmüş oluruz.
Allah’a itaat, salâtımızın, kulluk eylemlerimizin, yaşamımızın ve ölümümüzün sadece ve sadece Allah için olmasıdır. Bu ‘Allah için’lik şuradan belli olur ki, hayatımızda kesin olarak tağuta yer verilmez, tağuta muhabbet duyulmaz ve tağuta alkış tutulmaz.
Kur’an, Allah’a itaatinde hiçbir kusur bulunmayan, hiç duraksama yaşamamış, tam bir itaat nümûnesi olan Elçi Muhammed (sav)’i mütemadiyen, kâfirlerin hevâlarına uymaması hususunda uyarmaktadır; acaba neden? Bu ‘neden’in cevabını biraz erteleyelim. Önce, Kur’an’ın uyarılarına bakalım:
“Aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmet ve onların hevâlarına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına (seni fitneye düşürmelerine) karşı onlardan sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten fâsıktır.” (5/Maide, 49).
“İşte onun için sen davet et ve emrolunduğun gibi, istikamet üzere ol. Onların hevâlarına uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a iman ettim ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır.” (42/Şura, 15).
“Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan, Allah tarafından senin ne bir dostun ne de bir koruyucun vardır.” (13/Ra’d, 37).
“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâlarına uyma!” (45/Casiye, 18).
“De ki: Allah’ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların saptırıp şaşkın olarak, hevânın peşine düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise ‘bize gel!’ diyerek doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri döndürülecek miyiz? De ki: Allah’ın hidayeti, doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir.” (6/En’am, 71).
“De ki: Allah’ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi. De ki: sizin hevâlarınıza uymam; aksi halde dalalete düşerim de, hidayete erenlerden olmam.” (6/En’am, 56).
“Ona (kıyamet gününe) iman etmeyen ve hevâsına tabi olan kimseler sakın seni ondan alıkoymasın; sonra mahvolursun!” (20/Taha, 16).
“Üzerine Allah’ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu çokları ilimsiz olarak, kendi hevâlarına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.” (6/En’am, 119).
“De ki: Allah şunu yasak etti diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin! Eğer onlar şahitlik ederlerse, sen onlarla beraber şahitlik etme; ayetlerimizi yalanlayanların ve ahiret gününe inanmayanların hevâlarına uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar.” (6/En’am, 150).
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabalarınız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara daha yakındır. Hevânıza uyup adaletten sapmayın. Şahitliği eğer-büker, yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (4/Nisa, 135).
“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet. Hevâya uyma! Aksi takdirde bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık zorlu bir azap vardır.” (38/Sa’d, 26).
“Ey kitap ehli! Dininizde hakkın dışına çıkarak haddi aşmayın. Daha önceden dalalete düşmüş, birçoklarını da dalalete düşürmüş ve böylece yolun doğrusundan sapmış kavmin hevâlarına uymayın.” (5/Maide, 77).
“Sabah akşam rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, hevâsına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat etme!” (18/Kehf, 28).
“Eğer hak onların hevâlarına uysaydı, mutlaka gökler ve yeryüzü ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi. Hayır, biz onlara zikirlerini getirdik fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çevirdiler.” (23/Mü’minûn, 71).
***
Kur’an’ın hevâya karşı uyarıları, oldukça keskin ve tavizsizdir. Bu uyarılar Din’in özünü oluşturmaktadır. Burada slogan yok, hikmet var. Bu hikmeti iyi kavramak gerekir. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de yerküre üzerinde yaşayan bir cahiliye var. Hevâ, cahiliyeyi destekleyen ana kanallardan biridir. Çağdaş cahiliye biteviye vahyi tartaklamak eğilimindedir. Vahiy cahiliyenin terör listesinde, baş sırada kayıtlı bulunmaktadır. Vahiy hayattan uzaklaştırıldıkça, yerini hevâ ve heves işgal etmektedir. Yani hevâ, sanıldığı kadar mülayim olmayıp, edepsiz bir işgalcidir. Hevâyı def edecek yegâne unsur, imandır. İman kalpleri mekân tutmazsa, yaşanan hayatın hevâdan başka bir şey olması nasıl beklenebilir ki?!
Kur’an’ın hevâya dair uyarılarını tasnif edecek olursak, ilkin şu önemli ikazla karşılaşırız: Peygamber, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmesi ve kâfirlerin hevâlarına uymaması hususunda uyarılmaktadır. Oysa yukarıda değindiğimiz gibi, Peygamber’in, cahiliyenin hevâsına uymak gibi bir hatası hiç olmamıştır. Bu durumda, Peygamber’in şahsında, kâfirlere mesaj gönderildiğini düşünebiliriz ama asıl mesajın biz müminlere irsal edildiğini düşünebiliriz. Peygamber’in uyarılması bizde nasıl bir endişe (havf) oluşturmalıdır?! Peygamber’in, insanların hevâ ve heveslerine uy/a/mazlığı, bugün kimin üzerinde tebellür edecektir?
Vahyin bizi uyardığına göre, insanların hevâlarına uymamanın yolu, demek ki Allah’ın indirdikleriyle hükmetmektir. Önce şahıs olarak kendi hayatımızda, sonra ailemizde, sonra da, ‘emretmemiz’ imkân dâhilinde olan herkese yönelik olarak Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemiz gerekiyor. Allah’ın indirdikleri, Rabbimizin, Maide suresinin 3. ayetinde, “kemale erdirdik; tamamladık” buyurduğu Din’in ta kendisidir. Demek ki, hem 620’li yıllarda, hem de 2010’lu yıllarda hayatımıza egemen olması gereken, Allah’ın buyruklarıdır. Allah’ın buyrukları İslam’dır. İslam’ın haricinde kalan her şey ama her şey hevâdır, cahileyidir, küfürdür.
“Allah’ın indirdikleri” o kadar kapsamlıdır ki, müminlerin yediklerini-içtiklerini dahi haram-helal ölçüsünde düzenlemektedir. Allah -‘indirdikleri’ cümlesinden olarak-, helal kıldıklarını (Allah’ın adı üzerine anılarak kesilenleri) yememeyi bile hevâ olarak adlandırmaktadır. (6/En’am, 119). Allah yasak etmediği halde, mubah yiyecekleri, O’nun adına yasaklamak da bir hevâdır. (6/En’am, 150).
Kur’an, insanların Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından saptırmaları, fitneye düşürmeleri gibi bir niyete karşı Peygamber’i uyarmaktadır. Oysa Peygamber (a.s)’ın böyle bir fitneye düşmesi de vaki değildi. Demek ki bu uyarıda yine bize bir telmih bulunmaktadır.
Acaba, 1400 sene önce yapılan bu ‘fitne’ uyarısı, bugün, 2014 yılında bütün canlılığı ile, ayan-beyan ortada olabilir mi? Acaba bugün, kendini İslam’a nisbet eden zümreler, Allah’ın indirdiklerinin çok da gerekli olmadığı, bugünün anlayış ve kavrayış tarzının, İslam’dan daha iyi bir yol olduğuna inandırılma gibi bir fitneye maruz kalıyor olabilir mi? Bütün bir yeryüzünde her geçen gün, birçok ‘değer’ yükselir, insanlara yeni yeni ufuklar olarak takdim edilirken, İslam’ın bir türlü ‘yükselen değer’ olamaması, bilakis her geçen gün İslam’ın daha da silikleştirilmesi, sözü edilen fitnenin yeni versiyonu olabilir mi?…
Ve yine, insanların çoğunun fâsık olduğuna dair ilahi uyarı (5/Maide, 49), fitneye düşürenler ve düşenlerin kimliklerine dair bir ‘açıklama’ olabilir mi?
Bu soruların cevabı bellidir.
Bu soruların cevabını kim nasıl algılarsa algılasın, Rabbimiz uyarıya devam ediyor ve Elçisine, kendisine indirilen Şeriat’a tabi olmayı, cahillerin hevâlarına uymamayı emrediyor. Kendisine gelen bunca İlim’den sonra, hala cahillerin hevâlarına uyacak olursa, Allah’ın velayetini ve Allah’ın koruyuculuğunu kaybedeceğini bildiriyor. (13/Ra’d, 37). Allah’ın velayetini ve koruyuculuğunu kaybedenin akıbetini ise Kitap şöyle tanımlamaktadır: sanki o kişi, gökten düşüp paramparça olmuş, kendisini kuşlar kapmış yahut da rüzgâr onu uzak bir yere savurmuştur! (22/Hac, 31).
Dünyadaki bütün şatafatına, gözlere hitap eden teshir gücüne, bütün şaşaasına rağmen şirk dini, nihayet hevâ ve heves dinidir, cahiliye hayatıdır ve yukarıdaki ayetin tasvir ettiği gibi kurda kuşa yem olmuş, yel alıp götürmüştür.
En’am suresinin 71. ayetindeki tasvir de benzersiz bir açıklıktadır. Allah’ın hidayetinden sonra kendilerine yeni düzenler, yeni hayatlar, yeni siyasetler arayanlar, şeytanın saptırdığı, kendilerini uyaran kimselere ise göz, kulak ve kalplerini kapattıkları kimselerdir. Bunların yeni hayatları ve yeni siyasetleri hevâdan başka bir şey değildir.
Kur’an, adaleti titizlikle ikame etmeyi emretmekte; kendimiz, ana-babalarımız ve akrabalarımız aleyhinde de olsa, Allah için doğru şahitlik yapmamızı istemektedir. Hevâmıza uyarak adaletten sapmaya hakkımız yoktur. (4/Nisa, 135). Adalet ise sadece İslam’ın adalet dediğidir. İslam’ın adalet mefhumundan başka adalet olamaz. Eşitlik adalet değildir, yerine göre, belki de bir zulümdür. İslam’ın dışında adalet sistemi aranması da daha büyük bir zulümdür.
Ehli Kitap, dalalete düşmüş, birçoklarını da dalalete düşürmüş ve böylece sırât-ı mustakîmden sapmış kavimlerin hevâlarına uymaktan titizlikle men edilmektedir. (5/Maide, 77). Kendilerinin din anlayışları yerden yere vurulan Ehli Kitab’ın uyarılması bizler için çok büyük anlamlar ifade etse gerektir. Biz mü’minler, dalalete düşmüş, başkalarını da dalalete düşürmeye devam eden kimselerin bu saptırmalarına karşı son derece müteyakkız olmak durumundayız.
***
Müminlerin, hevâya uymamak için takip etmeleri gereken yol haritasını yine Kitabımız vermektedir. Sabah akşam rablerine, Allah’ın rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte sabır ve sebat etmemiz gerekmektedir. Dünya hayatının süsünü isteyerek, yani dünyevileşerek gözlerimizi onlardan çeviremeyiz. Hevâsına uyan kimselere itaat edemeyiz. (18/Kehf, 28).
Kendisini Rasulullah’ın yolunun yolcusu olarak bilen bir mü’min, Allah’a davet etmeye, emrolunduğun gibi, sırât-ı mustakîm üzere olmaya devam edecek ve müminlerin dışındaki kimselerin hevâlarına uymayacaktır. Allah’ın indirdiği Kitab’a iman ettiğini açıkça, yüksek sesle ve herkesin duymasını isteyerek beyan edecek. İslam adaletini gerçekleştirmeye talip olacak. Allah’ın, bizim olduğu gibi, ötekilerin de Rabbi olduğunu hatırlatacak ve kendilerini ikna edememe durumunda tavrı şu olacaktır: bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir! Tıpkı, bizim Dinimiz bize, onların dinleri de onlara olması gibi… Mü’minler, günümüzün moda şerikleştirici söylemlerinden etkilenerek, İslam’ın temel akide esaslarını, öteki insanlarla tartışma konusu yapamazlar. (42/Şura, 15).
Cahiliye ahalisinin Allah’ın dışında taptığı şeylere tapmak ve onların hevâlarına uymak müminlere kesin olarak haram kılınmıştır. (6/En’am, 56). Hak batıla, hak hevâya uyamaz. Bugün gökler, yeryüzü ve içinde bulunanlar (kâinatın düzeni) bozulmadan sağlam kalabilmişse, bu, hakkın, beşerin hevâsına uymamasından dolayıdır. (23/Mü’minûn, 71).
Yeryüzünde, Allah’a itaat eden, Allah’a itaat etmeye davet eden ve hevâdan kaçındıran bir ümmet mutlaka bulunmalıdır. Ama unutmamalıdır ki, hevâ her zaman, haktan bazı aksesuarlarla kendisini gizleyecektir. Muhammed (sav)’in kavmi bile doğrudan Allah’ı karşılarına alarak muhalefet etmemişlerdi. Onlar, Allah’a en az Muhammed (sav) kadar saygılı olduklarını göstermek istiyorlardı. Günümüzde, hevâ ehlinin üzerinde hak suretinde aksesuarlar daha fazla bulunmaktadır. Buna rağmen mü’minler olarak, Kur’an’ın tamamına talip olmalı, Allah’ı hayatımızın tamamına müdahil kılmalıyız. İslamî değerlerin cahiliye putperestliğine alet edildiği hevâ ve heves hayatına rıza göstermek, bizi de hevâ ehli yapar.