Nadir oğulları sürgünü, Recî olayı ve Bi’r-i Maune olayı o yılın önemli vakalarıydı. Ancak Bi’r-i Maune olayına Allah resulü çok üzülmüş ve içerlemişti. Zaten müşrik Araplar ve Yahudiler, her türlü ihaneti yapmakta oldukça maharet sahibiydiler.
Yağmalamak, kan davası gütmek, suikast düzenlemek ve ihanet etmek gibi kötü meziyetlere sahiptiler. Onların bu huylarını çok iyi bilen Allah resulü, daima uyanık davranır, her ihtimali değerlendirir ve gerekli tedbirleri almakta hiç tereddüt etmezdi. Onların üzerinde her zaman gölgesini hissettirirdi. Kararlarında sebat eder ve ara sıra ani uygulamaları yapmayı da ihmal etmezdi. Yine bir seferinde aldığı bir istihbarata dayanarak ani bir kararla Medine’den Necid’e doğru yola çıktı. Zorlu bir yolculuk sonrasında orada bulunan Yahudi ve Arap kabilelerine buraların başıboş olmadığını hatırlatıp onlara gözdağı vererek, tekrar Medine’ye döndü.
Nadir oğulları, Medine’den uzaklaştırılarak şehrin iç emniyeti sağlanmış, dışarıdan baş kaldırmayı düşünen kabilelere de, yapılan ani hücumlarla daha düşünceleri hayata geçmeden engellenerek sindirilmişlerdi. Mekkeliler Uhud’tan ayrılırken bir yıl sonra Bedir’de yeniden savaşmayı teklif etmelerine rağmen savaşa gelmemişler ve böylece onlar da bir nebze sinmiş oluyorlardı. Onların savaşa gelmemeleri Allah resulünün elini iyice güçlendirmiş ve rahat nefes almasını sağlamıştı.
Bu durum Yahudileri oldukça zor durumda bırakıyor ve gidişatın iyi olmadığını iyice fark ediyorlardı. Yapacakları şey belliydi: Mekkelileri kışkırtmak.
Hayber’e sürülen Nadir oğullarının başını çektiği bu tahrik planında, Medine’ye karşı olan tüm Necid’li kabilelerin bir araya gelmelerini sağlamak o kadar zor olmadı ve yaklaşık on bin kişilik bir orduyla, yeniden Medine’ye doğru yola çıkmanın hazırlıklarına ivedilikle başlandı.
Yine Uhud’ ta olduğu gibi muhtemelen Abbas’ın gönderdiği atlılarla Allah resulü olaydan haberdar ediliyordu. Allah resulü her zaman olduğu gibi istişare meclisini topladı ve durum hakkında genel bilgi vererek düşmana nasıl karşı konulacağı noktasını tartışmaya açtı. Farklı görüşler ortaya atıldıktan sonra İranlı Selman Farisi’nin hendek önerisi kabul edildi. Bu taktik Arabistan bölgesinde daha evvel görülmemiş bir şeydi. Bunun bir an evvel hayata geçmesini isteyen Allah resulü, başta kendisi olmak üzere bütün Müslümanları hendek kazmaya davet etti. Hendek kazma sırasında şiirler okuyor, Allah’a olan bağlılığını hamd ve şükürlerle dile getiriyordu. Arkadaşlarının keyif ve neşesini muhafazaya çalışıyor, onların morallerini en üst düzeyde tutuyor, hatta zahmetleri ve sıkıntıları bile neşeye çeviriyordu. Onlara hedef tayin etmeyi de ihmal etmiyordu. Hendek kazarken çıkan bir taşa elindeki aletle vurarak; “Allahu ekber! Allahu ekber! Şam’ın kırmızı köşklerini ve Kisra’nın saraylarını görüyorum” diyerek ufkunun sadece Mekkelileri yenmek gibi dar olmadığını; hedefin iki büyük güç olan Kisra ve Bizans olduğunu ortaya koyuyordu. Bu ileri görüşlülüğü, sünnetullaha uygun hareket etmenin neticesi ve inancın dile gelmesiydi.
Zorlu altı gün, hendek kazarak geçmiş ve bu arada düşman iyice yaklaşmıştı. Medine önlerine kadar gelen düşman, hiç hesap etmedikleri yepyeni bir müdafaa tarzı olan Hendekler ile karşılaşınca şaşıp kaldılar. Karşılıklı ok atışlarıyla başlayan savaş gece gündüz aynı şekilde devam ediyordu. Daha evvel uzun muharebeye tanık olmayan Mekkeliler için oldukça sıkıntılı günler başlamıştı. Her hangi bir gelişmenin olmadığını gören düşman ordusu artık sızlanmaya başlamıştı. Mevsimin kış olması ve havanın soğuk olması da bu sızlanmayı tetikleyen nedenlerdendi. Gatafan Arapları Hayber meyvelerinin yarısı karşılığında buradaydı. Ancak onlar da bu durum karşısında yavaş yavaş sızlanmaya ve gevşeklik göstermeye başladılar. Gidişatının olumsuza doğru yöneldiğini fark eden Huyey b. Ahtab’ın aklına Kureyza oğullarını, Muhammed’le olan anlaşmalarını bozdurmaktan başka bir şey gelmiyordu. Zaten Huyey b. Ahtap, aynı zamanda diğer Yahudi kabilelerini örgütleyip Mekkelilerle bir olmalarını sağlayan adamdı. Kısa bir uğraştan sonra Kureyza’nın lideri Ka’b b. Esed’i ikna etmeyi başardı ve ardından Esed, anlaşmayı bozduğunu ve Kureyş tarafına geçtiğini açıkladı. Medine’yi böylece hem içeriden hem de dışarıdan abluka altına alacaklardı. Kureyza oğullarının düşman tarafına geçmesiyle birlikte içerideki münafıklar da boş durmuyor, darlık ve sıkıntılı bir dönemin orta yerinde hemen gerçek yüzlerini ortaya koyuyorlardı. Erzak tükenmek üzere, geceleri oldukça soğuk, açlık, uykusuzluk ve yorgunluk… üstelik düşman hem aşağıdan hem yukarıdan gelmiş, gözler kaymış ve yüreklerin hançereye dayandığı (33/10-11) bu anı fırsat bilerek imanı zayıf olanları da etkilemeye başlamışlar ve bir birlerine: “Muhammed bize Kayser ve Hüsrev’in hazinelerini vaat ediyordu, şimdi canımızı tehlikeye atmadan abdest bozmaya bile gidemiyoruz” diye gizliden gizliye fısıldaşıyorlardı.
Münafıkların birçoğu evlerini müdafaa bahanesiyle Allah resulünden izin isteyip Medine’ye dönmek istediler. Savaşacaklarına dair söz vermelerine rağmen, Allah resulü onların orduyu terk etmelerine izin verdi. Ancak bunların Medine’de bir kargaşa çıkaracaklarını ve aleyhlerine yönelik olumsuz propaganda yapabileceklerini de iyice sezmişti.
Muharebeden bir türlü sonuç alamayan müttefikler, geri dönmenin hesaplarını yapmaya başladıkları zaman Kureyza oğulları geri dönülmez bir hatanın ortasında olduklarını ve bundan sonra tüm güçleriyle direnmekten başka çarelerinin olmadığını anladılar. Kendilerine biraz asker verilerek Medine’yi basacaklarını temin ederek müttefiklerini de direnmeye zorladılar. Bu durumu sezen Allah resulü tam zamanında Medine’ye takviye kuvvet gönderip orada gece gündüz topluca tekbir getirmelerini söyleyerek Medine’ye yolladı. Böylece düşmana gözdağı verilecekti.
Allah resulü savaş esnasında durmuyor ve düşmanı yıldırmanın hesaplarını yapıyordu. Gatafanlılardan Nuaym isminde biri gelip Müslüman olduğunu ve kabilesini terk ettiğini söylediğinde Allah resulü onu tekrar göndererek, iki tarafın arasını ayırma planı üzere görevlendirdi. Plan, Nuaym’ın Kureyza’ya giderek, Mekkelilerden savaşa devam edeceklerine dair kendilerine rehin istemelerini talep etmek ve böylece samimiyetlerini anlamalarını tavsiye etti. Mekkelilere giderek, onlara da, Yahudilerin kendilerine hıyanet edeceklerini ve bu yüzden onlardan rehin isteyerek Müslümanlara teslim edeceklerini söyledi.
Bu durum Mekkelileri zor durumda bırakmış, bir birlerine olan güven sarsılmış, yorgunluk, fırtına ve soğuk ise dönmek için iyi bir fırsat olmuştu. Müslümanların kökünü kazımak için bir araya gelen Mekkeliler, üçüncü defa geldikleri Medine’den elleri boş olarak tekrar dönüyorlar ve bu geliş Mekkelilerin son gelişi aynı zamanda son gidişi oluyordu. Bundan sonra Mekkeliler bir daha Müslümanlar üzerine yürümeyi akıllarından bile geçirmediler.
Ertesi sabah Medine’nin havası tatlı ve sakindi. Düşman gitmişti. Müslümanlar yorgun bir şekilde dinlenmenin hesabını yapadursunlar, Allah resulü, tüm Yahudi ve müşrik kabilelerini ayaklandıran Huyey b. Ahtap’ı Kureyza’nın koruduğunu; ayrıca Kureyza oğullarının savaş sırasında ihanet ederek çoluk-çocuk, ihtiyar- kadın demeden katletme planlarını yapmanın ve Müslümanları arkadan vurmanın ne anlama geldiğinin hesabını sormak istiyordu. Hiç vakit kaybetmeden Kureyza’nın ihtişamlı zengin mahallesine vardığında onlar çoktan kalelerine sığınmışlardı.
Allah resulü Kaleyi yirmi beş gün muhasara ettikten sonra Kureyza oğulları teslim olmak zorunda kaldılar. Onların hakkındaki hükmü ise eski bir Yahudi olan Sad b. Muaz’ın vermesini istedi. Sad b. Muaz’ın hakemliğinde yapılan mahkeme, eli kılıç tutan erkeklerin öldürülmesine; kadın ve çocukların esir edilmesine; mallarının ise ganimet sayılmasına karar vermiştir. Bu hüküm aynı zamanda hem Kur’an’a hem de Tevrat’a uygundu. İhaneti hiçbir zaman affetmeyen Allah resulü de, bu kararı onayladı.
Bu karar Müslümanlara ihanet etmeyi düşünenlere bir gözdağı olmakla birlikte, daha evvel sürgün edilen Kaynuka ve Nadir oğullarıyla bir araya gelmelerini de engelleyen stratejik bir karardı.
Görülüyor ki Medine’ye geldiğinden beri rahat bir gün yüzü görmeyen Allah resulü, bu zamana kadar dışarıdan ve içeriden gelen tehditlerin nasıl bertaraf edileceğini ve bu konuda nasıl muvaffak olunacağını bir örnek olarak göstermiştir.
Müslümanların, Medine’deki zorlu yılları, birbirlerine kenetlenerek Hendek savaşı ile birlikte geride kalacak, Müslümanlar ve Allah resulü için yeni bir dönem başlayacaktı. Bundan sonra hamle sırası kendilerindeydi. Bu durumu Allah resulü şu şekilde açıklıyordu:
“Artık Kureyş bu seneden sonra bir daha buralara gelemeyecek; fakat siz gideceksiniz.”