Müslümanlar, tarihte hak ile batılın ayırt edilmesinin temel ayağı sayılan ve ayın on dördü gibi parlak olan Bedir’den sonra yeni fakat çetrefilli bir düşmanla tanışıyorlardı: Yahudiler.
Allah resulü, Medine’ye geldiği dönemlerde Yahudilerle anlaşma yapmış, onlarla Medine’yi savunma konusunda ittifak sağlamıştı. Yahudilerin dönemdeki düşünceleri kısaca saman alevi gibi parlayan Muhammed ve adamlarının ömrü kısa sürecekti ve onlarla fazla didişmenin bir anlamı yoktu. Bu yüzden şimdilik istediklerine evet demek daha mantıklı ve daha kestirme bir iş olacaktı. Ne var ki Bedir zaferi onları kara kara düşündürmüş, güvendikleri dağlar karla dolmuştu. Olayın bu kadar basit ve sıradan bir iş olmadığının farkına varmışlar fakat iş işten çıkmıştı. Bundan sonra Müslümanların aleyhine fırıldaklar çevirmekten başka bir yol kalmamıştı ellerinde. Anlaşmaya rağmen Müslümanların aleyhine hakaretlerden çekinmeyen; alaycı tavırlar sergileyen; Mekkelilerle işbirliğine giren hatta Allah resulünü öldürmek için suikast planlarına girişen Yahudilerin, Kureyş’ten çok daha tehlike arz etmeye başladığını gören Allah resulü, adeta burada soğuk bir harbin etkisinde olduğunu fark ediyordu.
Anlaşmaya rağmen Nadir oğullarının ileri gelenlerinden Kab b. Eşref Mekke’ye giderek onları savaşa kışkırtan konuşmalar, Bedir’de ölen Kureyş uluları için okuduğu şiirler ve onları duygulandıracak mersiyeler, ağıtlar söyleyerek adeta Mekkelileri savaş için tahrik ediyordu. Bununla yetinmeyen Eşref, Müslümanları aşağılayan şiirler ve kadınların iffetine yönelik alaycı gazeller okuyarak düşmanlığını alenen ilan ediyordu.
Bir başka Yahudi kabilesi olan Kaynuka oğulları, Bedir öncesinde olduğu gibi sonrasında da Mekkelilere olan muhabbetlerini açıktan açığa söylüyorlar, onlara destek vereceklerini ifade ediyorlardı. Anlaşmaya rağmen onlar da ellerinden geleni arkalarına koymuyorlardı. Allah resulü, tüm bunları bir bir takip ediyor, onları her fırsatta uyarıyor, Mekkelilerin başına gelenleri hatırlatıyor ve anlaşmaya uymalarına davet ediyordu. Bu uyarılar karşısında ise onlar; “aslında siz bu anlaşmayı bozmak için bahane arıyorsunuz, siz savaş bilmeyen bir topluluğu yendiniz, buna aldanmayın eğer sizinle harp yaparsak o zaman harbin tadını anlarsınız” diyerek cevap veriyorlardı. Aslında bu sözler hem anlaşmanın bozulduğunu hem de açıkça savaş için meydan okuduklarının açık ifadesiydi. Bunun üzerine Allah resulü, onları on beş gün boyunca muhasara etti. Daha evvel destek için sözbirliği yaptıkları ne Yahudi kabileleri, ne de Mekkeli müttefikleri yardıma geldiler. Bunun üzerine şartsız olarak teslim oldular. Haklarındaki hüküm, mallarından yanlarında götürebilecekleri kadarını alarak Medine’yi terk etmeleriydi. Ve öyle de oldu.
Mekke’de Kab b. Eşref tarafından Müslümanlara yönelik yürütülen düşmanca propagandayı güçlü istihbaratı sayesinde daha evvel haber alan Allah resulü, O’nun Medine’ye geldiğini yine hicivlerine devam ettiğini duyunca onun ortadan kaldırılmasını istedi. Bu işi Muhammed b. Mesleme üstlendi ve onu öldürdü. Nadir oğulları bu ölümün sebepsiz olduğunu ifade ederek Allah resulüne anında itiraz ettiler. Buna karşın “düşmanca düşüncelere hoşgörü gösterilse de, düşmanca eylemlere asla hoşgörü gösterilmeyecektir. Siz de biliyorsunuz ki o bizi incitti ve aleyhimize katı sözler söyledi; düşmanla işbirliği yaparak anlaşmayı bozdu. Sizden kim böyle yaparsa onun da cezası ölümdür” cevabını aldılar ve yeni ve özel bir anlaşma yaparak şimdilik yerlerinde kaldılar.
Kızıldeniz sahillerinde bulunan kabilelerin Allah resulü ile müttefik olmaları Mekke eşrafını iyiden iyiye çileden çıkarıyordu. Çünkü ticaret için gidip gelen kervanların güvenli bir yolu kalmamıştı. Bunun üzerine bir başka uzak bölge olan Basra Körfezi üzerinden Irak tarafına giden yol üzerindeki Gatafan ve Suleym kabileleri ile ittifaklarını güçlendiren Mekkeliler, onların Medine üzerine yürümelerini teşvik ediyordu. Bunu haber alan Allah resulü, bu iki kabilenin üzerine giderek onları etkisiz hale getirdi ve böylece bölgenin tek siyasi hakimi olduğunu etrafa iyice hissettiriyordu.
Kuba’da bulunduğu bir gün, Mekke’den Amcası Abbas tarafından gönderilen bir adam, elindeki mektubu Allah resulüne verdiğinde Mekkelilerin Medine’ye bir orduyla hareket ettiklerini öğrenmiş bulunuyordu. Bu haber üzerine hemen harekete geçen Allah resulü, ilk olarak küçük bir grubu keşif olarak göndererek onlar hakkında bilgi getirmelerini istedi. Daha sonra istişare heyetini toplayıp acil eylem planı üzerinde istişare ederek onları Uhud meydanında karşılamaya karar verdi. Zırhını giyinip kılıcını kuşanan Allah resulü ordunun başında Uhud’a doğru yola koyuldu.
Uhud bildiğiniz gibi mağlubiyetle sonuçlanmış, bu mağlubiyetin ana sebebini Kur’an-ı Kerim “lidere itaatsizlik ve güçlülük zaafı “ (3Al’i İmran/152-153) olarak bildirir. Mağlubiyetler insan hayatında olumsuz etkiler bırakabilir. Ancak mağlubiyetten ders çıkarmak insanı yeniden canlı hale getirir. Nitekim Allah resulü de öyle yaptı ve bu mağlubiyetin nasıl galibiyete giden bir yolun başlangıcı olduğunu gösterdi.
Mağlubiyetin ertesi günü sabah erkenden Medine tarafından destek geliyormuş gibi bir kalabalık tertip ettirdi. Bunun anlamı Ebu Süfyan’ın Müslümanlar üzerine ola ki yeniden yürümesinin önünü kesmekti ve düşündüğü gibi de oldu. Bu hamle düşmanın yeni bir takviye geldiği hissiyle Mekke tarafına yönlenmesini sağladı. Daha sonra düşmanın peşine takılmak suretiyle büyük bir azim, inanç ve cesaret örneği sergileyen Allah resulü, kendi yarasına ve elindeki kuvvetin zayıf olmasına rağmen onları takip etmekte hiç tereddüt etmedi. Onları belli bir süre takip ederken sahabeye özellikle geceleri geniş bir alana yayılarak ateş yakmalarını emrediyor, düşmana göz dağı veriyor, böylece muharebeden vazgeçmediğini ilan ediyordu. Bu stratejik politikasıyla düşmanın Mekke’ye dönmesini sağlamış ve onlara her şeyin burada bitmediği mesajını kafalarına sokmuş ve bu mesajla birlikte düşmanı Mekke’ye döndürmeyi başarmıştır.
Müslümanların Uhud muharebesindeki zafiyetlerinden sonra Yahudilerin biraz daha şımardığını gören Allah resulü, burada faaliyetlerini artırdı. Medine’de bir süvari birliği teşkil etti. At bakım merkezi (hara) kurdu ve atların çoğalmasına mani olacağı için belli bir dönem katır beslemeyi yasakladı.
Beni Amir kavminin reisi Ebu Bera’nın isteği üzerine gönderilen yetmiş kişilik Müslüman birlik (bir rivayete göre kırk kişilik) Bi’r-i Maune kuyusu yanında Ebu Bera’nın düşmanları tarafından katledildi. Bunun üzerine Allah resulünün nüfuzunun kırılması için dedikoduların şiddetini artıran Yahudiler, Müslümanların aleyhlerinde kötü laflar ve aşağılamalarına devam ediyor ve Muhammed’in bir krallık iddiasından öte bir şey olmadığını artık açıktan açığa söylüyorlardı. Allah resulü, Bi’r-i Maune sonrası bir Müslümanın karşı taraftan iki kişiyi öldürmesi sonucu onlara diyetlerini ödemek için haber gönderdi ve diyetlerini ödedi.
Bu dönemlerde Allah resulü, Nadir oğullarının bir hainlik düşündüğünü sezdi. Daha evvel hak ettikleri sürgün, Uhud hadisesinin ortaya çıkmasıyla adeta ertelenmişti. Hemen istişare meclisini toplayıp ani bir kararla Muhammed b. Mesleme’yi elçi olarak Nadir oğullarına gönderdi ve onlara on gün içinde Medine’yi terk etmelerini söylemesini istedi. Bunun üzerine Yahudiler hazırlıklara başlamasına rağmen, özellikle Abdullah b. Ubey başta olmak üzere etraftaki diğer Yahudi ve Bedevi kabileler, gitmemeleri halinde onlara yardım edeceklerine dair söz verdiler ve böylece onları kalmaları konusunda ikna ettiler. On gün sonra her hangi bir hareket görmeyen Allah resulü, hemen üzerlerine bir ordu gönderdi ve onları kuşatarak dış dünya ile irtibatlarını kesti ve çok sürmeden teslim olmalarını sağladı. Bunun üzerine taşınabilir yüklerini alabileceklerini söyledi ve şehri hemen terk etmelerini istedi. Onlarda öyle yapmak mecburiyetinde kalarak alabilecekleri/taşıyabilecekleri ne varsa onları aldılar ve Hayber’e doğru yola koyuldular. (bu konuya devam edeceğiz inş.)