Makyavelizmin “Hedefe giden her yol meşrudur” anlayışı, biz Müslümanların gündemine daha çok, Kur’ani ilkeler ve onlara dayalı Nebevi örnekliği göz ardı ederek belli hedeflere ulaşmak üzere demokratik kulvarlara, bâtıl sistemler içi siyasi süreçlere dahil olmaya yönelenlerle ilgili girmiştir bugüne dek.
Bununla birlikte Makyavel’in “Prens” adlı kitabında ana fikir olarak dile getirdiği bu anlayış, yalnızca gerektiğinde her kalıba girebilmeyi getiren omurgasızlığı savunmakla kalmaz, aynı zamanda baskıcı, diktacı, şiddeti kutsayan bir anlayışa da öğretmenlik yapar.
Makyavel o meşum kitabında şöyle der:
“Korkulan bir insan olmaktansa sevilen bir insan olmak mı, yoksa sevilen bir insan olmaktansa korkulan bir insan olmak mı daha iyidir? Bu iki özelliği bir arada bulundurmak güç olduğundan birisinden vazgeçmek gerekirse korkulan bir insan olmak daha iyidir, derim. Çünkü insanlar, yaradılıştan kötü oldukları için bir çıkar karşısında sevgi bağları yok olur. Oysa korku ile bağlanmış insanlar ceza tehdidi altında oldukları için bu bağlar hiçbir zaman onların yakasını bırakmaz.”
Bugün IŞİD, Boko Haram gibi örgütlerin ve bunlar düzeyinde olmasa da şiddeti bir hayat tarzı, alternatifi olmayan mücadele tarzı olarak gören ve İslam adına hareket etmelerine rağmen ölçüsüz bir şiddet anlayışıyla hareket eden çeşitli örgütlerin yapıp ettiklerine baktığımızda gördüğümüz durum, tam da Makyavel’in öğütlediği şekilde insanları korkutmaya, dehşete düşürerek diz çöktürmeye dayalı bir egemenlik kurma anlayışıdır.
Nijerya’nın mazlum analarının kızlarını kaçırarak o mazlum, mustaz’af anaları gözyaşlarına boğmak, Suriye’de, Irak’ta zulme karşı mücadele ediyoruz iddiası altında zalimlerden çok toplumlara dehşet saçmak, Pakistan’da, Afganistan’da emperyalist işgal ve işbirlikçilerine mücadele gibi mukaddes bir amaç adına kendi halkını da hedef alan ölçüsüz eylemlere girişmek, İslam’a değil fakat Makyavelizm’in korku ve dehşet saçarak egemenlik kurmayı öngören anlayışına uymaktadır.
Oysa bizim yegane Rabb ve İlahımız, yegane yol göstericimiz olan Yüce Allah, Kitab-ı Keriminde bizden insanlara nefretle değil merhametle yaklaşmamızı, insanların kendilerinden korktukları zalimler olmamızı değil, insanları zalimlerin zulmünden kurtaracak, beklenen, yolu gözlenen merhamet erleri olmamızı, insanları ağlatan değil güldüren, zorlaştıran değil kolaylaştıran, nefret ettiren değil sevdiren öncüler olmamızı istemektedir.
Rabbimizin bizler için güzel örnekler olarak zikrettiği Peygamberler (s) ve onların sonuncusu Allah Rasulü (s), işte bu Rabbani ölçüler çerçevesinde hareket ettiler.
Toplumlara korku salarak, toplum içinde dehşet saçarak egemenlik kurma yoluna asla gitmediler. Zalimlerle kavga ederken ve onlarla asla uzlaşmaya yanaşmazken, toplumun geneline, mazlumlara, ezilmişlere, yetimlere, yoksullara merhametle yaklaştılar, onların acılarını kendi acıları bildiler, onları zalimlerin zulümlerine karşı bilinçlendirmeye, dünyevi ve uhrevi yegane kurtuluşun Allah’ın dininde olduğunu onlara merhamet diliyle anlatmaya çalıştılar.
Nuh (a.s.), Hud (a.s.), Salih (a.s.), İbrahim (a.s.), Musa (a.s.), İsa (a.s.) ve nihayet Muhammed (a.s.), toplumlara korku ve dehşet saçan değil, merhametle, güzel söz ve hikmetle yaklaşıp onları zulumattan nura çağıran, onların ufuklar açan ümit kaynağı davetçiler oldular.
Muhatap kılındıkları toplumlarda kendilerinden korkulan zorbalar değil, zorbalara karşı kavga veren, mazlumların, mustaz’afların haklarını savunan, kaos ve şiddeti bir araç olarak kullanarak toplumlar üzerinde egemenlik kurmaya çalışan değil, kaos ve şiddet politikalarıyla toplumlara zulmeden ve insanların emeğini sömüren, kişiliklerini, insanlık onurlarını yok etmeye çalışan zorbalara karşı toplumların yanında yer aldılar, toplumları zorbaların zulüm ve illüzyonlarına karşı bilinçlendirmeye çalıştılar.
Nuh (a.s.)’ın, halkından ileri gelenlere karşı verdiği mücadele; İbrahim (a.s.)’ın, Nemrud düzeni ve onun toplumu köleleştirme aracı putçuluk anlayışına karşı verdiği mücadele; Salih (a.s.)’ın, şehirdeki dokuzlu çeteye karşı mücadelesi, Musa (a.s.)’ın Firavun düzenine karşı mücadelesi ve Muhammed (a.s.)’ın, Darun Nedve oligarşisine karşı verdiği mücadele bu konuda bizler için öğretici olduğu kadar bağlayıcıdır da.
Uzun süre sabır ve sebatla, toplumları batıldan yüz çevirip hakka tâbi olmaya davet eden, zalimlerin batıl düzenleri ve bu düzenlerin payandası olan muharref din anlayışları konusunda hakikati bıkıp usanmadan, açık ve net olarak ortaya koyan Peygamberler, Nuh (a.s.)’ın uzun süreli davetinin ardından
“Rabbim, şüphe yok ki onlar, bana isyân ettiler ve malı ve evlâdı, ancak ziyanını arttırıp duran kişiye uydular”[1] ifadeleriyle dile getirdiği gibi, yalanlandıkları durumlarda bile topluma karşı zorbalık yapmayı düşünmediler, yalanlayanları Rablerine şikayet etmeyi, veli ve vekil olarak Rablerine sığınmayı tercih ettiler.
Bu hususta söylenecek çok söz, yazılacak çok satır var muhakkak ki. Güncel bir internet sayfası yazısı formatına uygun olarak burada bu kadarla yetinmiş olalım.
Bununla birlikte, tıpkı demokratik kulvarlara dönük savrulmalar gibi Makyavelist bir sapma olarak karşımızda duran ve bugün, zaten kaç asırdır yeterince bölünüp parçalanmış, hırpalanmış ve yağmalanmış olan, mazlum ve mağdur ümmet coğrafyasının daha da büyük kaoslar ve acılar yaşamasına yol açan bu ölçüsüz şiddet sapmasına, şiddet körlüğü çıkmazına yönelik uyarı ve itirazlarımızı daha kapsamlı makaleler ve gerekirse kitap çapında dile getirme düşüncesinde olduğumuzu da ifade etmekte fayda görüyoruz.
[1] Bkz.: Nuh, 71/21