Zor bir yolculuktur bizimki. Zor ve çileli. Günün, dönemin karmaşasında kişilikli olmak yönünü bozmadan hiçbir olumsuzluğa veya çıkara yüz vermeden olan yolculuk. Yol hayatın ilk anından başlanan ilk bilinci adımıdır insanın. Yol ve yolculuk, yol gidişi insanın tutumunu belirler.
Zorluklar karşısında direnen, yolundan vazgeçmeyen, ödün vermeyen insan makbul ve değerlidir. Çarpık yol ilişkileri ve çıkar duyguları insanı yoldan çıkarmaya uygun davranışlar.
Günün sorunları çok yönlü. Sorunlar karşısında yeni bir dil ve yol yürüyüşü daha da önem kazanıyor. Zorlu yolculuklarda çileyi göze alabilme ve erdemli olma, kişiliğini koruyabilme çok daha önemli. Hele şu dönemlerde. Büyülü, albenili bir yanılsama olduğu gerçeği karşısında var olma bilincine sahip olma. Yol arkadaşlığı ve yol birlikteliği bu dönemde çok daha gerekli. Çünkü güven duygusunun azaldığı bir zaman sürecinden söz ediyoruz. En güvenilir diye bildiklerinizin zihni kaymaları artık sıradan bir davranış biçimi.
Müslüman olma bütünlüğünde insanın davranışları önem kazanıyor. Bazı durumları yok sayma veya kimi durumları önemsememe çözülmenin başlangıcıdır. Çözülme başlar ve hızlanırsa durdurma güçleşir. Bir olayın başlangıcı ve sürecindeki davranışlar insanı tanımlar.
Kişilik bozulmasının da ilk aşamasıdır bu tür durumlar. Müslümanların yalanı alışkanlık hâline getirmeleri artık sıradan bir davranış. Eskiler öğütlerinde bir insanı kötülüklerden koruma adına bir tek koşulları vardı. Kişi kusur ve günahlarından sakınmak için ne yapması, nasıl davranması gerektiğine dair öğüt almaya gittiklerinde kişinin ona tek şartı var: “Yalan söylemeyeceğine dair söz ver. Git bir süre sonra gel” derler. Kişi tekrar yanına geldiğinde kendisine kimi kusurları hakkında soru sorduğunda verdiği söz gereği yalan söyleyemeyeceğinden artık toparlanması gerektiğini düşünür.
Yüz kızarıklığı edeptendir. Yaptıkları yüzünden kişinin yüzü kızarmıyorsa demek ki sorun büyüktür. Yalanı alışkanlık hâline getirenlerin yüzü kızarmaz. Kusur ve günahlarını da içselleştirmiş olur. Bu, tutum onun hayatı olur.
Şu demokrasi tutkusu, onun ilkeleriyle şekillenenler İslâm dışı bir hayatı tercih ediyorlar. Daha açık bir deyimle o sistemin ruhuna ayak uyduruyorlar. Yalan mubahtır ve giderek tam anlamıyla hayatın bir özü hâline dönüşüverir. Sistem uğruna, ya da çıkarları koruma adına yalan bir meşruiyet hâline gelir. Demokrasiye geçildiğinden beri, siyasal çekişmelerde insanın güveni kalmadığından siyasa yapanların hayatlarının yalan olduğu varsayımı kabul görüyordu. Genel yapısı da bu. Çünkü halkın değerleriyle örtüşmeyen siyasal oluşlar kendilerini kabul ettirmek için türlü yollara başvuruyorlardı. Halkın güven ve inancı kalmıyordu siyasa yapanlara.
Müslümanlar veya İslâm adına siyasa yapanların bu yola girmeleri elbette ki üzücü. Demokrasi inancının bir inanca dönüşmesi ve artık vazgeçilemeyecek bir hayat tarzı olarak kabul görmesiyle birlikte onun adına mücadele vermek de bir cihada dönüştü. Cihat kavramının ruh değiştirmesidir bu bir bakıma. Çünkü demokrasi adına şehit verenlerin inancından ve akidesinden söz ediyoruz. Toprak ve vatan bütünlüğü olgusunun çok dışında bir durumdur bu. Demokrasiyi, onun kurallarını, yasalarını, ilkelerini benimseme ve sadakat bir inanç sorunudur. Sekularizmdir. Dinin devre dışı bırakılmasıdır. Bu dinin yalanlarını içselleştirme insanı ilkesizleştirir, bambaşka bir karaktere büründürür.
Her ne olursa olsun, hangi koşullarda olursa olsun Müslüman Müslümanlığını bilmeli, onun ilkelerinden ve özünden ödün vermemeli. Bulunduğu koşullarda Müslüman’ca yaşamayı ilke edinmeli. Hileye, desiseye ve dolaplara kendini kaptırmamalı.