Devleti yönetenlerin ya da yönetmeye aday olanların dil ve üslupları genel anlamıyla tam bir sokak dili. Ve hatta sokağın biraz avamı andıran bir yaklaşımı bulunuyor. Ağırlığı olmayan, hoyrat, savurgan ve argo bir dil. Bu öyle bir düzeye doğru seyrediyor ki, sokak dili bile bazen bunun karşısında hafif kalıyor. Eski kabadayıların da bir tarzı vardı. Ve saygı duyulurdu.
Çete dili, saldırganların dili, kültürü olmayan gençlerin dili. Belli yaşta olan insanların konuşmakta hayâ edecekleri bir dil de denilebilinir buna. Bu, halkın düzeyi midir, üst katmanda yer alanların seviye düşüklüğü müdür, bunlar birbirinin yansımaları mıdır? Halk ancak bu dilden anlıyor yaklaşımı mıdır? Bir zamanlar “beyaz” diye tanımlanan, bürokratik burjuva kesime karşı tercih edilmiş bir yöntem midir?
İşin karmaşası da budur. Kim hangi konumda. Köylülükten kurtulalım derken hoyrat bir burjuva özentisine yönelimin bir sonucu. İşin tuhafı hem burjuvalaşma, hem sekülerleşme, hem köylülük, hem sokak dilli bir yaşama biçimi. Karışıklık bundan. Hem hepsi olma, hem hiç biri olamama. Futbol sahalarında koro halindeki küfürler, saldırgan ifadeler günün yaşama biçiminin bir dini ritüelidir. Bundan haz alınıyor ve kendinden geçiliyor. Toplumsal hayatın tam anlamıyla kaba bir yansıması.
Son zamanlarda bu giderek ağırlık kazandı. Sokak dilinin en kaba olanı bile tercih edildi. Devlet başkanına “kanka” ifadesi bir düzeyi gösterir. Söyleyen ile söylenen arasındaki memnuniyet yüz ifadelerinde karşılık buluyor. Asıl yadırganası olan da bu. Söyleyen hâlinden memnun. Söz konusu kişi gücün imkânlarından yararlanarak hiç ummayacağı bir başarıyı yakalamış buluyor. Yeri gelir birbiriyle en ağır bir dil ile küfür ve hakaret ederler sonra sokaktakilerin barışması gibi kanka oluverirler.
Rakip diye bilenen ve tanımlanan kesime böylece bir kabadayılık gösterisi gibi algılanabiliyor. Sokak ilişkisi gibi bir durum. Hani, mahalle çocuklarının birbirlerine olan sevgileri ve birlikteliklerini andırır bir tutum.
Gençlerin dili artık çok farklı. Sokak dili kız erkek fark etmiyor birbirinin özdeşi. Aynı dil ve yaklaşım. Hatta küfür ve argolarında da edep ölçülerini aşan ve artık sıradan bir konuşma biçimi. Çok değil bundan yirmi yıl önceki dil ile bugünkü dil bile çok farklı. Kısa, kestirme, sembol dili. Hani yeni deyimle, emojilerle, simgelerle hallerini, sevgi ve öfkelerini ifade eden bir konuşma ve anlaşma yöntemi.
Koca adamların, alay edercesine argo diliyle, kanka, lan, küfür gibi algılanacak ağır yaklaşımlarla konuşması da bir düzeyi gösteriyor. Ya da bu bilinçli bir tutum oluyor. Bu, kendileriyle sınırlı kalmadığı gibi peşlerinden sürükledikleri büyük kitleleri de etkiliyorlar. Onlar da onların dil ve üslubuyla konuşuyorlar.
Medeniyetimizin şiir dili, edep dilidir.
Medeniyetimizin tasavvufi dili edep dilidir.
Medeniyetimin, İstanbul’umuzun dili zariftir, incedir, insanın ruhuna hitap eder.
Medeniyetimizin dili sevgi dilidir. Merhamet ve aşk yüklüdür.
Aşkımızı ruha hitap eden en güzel sözlerle ifade ederiz ki ruha ve kalbe dokunsun. Bir âşık sevdiğine “gönlüm sana düştü” der. Bunu söylerken gönlün gönle hitabı olur. Gönlün bir gül goncasına konuşu gibidir.
Medeniyetimizin dili aşk dilidir. Kendini tam veren, kendini feda edercesine olan bir içlilik ve içtenliğe sahiptir. Onda sahtelik, kabalık yoktur. Yalan söylenmez öylesi bir zamanda. Yalancının mumu kısa ömürlüdür.
Sahih âşıkların aşkları dillere destan. Sözlü gelenekte de yazınsal gelenekte de ölümsüzdürler.
Ezanlar içtenliğin ve ilahi olan sesin yankılanması. Şarkılar, türküler içtenliğin dili. Acılı olsalar da öyledirler. Sokak dilinin ne bir şarkısı ne bir kalıcılığı olur.
Ali Haydar Haksal-Milli Gazete