Geçtiğimiz günlerde yapılan bir araştırma sonucu gazetelerde yer aldı. Yaşlılarla ilgili olarak yapılan bu araştırmaya göre yaşlıların en büyük hayali, ”Sakinlik, aile, saygınlık, torun ve hobilere zaman ayırmak imiş. Ortaya çıkan sonuç gösteriyor ki, dikine yükselen binalar ve şehirler, ailelerin giderek çekirdek aile tabir edilen şekilde küçülmesinin oluşturduğu sıkıntıları gösteriyor.
Şehirlerde yaşlıların torunları ile birlikte oturması genellikle mümkün değil. Çünkü evlenen çocuklar evden ayrılıp kendi yuvalarını kuruyorlar. Eğer bir de büyükler ile aynı şehirde değillerse yaşlıların çocuklarını ve torunlarını görebilmeleri başka bayrama kalıyor. O da çoğu zaman mümkün olmuyor. Çünkü aileler genellikle farklı şehirlerden insanların birleşmesiyle oluşuyor. Rahmetli bir arkadaşım vardı. Bir gün sohbet ederken İstanbul’da oturmasına rağmen denizi senede iki defa gördüğünü söylemiş, eklemişti, ”Kurban Bayramı’nda memleketime anne-babama gidiyorum. Ramazan Bayramı’nda ise hanımın ailesine” demişti. Böyle olunca yaşlıların bırakın torunlarını istedikleri zaman görebilmelerini, çocuklarını bile görmeleri mümkün değil. Halbuki, toplumumuzda torunun yeri çok önemlidir. Aslında torunlar için de büyük anne ve babalarının önemli bir yeri vardır.
Sözü uzatmadan esas konumuza dönmek istiyorum. Oturduğum sitede yaklaşık bir ay ara ile iki komşumuzun öldüğünü öğrendim. İkisi de aynı bloktaydı. Bir tanesi yalnız yaşıyordu. Binaya giriş çıkışlarda zaman zaman karşılaşır, selamlaşırdık. Öldüğünü bir başka komşumdan öğrendim. Arada bir oğlu ziyaretine gelirmiş, son gelişinde zili çalmasına rağmen içerden bir ses gelmeyince çilingir çağırarak kapıyı açtırmış. İçeriye girdiğinde babasının ölüsü ile karşılaşmış. Doktor, muayene sonucu ölümünün üzerinden üç gün geçtiğini söylemiş. Bir başka komşum ise işi gücü olmayan, ciddi maddi sıkıntı çeken birisiydi. Onun da ölümünden birkaç gün sonra komşularının haberi olmuş. Kısacası, büyük ailelerin yerini çekirdek ailelerin alması ile yaşlılar yalnızlığa mahkûm edilmiş durumda. Özellikle de eşlerden biri vefat etmiş ise kalan eş tek başına hayatını sürdürmeye çalışıyor. Akla hemen tek başına yaşamak sakinlik olarak gelebilir. Sakinlik ile yalnızlık ve kimsesizlik kesinlikle aynı anlama gelmez. Çünkü insan oğlu sevdikleri ile yani ailesi ile birlikte olduğu sürece huzurlu olabilir.
Gelinen noktada artık, geri dönüp anne, baba büyükanne, büyük baba ve torunlardan oluşan bir aile yapısını oluşturmak mümkün değil. Böyle olunca da yaşlılar ömürlerinin son yıllarını yalnız yaşamak mecburiyetindeler. Bu ise onların mutsuzluğu olacak. Modern aile, modern hayat sadece yaşlıların değil tüm insanların artık milyonlar içinde tek başına yaşaması anlamına geldiğini bilip ona göre yeni çözümler bulmak gerekiyor. Şahsen bu gidişatın iyiye döndürülmesinin mümkün olmadığını düşünenlerdenim. Hem de yaşlılar sevdiklerine en çok ihtiyaç duydukları yılları yalnız yaşamak, terk edilmişlik duygusunu hissetmek durumunda kalıyorlar. Buna alışmak mümkün olabilir mi? Bu soruya şahsen evet diyemiyorum. Belki birtakım sosyal etkinliklerle bu yalnızlık duygusundan kurtulmak mümkün olabilir ama aileye, aile fertlerine duyulan ihtiyaç hiçbir zaman eksilmeyecektir.
Gelişiyoruz, medenileşiyoruz, çağdaşlaşıyoruz diyerek toplumu getirdiğimiz noktayı yeniden değerlendirmek durumundayız. Çünkü artık kendimiz becerebilsek bile çocuklarımızı geldiğimiz memlekete götürmek mümkün değil. Onlar ayrı birer aile oldular. Onların hayatında büyüklerin görevi bitmiş olduğuna göre, yaşlılar kendi başlarının çaresine bakmak durumdalar. Geldiğimiz nokta bunu gösteriyor.
Milli Gazete / Abdülaziz Kıranşal