Artuklu Üniversitesi rektörlüğü görevini yürütenn Prof. Dr. Ahmet Ağırakça Fikriyat adlı bir internet sitesinde “İslam’ı Yaşamak ve Hz. Peygamber’i Örnek Almak” başlıklı (18 Temmuz – 5 Ağustos 2018 arası tarihlerde) bir dizi yazı yayınladı. Yazının devamı geleceğe benziyor.
Açıkça belirteyim ki, yazının başlığı çok önemsediğim, ilgimi çeken bir konu ve yaklaşım biçimini çağrıştırdığı için heyecanla okumaya başladım. Fakat heyecanımın sönmesi fazla uzun sürmedi. Zira Ağırakça, Hz. Peygamberi örnek almaktan ziyade, ne idüğüne bakmaksızın, ‘hadis’ denilen her sözü ‘örnek almak’tan dem vurmaktadır.
Sayın Ağırakça’nın, katılmadığım bazı tespitlerine değinmek ve kritik etmek istiyorum.
Önce şuradan başlayalım: Rasulullah’a yaygın şekilde isnat edilen bir terimden bahsedelim. Ağırakça Rasulullahı ‘habîbullah’ olarak nitelendirmektedir. “Resulullah aynı zamanda Habibullah‘tır. Habibullah olduğundan dolayı O, Allah katında tek geçerli din olan İslam dininin son peygamberi olarak insanlara vahyin son mesajını bildirmiştir.”
Yazarın kurduğu cümleye bakılırsa, İslam’ın son peygamberi olmasını, Allah’ın habibi olmasına bağlıdır gibi bir anlam çıkmaktadır. Tabi asıl mesele o değil, mesele, Rasulullahı ‘habibullah’ yapmaktır. Habibullah yani Allah’ın sevgilisi… Oysa Kur’an böyle bir adlandırma yapmamıştır; Kur’an’da böyle bir terim yer almaz. Allah, elçisini rasul ve nebî olarak adlandırmıştır, habîb gibi bir sıfatı kulu ve elçisi olan Muhammed (a.s)’a izafe etmemiştir. Elçiler de dahil, bütün yaratılmışlar, bütün kâinat Allah’ın kuludur ama hiç kimse Allah’ın habibi/sevgilisi değildir. ‘Allah’ın habibi’ terkibi, alemlerin onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, kendisinin kâinatın yaratılışına mukaddem olduğu (Hakikat-ı Muhammediye) gibi batıl tasavvurların bir uzantısıdır.
Allah Rasulü’nün örnek alınmasından bahseden bir yazının daha başında, isim olarak doğru adlandırılmazsa, onun örnek alınması nasıl mümkün olur? Bir konuyu ya da bir insanı öncelikle doğru dürüst isimlendirmez, konumunu doğru şekilde belirlemezseniz, o konu ya da insan üzerine nasıl adil bir anlayış bina edebilirsiniz ki?
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça’nın asıl sorunlu cümleleri, yazının ikinci bölümünde yer almaktadır. Şu sözü gibi mesela: “Şimdi ise kesin olarak yüzde yüz ağzından çıktığını bildiğimiz sözleri/hadisleri vardır. Resulullah’ın yani olabilir mi acaba böyle söylemiş mi? Falan filan, şeklinde cahilce gevelemelerle hadislere gölge düşürmeye çalışan oryantalistlerin ağzıyla konuşan fantezi modernistler konuşup dururlar. Resulullah bu hadisi buyurmuş mu? söylemiş mi? Diye zihin bulandırıyorlar. Resul-i Ekrem 23 yıllık peygamberlik dönemimde hiç mi bir şey konuşmadı, hiç mi ashabına bir şeyler anlatmadı?”
Ağırakça, hadislerin hem de yüzde yüzlük bir kesinlikle ağzından çıktığına emin olduğu hadislerden bahsetmektedir. “Olabilir mi acaba, böyle söylemiş midir?” tarzındaki temkinli yaklaşımları dahi “cahilce gevelemeler” olarak nitelendirmekte, böyle cahilce geveleyenlerin oryantalistlerin ağzıyla konuşan fantezi modernistler olduğuna hükmetmektedir.
Yazar, hadislerin Rasulullahın ağzından çıktığından yüzde yüz emin oluşunu, öyle anlaşılıyor ki şu gerekçeye borçludur: Ne yani, Rasulullah 23 yıllık peygamberliği süresince hiç mi bir şey konuşmamış, ashabına hiç mi bir şey anlatmamış?!…
Neresinden tutulacağı, neresinin düzeltilmesi gerektiğine dair insanı bocalatan bir yığın yanlış… Bir ilim adamı, hadislerden birinin yüzde yüz Rasulullahın ağzından çıktığı hususunda, önemli bir takım karineler ileri sürerek bir iddiada bulunabilir. Buna rağmen bu bile tartışmaya kapatılmış bir mesele olamaz; su götürür bir durumdur. “Bu mealde bir söz söylemiştir” gibi bir ifade daha ilmî olur ama hadislerin (hiç istisna yapmaksızın) yüzde yüz Rasulullahın ağzından çıkmışlığını diye iddia etmek, ya ‘hadis’in ne olduğunu bilmemek, ya da ‘yüzde yüz’ü bilmemek gibi bir durumu çağrıştırmaktadır.
Nitekim, “Resul-i Ekrem 23 yıllık peygamberlik dönemimde hiç mi bir şey konuşmadı?” çıkışı bu dediğimi doğrulamaktadır. Böyle bir gerekçeyi bir İmam-Hatip okulu öğrencisi ileri sürebilir lakin İslamî ilimler alanında on yıllarını vermiş ve birçok kitaba imza atmış bir hocanın bunu söylemesi, gülünç olamayacak kadar acı bir durumdur. Çünkü mesele, Rasulullahın 23 yıl içerisinde hiç söz söyleyip söylemediği değil, Allah Rasulünün dar-ı bekaya irtihal edişi üzerinden en az yüz yıl geçmiş olduğu bir dönemde “Rasulullah dedi ki…” diye başlayan ve hadis kitaplarına ‘sahih hadis’ olarak geçmiş bulunan, bugün de, halk islamının en büyük dayanağını oluşturan sözlerin gerçekten ona ait olup olmadığı meselesidir. Bırakalım oryantalistleri, bırakalım modernistleri, sahabeden başlayarak, tabiin, mezhep imamları, ulema ve bu işlere kafa yoran her Müslümanın belki birinci meselesi bu olmuştur. Hadis imamlarının da elbette kendilerine göre kriterleri olmuştur ama hiçbir hadis imamının, “Rasulullah 23 sene içerisinde hiç mi söz söylemedi?!” türünden bir gerekçeye sığındığı görülmüş-duyulmuş değildir.
Oryantalistler Takıntısı
Oryantalizmin ne, oryantalistlerin kimler olduklarını her Müslüman az da olsa bilir. Ama şu acı gerçeği burada hatırlatmakta fayda vardır: Oryantalizmin ABC’sini dünya aleme, hem de okkalı tarafından tanıtan, ‘müslüman’ akademisyenler olmayıp, bir Hristiyan mütefekkir olmuştur. Oryantalizmi bu kadar ciddiye alan(!) hocaların, oryantalistlerin ipliğini pazara çıkarıcı çok ciddi yayınlar yapmaları beklenirdi. Fakat maalesef sözü edilen hocaların hizmetleri(!), her hadis eleştirisini oryantalistlere bağlamaktan öte gitmemektedir.
Acaba her hadis tenkidinde neden akla hemen oryantalistler gelmektedir? Oryantalistler olmasaydı hadis eleştirisi yapılamayacak mıydı? Oryantalistteki beyinden/zekadan ‘ben müslümanım’ diyen kimselerde de yok mudur? Müslüman ilim ve fikir adamları, Müslüman okur-yazarlar kendi Rasulleri adına atfedilmiş on binlerce sözün bir tanesine olsun, eleştirel bir gözle bakamazlar mı? Neden bu ‘eleştiri’ eğilimi oryantalistte var da, Müslümanda yok? Aslında bu son sorunun doğru cevabı şudur: Bir kısım Müslümanlar aslında eleştiriden hiç imtina etmemektedirler, ama kendi fikriyatlarını benimsemeyen Müslümanlara karşı. Hadis eleştirisine gelince ise, hemen imdada ‘oryantalizm işbirlikçiliği’ gibi bir İngiliz anahtarını çağırmaktadırlar.
Oryantalizm fitnesi üzerine burada söz söylemeyi bile gereksiz buluyorum. Ama bilinmelidir ki, ilk hadis münekkitleri, oryantalistler değil, bizzat sahabedir. Hatta ilk hadis münekkidi Rasulullah Muhammed (sav)’dir. Mesela Rasulullaha atfedilen, “Benim adıma taammüden yalan isnad eden kimse cehennemde oturacağı yere hazırlansın” sözü, kendisi adına hadis uydurulacağını ya öngörmüş olmasından, ya da kendisi hayattayken bizzat böyle bir olaya şahit olmasından kaynaklanmaktadır. Bu söz, “K”ale Rasulullah…” diye başlayan her söze güvenmemek gerektiğini telkin etmekte; her ‘hadis’in yüzde yüz Allah Rasulü’nün ağzından çıkmadığına dair önemli bir uyarı görevi yapmaktadır.
Hz. Aişe’nin bilhassa Ebu Hureyre’nin bazı rivayetlerini tenkidi malumdur. Yani şimdi Ümmülmü’minîn’in bu eleştirilerini (ya da bunları derleyen Zerkeşî’yi) oryantalizm etkisinde kalmış kimseler olarak mı niteleyeceğiz?
Ahmet Ağırakça eleştirilerini(!) şöyle sürdürmektedir:
“Böyle bir Peygamber sevilmez mi? Böyle bir Peygamber’in peşinden gidilmez mi? Böyle bir insan ne söylüyor idiyse ‘doğrudur’ denilmez mi?”
Bu sözler sayın Ağırakça’nın, hadis eleştirilerinin mahiyetini gerçekten kavramadığını göstermektedir. Çünkü hadis eleştirisi ile ‘Peygamber sevgisi’ni birbirine karıştırmak büyük bir galattır. Allah Rasulünü sevmeyi ve ona itaat etmeyi bütün müminlere Allah farz kılmıştır ve mesele orada bitmiştir. Hadis eleştirisini Rasulullahı sevmemek olarak anlamaya söylenecek herhangi bir söz bulunmamaktadır. Birazcık ince düşünebilen bir insan şunun farkına varır: Hadisleri kritik etmek, şayet Kur’an başta olmak üzere, sağlam delillerle o hadisin reddedilmesi gerekiyorsa reddetmek Allah Rasulünü sevmemenin değil, tam tersine sevmenin alametidir. Sıradan bir insan bile, anası ya da babası adına söylenen ‘her söz’e ‘kesin doğrudur’ mantı(ksızlı)ğı ile yaklaşmaz, ana-babasına yakıştıramadığı sözlere tepki gösterir ve bunlardan münker olanları araştırıp, olayın hakikatini öğrenmeye çalışır.
Kuşkusuz ana-babayla Rasulullah arasında çok büyük bir fark vardır: Allah Rasulünden münker bir söz asla ve asla sadır olmaz. Ana-babası adına münker bir söz işiten bir aklı selim kimse, acaba doğru olabilir mi düşüncesiyle araştırmaya girişebilir ama Allah Rasulü adına böyle bir söz işiten kimse, Allah Rasulünden değil, bizzat o hadisi bize nakledenlerden şüphelenir. O hadisin bir yol kazasına uğramış olabileceğini düşünür.
Allah Rasulü ne söylemişse doğrudur ama gerçekten söylemişse… İşte hadis eleştirilerini anlamak istemeyenlerin yanıldığı nokta tam da burasıdır: Acaba Allah Rasulü gerçekten öyle bir hadisi söyledi mi?
Sayın Ağırakça, keşke yazdıklarını şöyle geriye dönüp bir gözden geçirseymiş, belki bu yazdıklarından kendisi de muzdarip olabilirdi. Ama geriye dönmediği, Rasulullah’ın Uhud ve Hendek gibi savaşlardaki canhıraş çabasını anlatmak istediğinde, “canını dişine takmak” deyimini kullanmak isterken, bunu “dişini canına takmak” şeklinde kalp ettiğinin farkına varmamasından da belli olmaktadır.
Sözün özü, Allah Rasulünü örnek edinmenin yolu, öncelikle onu doğru dürüst tanımaktan ve tanımlamaktan geçer. Onu doğru dürüst tanımlayan Allah’tır. Allah’tan gayrı hiç kimsenin Rasulullahı tanımlama hakkı ve yetkisi yoktur. Allah Rasulünü sevmenin ölçüsünü de yine Allah, Kur’an’da vermektedir. Ölçüsüz Rasul sevgisi sevgi değildir. Kur’an bilinmeden Rasulullah ne tanınabilir, ne de sevilebilir.
Hiç kimse hadis eleştirisinden korkmamalıdır. Hadis eleştirisi yapmak adına, Peygambersiz bir din projesinden bahis açanlar ise gündemimiz değildir. Artık şu saatten sonra hiç kimsenin şu veya bu projeyle İslam gibi arı-duru Dine zarar vermesi mümkün değildir. İslam’a zararı Oryantalistlerden önce, gece odun toplayıcısı misali, Rasulullah adına uydurulan her sözü alıp, Peygamberi sevmek adına baş tacı eden Müslümanlar vermektedirler. Oryantalistler de ‘zararlı’ bilgileri zaten Müslüman müelliflerin kitaplarından devşirmektedirler. Kaldı ki oryantalist, İslam’a ve Müslümanlara saldırı hususunda ‘rüştünü ispat etmiş’ kimsedir. Yıllardır nasıl ki komünizmi öcü gösterip, kapitalist batı kültürünü İslamî topluluklara bir yaşam biçimi olarak yutturdularsa, oryantalizm korkusuyla da, hurafeler yutturulmaya çalışılmaktadır.
Müminler Allah’a ve Rasulüne, aralarına ne Oryantalistin, ne de hurafecilerin giremeyeceği kadar yakın kimselerdir.