Güçsüz ülkelerin ‘Sam Amca’sı ABD yine yaptı yapacağını. Dışişleri Bakanı ile Türkiye’nin en üst siyasi mercileri arasındaki görüşmede sanki dağ fare doğurdu.
Osmanlı tokadından filan bahsedilirken, sanki ABD’nin ayar vermesine maruz kalındı gibi gözüküyor.
ABD Dışişleri bakanı, Türkiye’nin büyüteç altına aldığı başlıklara hiç bakmıyor bile. Türk yetkililer PYD, yani PKK? Dedikçe o ısrarla DAEŞ diyor. Yani olayı tam olarak karartıyor, dikkatleri dağıtıyor.
Bizdeki basın ise, ABD bakanının yok Beyrut’ta nasıl da morartıldığı, nasıl da susuz ve bayraksız bırakıldığı gibi bazı yüzeysel görüntülerle ayran kabartmaya, kamuoyunu yanıltmaya devem ediyor.
ABD ise, kameraların bize gösterdiklerinin ötesinde, kendi derin siyasetini yürütmeye devam ediyor. Dışişleri bakanı, Trük-ABD ilişkilerini en azından şimdilik, Mart ayında yapılacak görüşmelere erteleyerek, ısının düşmesini temin etti. “Türkiye başka bir şey, Amerika başka bir şey yapmayacak. Birlikte hareket edeceğiz.” sözü ise, sanki Türkiye’yi kendi politikalarına ikna ettiğini imar eder gibi.
Daha vahimi, ABD’li yetkililer YPG’ye silah vermedik ki toplayalım diyorlar… Tam bir sinir savaşı. Ve YPG’yi PKK’ya karşı savaştırmak gibi işlerden dem vuruyorlar. Bakalım Türk Devleti bu politik sınavı nasıl verecek.
On yılların diplomatı, emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ, artık ABD bizim sorunlarımızı (derdimizi) anlamaya başladı mealinde bir cümle kuruyor. Eğer bu cümle, sahibinin ağzından gerçekten zahirdeki saflık ve samimiyetle çıkıyorsa, Türk bürokrasisinin açmazlarının en önemli damarlarından biri keşfedilmiş demektir. Çünkü ABD sizi anlıyor değil; sizi zaten Amerika Devleti hep anladı, hatta Türk devletinin ABD’yi anladığından daha çok, ABD Türkiye’yi anlamıştır. Yani ABD’nin anlamasında bir sorun/nakısa yok ki.
Şükrü Elekdağ’ın demek istediği, ABD’nin, Türkiye’nin en hassas olduğu konulardaki anlamazdan gelen, vurdumduymaz görüntüsünü bir nebze değiştirmiş, “ha, evet sizi anlıyoruz…” anlamına gelecek küçük mesajlar vermiştir. Ama bu küçük çaplı “anlıyoruz” mesajı, size hak verdiği ve siyasi taleplerinize muvafık, olumlu adımlar atma iradesi anlamına gelmiyor. Tabi ki kamuoyunda en üst perdeye çıkmış, artık “ilişkilerimiz ya düzelsin ya da inceldiği yerden kopsun” noktasına gelmiş beklentilerde ABD’nin minik adımlar atarak, Türk kamuoyunu teskin etme girişimi olacaktır. Büyükelçi’nin sözünün varması gereken nokta burasıdır diye düşünüyorum.
Avrupa Birliği iki ülke yöneticilerinin görüşmelerinin neticesinden memnun görünüyor.
Tabi ki dış siyaset hiç kolay değil. Türkiye’nin uzun asırlardır yaşadığı açmaz hep aynı: Cephede yenilmez bir güç, ama iş siyasete yani cephe sonrasına (ya da ötesine) masa başına, yani diplomasiye gelince, cephedeki performansla kıyas kabul etmeyecek derecede bir başarısızlık…
Dış siyasette başarılı olmak için güçlü olmak gerektiği kesin şarttır. Lakin güçlü olmak, gerek şart ise de, yeterli şart değildir. Başka şartlar da gerekmektedir. Bu şartların içerisinde, bilebildiğim kadarıyla, mesela halkla devletin ortak temel esaslarda buluşması, anlaşması gerekmektedir. Müslümanlar söz konusu ise, İslam halkın da, devletin de tek geçerli/doğru kabul ettiği hakikat olması gerekir. Meşruiyet kaynağı sadece İslam olmalıdır. Ardından, üzerinde oturduğu hazinenin ne demek olduğunun bilincinde olan bir toplum ve o toplumu temsil eden bir yönetim anlayışının olması gerekir. İlave olarak, Türkiye’nin dünya siyaset arenasında oyun kurucu bir unsur olarak yerini alabilmesi için, batıyla olan bütün organik bağlarını kopartıp atması gerekir. Aksi takdirde, rucz’den kopmamış, bilakis rucz içinde kalmaya razı bir irade ortada konulmuş olmaktadır.
Her şeyin ötesinde, Türkiye’nin halkı ile, yönetimi ile kelimenin en gerçekçi anlamında İslamlaşması gerekir. İslam’dan başka hiçbir ideoloji ve doktrin bu ülkeyi, bahsettiğimiz siyasetin birinci sınıfına yükseltemez. Hamasî lider tutkuları da bu derde deva olmaz.