Yaşadığımız coğrafyada 7’den 70’e hayatımızı şekillendiren şeyleri özetleyecek olursak şunları sayabiliriz; ev, aile, okul, sokak, çarşı, pazar, iş yeri, çayhane, TV vs. Saymış olduğumuz bu unsurlar gündemimizi belirlemekte, gündemimiz ise yaşamımızı şekillendirmektedir. Bir coğrafyanın farklı bölgelerinde eğitimli, eğitimsiz, kabilesine düşkün olan ya da olmayan, dinine düşkün olan ya da olmayan, maddeye düşkün olan ya da olmayan vs. yoğunlukta olması o bölge insanının edinmiş olduğu gündemin hayata yansımasının bir sonucudur. Küçük bir şehrin mahalleleri arasında bile yaşantı olarak farklılıkların olması yakın, yakın görmek istediğimiz, ya da yakın görünmek isteyen unsurların topluluklara sunduğu gündemden kaynaklanır.
Yukarıda bahse konu ettiğimiz bu unsurlar Allah’ı gündemimize ne kadar taşıyabiliyor ya da Allah ile hayatımız ne ölçüde şekilleniyor diye bir soruyla karşılaştığımızda gündemlerimizin bize verdiği cevap maalesef şu oluyor: Ya hiç yok, ya da olması gerekenden çok az gündemde. Durum böyle olunca inancımız, ideallerimiz, düşüncelerimiz, yönelişlerimiz, kısaca bütün yaşantımız Allah’ın istediği gibi şekillenmiyor. Allah adına görmüyoruz, duymuyoruz, yürümüyoruz, dokunmuyoruz yani okumuyoruz. Gündemler para, kadın, iş, okul, egemen güçler vb. Bu tür şeyler olunca yaşantımız da bu şeylere göre şekilleniyor. Para, kadın, iş, okul, egemen güçler vb. Bu tür şeyler adına görüyoruz, duyuyoruz, yürüyoruz, dokunuyoruz ve okuyoruz.
Bu hazin manzara, gündemimizin sağının-solunun, önünün-arkasının, altının-üstünün daha da önemli bir yeri olan merkezinin işgal altında olduğunu, yıkıma uğradığını, felaket altında olduğunu bize gösteriyor. Bu işgale, “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah içindir.” (Enam-162) ya da “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat-56) ilahi buyruklarını baz alarak işgale son vermek, gündemin merkezine Allah’ı alarak bir fetih gerçekleştirmek gerekiyor. “Lâ” süpürgesiyle kirleri (emperyalizm, sekülerizm, materyalizm, faşizm vs.) temizleyip “illallah” huzuruna varmak gerekiyor.
İlahi emirler ve bu çirkin manzara coğrafya Müslümanlarını harekete geçirmekte bunun sonucu olarak dernekler, vakıflar açılmakta; konferanslar, sohbetler, kitap okuma programları vb. Allah’ı gündemden düşürmemek, gündemin merkezine almak için çalışmalar yapılmaktadır. Bunun dışında Müslümanlar bireysel anlamda ibadetler (namaz, oruç, kitap okuma, tefekkür vs) yaparak bu işgali en asgari duruma düşürmeye çalışıyorlar. Yapılan bu çalışmaları basit görmek ne kadar yanlış ise yeterli görmek de o oranda yanlıştır. Maalesef bu çalışmalar sonucu Allah gündeme girmesine rağmen gündemi şekillendirecek yere yani merkezine giremiyor, gündemi şekillendirmekten ziyade gündemle şekilleniyor, gündemin kendisi değil, kılıfı oluyor.
Peygamberin vefatıyla birlikte ilahi davanın biteceğini sanan, Peygamberin ölümünü cahiliye dinine dönüş için bir sebep gören topluluğa Hz Ebu Bekir şöyle sesleniyor: “Şimdi! Her kim Muhammed’e tapıyor idiyse bilsin ki Muhammed öldü. Her kim de Allah’a tapıyor idiyse bilsin ki Allah diridir ve o asla ölmez. Allah Teala buyuruyor ki: Muhammed de ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Şayet o ölür ya da öldürülürse siz gerisin geriye mi dönüvereceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse elbette Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlere mükafat verecektir.”(Al-imran, 144).
Peygamber toplumun hayatını Allah ile şekillendirmesi için büyük bir sebepti. İnsanlar Peygamberin ilahi dava uğruna yoğun çalışması sonucu Allah’ı hatırlıyor, düşünüyor ve gündemin merkezine alıyordu. Nasıl ki kıldığımız namaz, tuttuğumuz oruç, yaptığımız hac, dualar ve sohbetler Allah’ı gündemin merkezine almak için bir vesile ise Peygamber de yaşadığı toplum için bu anlamda bir vesileydi. Hz Ebu Bekir’in yanlış beklentiler içinde olan topluluğa karşı yapmış olduğu hitabı bize şu bakış açısını veriyor: Onun ölmesi yani vesilenin son bulması Allah’ı gündemden düşürmek için bir sebep olamaz. Tam aksine vesilelerin bize yüklemiş olduğu sorumluluğa sımsıkı sarılmak, bize kazandırmış olduğu ilahi mesajları hayatımıza yansıtma zamanı başlamalıdır.
Allah’ın boyası ile boyanmak için yapmış olduğumuz çalışmalar Fatiha ile sohbetler Asr suresi ile; kılınan namazlar verilen selam ile; tutulan oruçlar kutlanılan bayramlar ile; eda edilen hac çıkılan ihram ile; yapılan dualar aminler ile son bulmamalı, bu tür bireysel ya da toplumsal ibadetleri hayatımıza hakim kılmalıyız. Bu vesilelerin bitmesi başka vesileler için başlangıç olmalıdır. Vesselam.