Köyün birinde iki dost yaşarmış. Evleri de, tarlaları da, bostanları da, yürekleri gibi yan yana olan bu iki dosttan birinin adı “Kül”, diğerinin adı “Yutmaz”mış. Yolları, çeşmeleri, bacaları bir olan bu iki dost, her işi birlikte görür; yardımlaşmadan paylaşmadan hiçbir iş yapmazlarmış. Tarlaları beraber ekerler, beraber sularlar, beraber biçerler, danaları, kuzuları, evlatları beraber büyütürlermiş. Yağmura yakalansalar beraber ıslanırlar, tipiye yakalansalar beraber titrerler, çay dumanı tüttürseler beraber tüttürürlermiş. Kaderlerinin beraber yazıldığını bile söyleyenler olurmuş.
Bir gün, bu samimi, imanlı, ihlaslı kullar hacca gitmeye karar vermişler. Bunu duyan şeytan çok sevinmiş. Köylerinde, gündelik yaşamlarında, komşuluklarında aralarına girmeyi başaramayan şeytan, hacc yolunun fırsat olabileceğini düşünmüş. Hain planını hatasız işletmek için kırk şeytandan akıl almış. Sonra da hiç vakit kaybetmeden işine koyulmuş. Hayatının en zor işine çıktığını biliyormuş. Zira iki dostu yalan söz ayıramazmış, onlar birbirlerinden yalan duymazlarmış. İftira da aralarını bozmazmış, birbirlerine güvenirlermiş. Hatalarını büyütmezlermiş; biri affeder, diğeri unutuverirmiş hemen. Hırsızlık, mal ve evlat kayırma olmazmış, aksine komşularının iyiliğini kendi nefislerinden önde tutarlarmış. Bu iki dostun arasını açmak için zamanında şeytan her yolu denemiş ama başaramayınca ümidini onlardan kesmiş. Ama hacc olayını duyunca, içine bir ümit doğmuş. Uzun ve yorucu yollar fırsat demekmiş. Dostlar yürürken belli olurmuş asıl. Bunu bilen kör şeytan öylesine sevinmiş ki; çirkin, uzun tırnaklı parmaklarını şıklatarak, çarpık bacaklarını sektirerek, sinsi karanlık gözlerini fır fır döndürerek üç gün dans etmiş.
Derken gün gelmiş ve hacc için kervanların sıra sıra yola koyulduğu zamanlar bu iki dost yola çıkamamış. Neden mi? Neden olacak, şeytanın malum planı yüzünden. Şeytanın hain planı icabı, karanlıkta çalı dikeni, Yutmaz’ın topuğuna fena halde batmış. Şişmiş ve su toplamış ayaktan ötürü üç gün yürüyememiş, üç gün geri kalmışlar kervandan. Ama üçüncü gün ayağın şişi inmiş ve gayretle yola koyulmuşlar. Öyle aşkla yol gidiyorlarmış ki birkaç gün içinde kervana yetişeceklerini düşünüyorlarmış. Yetişmeleri de gerekiyormuş zaten. Daha önce iki dosttan hiçbirisi hacca gitmemiş, dolayısıyla yolu da bilmiyorlarmış. Neyse ki kalabalık ve yüklü kervanın izlerini sürmek hiçte zor değilmiş, neşeyle yollarına devam etmişler.
Küçük küçük köylerden, tepelerden, derelerden türküler söyleyerek, konuşup dertleşerek, dualar ederek geçmişler. Yarenlikleri yolun yorgunluğunu da, mesafenin uzaklığını da unutturuyormuş. Bu arada yoldaki izleri, işaretleri de sık sık inceleyip yanlış yola sapmamaya çalışıyorlarmış. Aslında doğru yol üzere imişler ama aynı zamanda şeytanın tuzağına da yaklaşıyorlarmış.
Kör olası şeytan, kahrolası şeytan…
Kül ve Yutmaz, iki sağlam dost, kendileri gibi sağlam bir kaya dibinde dinlenmek üzere mola vermişler. Kayanın gölgesinde ayaklarını uzattıklarında ismi “Kül” olan, (Yutmaz’dan daha akıllı, daha dilbaz olan) arkadaşının yolda bir ara aksadığını hatırlamış. Merak edip dostunun çarıklarını, çoraplarını soymuş. Dostunun ayağındaki diken yarasının tam iyileşmediğini, az da olsa kanayıp, şiştiğini görmüş. Ona beklemesini tembihleyip en yakın köyden, dostunun yarasına iyi gelecek bir merhem temin etmek üzere yola düşmüş. İşte o an şeytanın beklediği anmış.
Birbirinden kısa bir zaman için ayrılan dostlardan, Yutmaz’a bir köylü kılığında yaklaşmış.
-Selam ey yolcu! Nereden gelir nereye gidersin?
-Ve aleyküm selam köylü kardeş. Yukarı köyden gelir, Allah’ın evine; mübarek hacc topraklarına niyetli giderim.
-Giderim dersin ama iki heybe taşırsın.
-Yol arkadaşım var kardeş, yaralı ayağıma merhem bulmak ümidiyle yakındaki bir köye kadar gitti. Çok iyi ve akıllı bir dostum vardır.
-Ha tamam tamam. Buraya gelirken ağaçların arasından bir ses işitmiştim. Dikkatle dinleyince bunun ağlayıp sızlayan bir yetişkine ait olduğunu anladım.
Yutmaz yarım olan aklıyla birden telaşlanmış.
-Ağlamak mı? Sızlamak mı? Neler dersin köylü kardeş?
-Dur telaşlanma hemen, başına bir iş gelmiş değil. Köye yakın bir derede, heybetli, dalları göğü saklayan iki söğüt arasında saklanmış, hem ağlıyor hem söyleniyordu. Günahını da bile bile yaklaşıp kulak misafiri oldum. İçli içli ağıt yakıyordu.
-Ne diyordu desene kardeş, merakta bırakma şu âcizi.
-Senin artık yola gidemeyeceğini, seni de bu halde bırakamayacağını, mecburen köye döneceğini söylüyordu. Ve sonra da diyordu ki;
Şeytan duyduklarına sevinmiş. Her şey plana göre işliyormuş. İçten içe sevinç çığlıkları atarak, Yutmaz’dan da izin isteyip oradan uzaklaşmış. Aslında sadece gözlerden gizlenmiş, kayanın üzerine oturup olacakları izlemeye başlamış.
Yutmaz’ın aklı dostunda kalmış. Dostunun, kendisi için hacca gitmekten vazgeçtiğini acı acı düşünmüş. Kendisi yüzünden köye dönmek zorunda kalışına çok içlenmiş. (Hacca gitmeyi çok istiyorlarmış ikisi de.) “ Belki seneye de gidebiliriz ama bir kere yola çıkmış bulunduk. Kendi sakarlığım yüzünden dostumu alıkoyamam” diye düşünmüş. Sonunda kararını vermiş, hacca niyetsiz gibi duracak, bir iki bahane ile durumu geçiştirecek, dostunu da kervana yetişmesi için ikna edecek, böylece kendisi köyüne tek başına dönecekmiş. Bu fikri doğru, hatta akıllıca bulmuş ve köyden gelecek olan dostunu beklemeye koyulmuş.
Çok geçmeden dostu dönmüş. Kül, ilacı göstererek;
-Selam kardeşim, ben geldim, bak sana merhem buldum.
-Hoş geldin kardeşim ama o merheme gerek kalmadı. Ben bu ayakla yol gidemem. Hem bu sene hacca pekte niyetli değildim. Zaten ikimizin yola çıkması da hata oldu. Köyde birimizin kalması gerekirdi. Tarlalar, bostanlar boz mu kalsın, hayvanlar aç kalıp kurda kuşa yem mi olsun, evler açık kalıp virane mi olsun? Ben köye döneyim sen kervana yetişesin.
Elinde merhem, aklında şüphe, bakışlarında şaşkınlık olan Kül, şok olmuş. Duyduklarına inanamamış. Dostunun onu yarı yolda bıraktığını, böylece tüm güvenilirliğini yitirdiğini ibretle görmüş. Yutmaz’ın baştan beri niyetsiz oluşunu hissettiğini hatırlamış ve ilk defa çok acı bir söz etmiş.
-Niyetsiz oluşun belliydi. Bunu demeni bekliyordum ne zamandır. Bu saatten sonra sen köye dön, ben yoluma gideceğim. Demek ki az önce karşılaştığım köylünün dedikleri de doğruymuş. Sen dostluğu hiçe saydın ve beni yarı yolda bıraktın. Artık sözüne güvenmem, senle de bir daha yola gitmem…
Ve sözün arkasını getirmemiş. Susmuş. Susmuş. Sonra arkasını dönmüş ve kervanın izini bularak yola koyulmuş.
Yutmaz Kül’e cevap verememiş. O da susmuş. Önce bir anlam verememiş olanlara. Yanlış ifadeler kullanıp kullanmadığını düşünmüş. Yaptığı plan ters tepmişti. Kaş yapayım derken göz çıkarmıştı.
Yutmaz, dostu arkasını döndükten hemen sonra, biraz sonra, azıcık sonra; daha gözündeki yaşlar kurumadan, bir avuç dolusu taş almış ve rastgele savurup;
Şeytan dörtnala koşup;
O günden sonra yöre halkı, iki dostun dibinde oturup, dibinde ayrıldığı sağlam ve heybetli kayaya “KÜLYUTMAZ KAYASI” demişler.