Hilâfet kurumu, Otuzbir Mart Vak‘ası’ndan sonra çıkarılan 5 Şâban 1327 (22 Ağustos 1909) tarihli kanunla halifenin hak ve yetkileri daha da sınırlandırılarak güç ve itibar kaybına uğratıldı. Fakat bir müddet sonra İslâm âleminden bu yeni durumla ilgili tepkiler gelmeye başlayınca İttihat ve Terakkî yönetimi, hem bu tepkiler sebebiyle hem de içerideki Müslümanların devlete bağlılığını devam ettirebilmek ve dışarıdaki Müslüman kamuoyunun desteğini sağlayabilmek amacıyla tekrar hilâfet kurumuna atıflar başlattı. Buna göre Osmanlı Devleti bir makām-ı hilâfet, hilâfetin devamı da bütün Müslümanları ilgilendiren bir mesele idi ve dünya Müslümanlarının hilâfetten başka sığınacakları bir merci bulunmadığından Osmanlıların el birliğiyle güçlendirilmesi ortak bir sorumluluktu.
Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında İslâm âleminden ve özellikle Hindistan’dan gelen maddî ve mânevî destek Jön Türkler’i hilâfetin sahip olduğu potansiyel hakkında yeterince bilgilendirmişti. Bu tecrübenin ardından halifenin ilân edeceği bir cihâd-ı ekberden de fayda umularak I. Dünya Savaşı’na girildi. Ancak İngiltere, Fransa ve Rusya kendi Müslüman sömürgelerinde gereken tedbirleri almış ve halkı harekete geçirmesi muhtemel bütün kişi ve kuruluşları tasfiye etmişlerdi. Dolayısıyla savaş yıllarında sömürge durumunda olan İslâm ülkelerinden beklenen tepki görülemedi.
1. Dünya Savaşı sonrası
I. Dünya Savaşı’ndan mağlûp çıkan devletlere uygulanacak yaptırımlar galipler arasında tartışılırken hilâfeti elinde bulunduran Osmanlıların daima potansiyel bir panislâmist tehdit oluşturacağı ve bu tehdidin bertaraf edilmesi gerektiği fikri arka planda mevcuttu; nitekim Sevr Antlaşması’nın şartları da aynı zamanda bu hedefe yönelikti. Ancak Türkiye’de başlayan Millî Mücadele hareketi buna imkân vermedi. İstanbul işgal altında iken Ankara’da kurulan yeni meclis, padişah-halifenin durumunun “padişah ve halife cebir ve ikrahtan âzâde olduğu zaman” ele alınacağını belirtiyordu. 1921 anayasasında da meclis görevi, “hilâfet ve saltanat ve vatan ve milletin istihlâs ve istiklâlinden olan gayenin husulüne kadar” olmak kaydıyla kabul etti.
Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra Lozan Konferansı’na katılacak Türk heyetinin tesbiti, Ankara ve İstanbul’da mevcut iki hükümetten kaynaklanan iki başlılığın sıkıntılarını gündeme getirdi. İngilizler her iki merkezden de temsilci çağırdılar. Ancak ülkenin iki başlılıktan kurtarılması gerektiğine inanan meclis 1 Kasım 1922’de saltanatı hilâfetten ayırarak lağvetti. Hilâfet ise çetin müzakereler sonunda çıkan kanuna göre sadece dinî muhtevalı bir kurum olarak devam edecek ve halife hiçbir siyasî faaliyete katılmayacaktı. Son padişah ve halife VI. Mehmed Vahideddin, 16-17 Kasım 1922 gecesi İstanbul’dan ayrıldı.
Abdulmecid Efendi
Bunun üzerine veliaht Abdülmecid Efendi ile görüşülerek kendisinden saltanat iddiasında bulunmayacağına dair bir belge alındı. Yeni bir halifenin seçilebilmesi için gereken fetva Şer‘iye Vekili Mehmed Vehbi Efendi tarafından yazıldı. 19 Kasım’da yapılan oturumda, hilâfet makamını terk eden Vahdeddin’in yerine Abdülmecid Efendi’nin halife seçildiği belirtildi. Aynı gün Abdülmecid Efendi’nin bir halife olarak nasıl davranması gerektiğini belirleyen bir de çerçeve hazırlandı. Buna göre Abdülmecid Efendi sadece “halîfe-i müslimîn” unvanını kullanacak, bu unvana başka sıfatlar eklenmeyecekti. Ayrıca İslâm dünyasına hitap eden bir beyannâme hazırlayarak onaylanmak üzere Ankara’ya gönderecekti. Bu beyannâmede Abdülmecid Efendi halife seçilmesinden dolayı duyduğu memnuniyeti ifade edecek, bu arada Vahdeddin’in davranışı tenkit edilecek, Türk Devleti ve Büyük Millet Meclisi’nin bütün İslâm âlemi için çok hayırlı ve faydalı olduğu belirtilecek, Türk hükümetinin hizmetlerinden takdirle bahsedilecek ve halife siyasî sayılabilecek başka hiçbir beyanda bulunamayacaktı (Atatürk, II, 695-696).
Mustafa Kemal, hem seçim gezisi yapmak hem de son gelişmelerle ilgili halkın beklentilerini öğrenmek için 13 Ocak 1923’te bir yurt gezisine çıktı. Bir gün sonra da meclisteki muhalefet grubu, Karahisarısâhib mebusu Hoca Şükrü Efendi’nin hazırladığı “Hilâfet-i İslâm ve Büyük Millet Meclisi” başlıklı bir risâle dağıttı. Risâlede saltanatın kaldırılmasının uygun görüldüğü, ancak hilâfetin asla kaldırılamayacağı, halifenin sadece ruhanî sorumluluklarının değil dünyevî görevlerinin de bulunduğu ve içinde yaşanan olağan üstü şartların normale dönmesiyle halifenin bunları yerine getireceği belirtiliyor ve İslâm âlemine sabırla beklemesi tavsiye ediliyordu. Mustafa Kemal bu durumu bir basın toplantısı için hazırlıkların yapıldığı İzmit’te öğrendi. Toplantının ağırlıklı konusunu hilâfet meselesi teşkil etti. Yapılan konuşmalar ve Mustafa Kemal’in değerlendirmeleri bundan sonra meydana gelecek olayları açıklar mahiyetteydi; İstanbul başşehir olarak kalmayacak, meclis başkanı aynı zamanda devlet başkanı olacak, gerekirse hilâfet kaldırılacağı gibi Osmanlı hânedanı da sürgün edilebilecek ve inkılâp kanunları uygulanacaktı. Bu arada bir gazetecinin hilâfetin Osmanlı hânedanında bırakılmasının sakıncalı olacağını belirtmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa halifelerin, aleyhine bir hareketleri olduğu takdirde milletin onları başından defedebileceğini söyledi (Arar, s. 51).
Lozan ve cumhuriyetin ilanı
Bu sırada Lozan’da barış konferansı başlamıştı. Bir taraftan müzakereler devam ederken diğer taraftan mecliste muhalefet gittikçe sertleşerek hükümetin gerek Lozan’daki politikasını gerekse reformlarla ilgili tavrını eleştirmekteydi. Hilâfet ve saltanat meselesi bu eleştiriler arasında üzerinde en çok durulan hususlardı. Lozan Antlaşması’nın meclisin salt çoğunluğu tarafından onaylanmasını isteyen Mustafa Kemal mevcut durumun buna uygun olmaması sebebiyle meclisi yenilemeye karar verdi. 15 Nisan 1923’te gerçekleştirilen meclisin son oturumunun arkasından seçimlere gidildi. Meclisin kapalı bulunduğu günlerde yapılan ikinci Lozan görüşmelerinden sonra antlaşma 24 Temmuz 1923’te imzalandı. İlk toplantısını 11 Ağustos 1923’te yapan yeni meclis aynı gün bu antlaşmayı onayladı.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilân edildi. Bundan sonra sıra sosyal, ekonomik, hukukî, siyasî ve kültürel reformlara gelmişti. Gündemin ilk sıralarında ise hilâfet kurumunun statüsü yer alıyordu. Ancak bu süreç içerisinde mecliste hilâfet etrafında bir muhalefet grubu oluştu ve Halife Abdülmecid Efendi’nin istifa edeceği söylentileri çıktı. Bunun üzerine İstanbul Barosu başkanı Lutfi Fikri Bey ve Tanin gazetesi başyazarı Hüseyin Cahit Bey gibi hilâfet taraftarlarının basında hilâfet kurumunun Türkler’in elinde bulunan mânevî bir güç olduğu, bunun mutlaka korunması gerektiği yolunda yazıları çıkmaya başladı. Bu arada Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuad Paşa, Refet Paşa ve Abdülhak Adnan (Adıvar) gibi kişilerin Abdülmecid Efendi’yi ziyarete gitmeleri de kamuoyunu etkilemişti.
Hilafet tartışmaları
Ankara’da ciddi rahatsızlıklara sebep olan İstanbul’daki bu gelişmelerden sonra 22 Kasım 1923’te gerçekleştirilen Cumhuriyet Halk Fırkası toplantısında fırkanın genel başkanlığına seçilen İsmet Paşa halifenin ziyaret edilmesine temas edip, “Tarihin herhangi bir devrinde bir halife zihninden bu memleketin mukadderatına karışmak arzusu geçirirse o kafayı behemahal koparacağız” diyerek net bir tavır ortaya koydu (İsmet Paşa’nın Siyasî ve İçtimâî Nutukları, I, 8). Ancak İsmet Paşa’nın bu tavrı hilâfet yanlısı basında eleştirildi. Türkiye’de bu tartışmalar sürerken İslâm âleminde, yeni Türkiye’de ruhanî bir konumda değerlendirilen halifenin hilâfet kurumunun geleceğiyle ilgili endişeleri dile getiriliyordu.
Bu sırada Londra’da bulunan Ağa Han ve Seyyid Emîr Ali, Hindistan Müslümanları adına Başbakan İsmet Paşa’ya bir mektup göndererek hilâfet kurumunun etkin bir konumda muhafaza edilmesini istediler. Onlara göre hilâfet hakkındaki belirsizlik Müslümanlar arasında ciddi rahatsızlıklar uyandırıyordu ve halifenin itibarının azalması İslâm’ın zayıflamasına yol açabilirdi (The Times, 14.12.1923). Başbakanla birlikte aynı anda gazetelere de gönderilen bu mektup Ankara’ya ulaşmadan birkaç gün evvel 5 Aralık 1923 tarihinde İstanbul gazetelerinde yayımlandı. Konunun bu şekilde gündeme gelmesi Ankara’da büyük bir öfkeye sebep oldu. 8-9 Aralık gecesi mecliste yapılan gizli oturumda İstanbul’a İstiklâl Mahkemesi gönderilmesi kararlaştırıldı. Tanin, İkdam ve Tevhîd-i Efkâr gazetelerinin sahipleri ve sorumlu müdürleri hilâfet meselesindeki tutumları sebebiyle Hıyânet-i Vataniyye Kanunu’na göre yargılanmak üzere tutuklandılar.
Bu sırada Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal İzmir’e gitti. Başbakan İsmet 22 Ocak 1924 tarihli bir telgrafla kendisine gazetelerde hilâfet hakkında çıkan yazılardan rahatsızlık duyduğunu, Halife Abdülmecid Efendi’nin hilâfet ödeneğinin artırılması ve İstanbul’a gelen resmî heyetlerin kendisini de ziyaret etmeleri yolunda isteklerde bulunduğunu bildirdi. Mustafa Kemal cevabında söz konusu olumsuzluklara halifenin kendisinin sebebiyet verdiğini, davranışlarıyla padişahların yolunu takip eder gibi göründüğünü, cuma alayları düzenleyip yabancı devlet temsilcileriyle ilişki kurduğunu, halifenin ve hilâfet makamının gerçekte ne dinî ne de siyasî bir dayanağının bulunduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti için sadece tarihî bir hâtıradan ibaret kaldığını belirterek halifenin yabancı devlet temsilcileriyle görüşme isteğini Türkiye Cumhuriyeti’nin istikbaline açık bir tecavüz olarak nitelendirdi ve halifeyi saltanat hülyası içinde olmaması için uyardı (Nutuk, II, 846). Mustafa Kemal bundan sonra şubat ayı boyunca İzmir’de ordu kumandanları ve basın mensuplarıyla toplantılar düzenleyerek onlardan hilâfetin kaldırılması konusunda destek istedi ve genel olarak bu desteği aldı. Ancak Hüseyin Cahit ve Velid Ebüzziyâ gibi yazarlar hilâfet yanlısı tutumlarını devam ettirdiler.
25 Şubat 1924’te bütçe görüşmeleri sırasında mecliste halifenin ve hânedanın ödeneği hususunda sert tartışmalar cereyan etti. Basında da hilâfet kurumunun gereksizliği yönünde yoğun bir neşriyat sürdürülüyordu. 3 Mart 1924 günü Halk Fırkası grubunda alınan karar doğrultusunda Urfa mebusu Şeyh Saffet Efendi ve elli üç arkadaşının hazırladığı, hilâfetin kaldırılmasına dair on iki maddeden oluşan bir kanun teklifi meclise getirildi (Düstûr, Beşinci tertip, III, 323). Teklif okunduktan sonra halifenin hal‘edildiğini ve hilâfetin kaldırıldığını bildiren 1. maddenin müzakeresine geçildi. İlk sözü Rize mebusu Ekrem Bey alarak teklifin lehinde bir konuşma yaptı. İkinci olarak söz alan Gümüşhane mebusu Zeki Bey aleyhte görüş belirtti ve Kurtuluş Savaşı’nın halifeyi kurtarmak vaadiyle kazanıldığını ileri sürdü.
Daha sonra Adliye Vekili Seyyid Bey tasarının lehinde bir konuşma yaptı. Bu konuda çalışma yaptığını ve bir de kitap yazdığını belirten Seyyid Bey’e göre dünyevî bir mesele olan hilâfet hükümet etmek demekti ve bu da esasen milletin işiydi. Son konuşmayı yapan Başbakan İsmet Paşa, asıl tereddütlerin hilâfetin ilgasında değil dinî açıdan ve bu kararın halk tarafından nasıl karşılanacağı meselesinde olduğunu, halbuki İslâmî kurallar yine yürürlükte kalacağı için böyle bir endişeye mahal bulunmadığını belirtti. Türkiye’nin iki başlılığa katlanamayacağını, Türk milletinin bağımsızlığının Türkiye’nin varlığı için her idealden önce gelen bir esas olduğunu söyledi. Bundan sonra oylamaya geçildi ve 1. madde kabul edildi. Hânedan üyelerinin yurt dışına çıkarılmasına dair 2. madde hakkında Trabzon mebusu Muhtar Bey kadınların hariç tutulmasıyla ilgili bir önerge verdi. Bozok mebusu Süleyman Sırrı Bey ise bunun saltanat özlemlerini sürdüreceğini ileri sürerek önergenin reddedilmesini istedi. Yapılan oylamada 2. madde de aynen kabul edildi. Ardından diğer maddeler de kabul edilerek önerge kanunlaşmış oldu. Hânedan üyelerine yurt dışına çıkmaları için on günlük bir süre tanınmışken Abdülmecid Efendi aynı gece on bir kişilik ailesiyle beraber. Çatalca İstasyonu’ndan trene bindirildi; sınıra kadar kendisine İstanbul valisi ve emniyet müdürü refakat ettiler
Hilâfetin kaldırılmasında etkisi görülen gerekçeleri şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, halkın ve bazı siyasetçilerin hâlâ bağlılık gösterdiği İstanbul’da oturan halife ile hiçbir şekilde bir otorite paylaşımına girmek istememiştir. 2. Ankara hükümetine muhalif olanların halifenin etrafında toplanarak bir cephe oluşturmaları ihtimal dahilindedir. 3. Yeni devletin cumhuriyetçi karakterinin ve öngörülen seküler reformların dinî muhtevalı eski bir müessese ile bir arada yürümesi mümkün değildir. 4. Hilâfetin tarihî geçmişi Batılı devletler nezdinde daima panislâmist ihtiraslar gündeme getirmiştir; bu ise Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcudiyeti için her zaman bir tehdit unsuru oluşturacaktır. Nitekim Rauf Bey son Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa’ya bu yönde telkinler yapıldığını söylemiş (Kandemir, s. 96), İngilizler de paşanın, hilâfetin kaldırılması durumunda İngilizler’in Türkiye hakkındaki şüphelerinin ortadan kalkacağı ve Musul meselesinde zorluk çıkarmayacakları şeklinde bir kanaat taşıdığını ifade etmişlerdir (India Office Records and Library, L/P&S/10/895.). Aynı şekilde Mustafa Kemal Paşa da İzmit’te gazetecilerle yaptığı toplantıda Türkiye’de hilâfetin siyaseten bir menfaat ve kuvvet değil bir zaaf olduğunu belirtmiştir (Arar, s. 50).
Hilâfetin kaldırılması İslâm âleminde büyük bir şaşkınlığa, arkasından da yoğun tepkilere ve çalkantılara yol açtı. Önce bu habere inanılmadı; haber doğrulanınca da karar genellikle İslâm dışı olarak değerlendirildi. Hindistan’dan, Mısır’dan ve Uzakdoğu’dan gelen tepkilerde Ankara hükümeti geri adım atmaya ve bütün Müslümanları ilgilendiren bu konuda yalnız başına karar vermeyip İslâm âleminin kanaatlerine değer vermeye davet edildi. Bütün bunlar sonuçsuz kalınca Mustafa Kemal’e halife unvanını bizzat kendisinin alması önerildi. Ancak bu teklif de kabul görmedi. Daha sonra bu şaşkınlık, çeşitli yerlerde birçok halife adayının ortaya çıkmasıyla yerini bir bekleyişe bıraktı; Vahdeddin ile Abdülmecid Efendi’den başka Fas Kralı Yûsuf, Yemen İmamı Yahyâ, Mekke Şerifi Hüseyin, Asîr Emîri Sudanlı Şeyh el-Merâgī, Afgan Kralı Emânullah Han, Haydarâbâd Nizamı Osman Ali Han ve Şeyh Senûsî gibi isimler ortaya atıldı. Önceleri genel eğilim Abdülmecid Efendi’nin halifeliğinin devam etmesi şeklindeydi. Hindistan’da ve Mısır’da Türkiye’nin kararı şiddetle kınanarak çözüm arayışlarına başlandı. Abdülmecid Efendi de bu çabalara katılıyor, İsviçre’de yaptığı açıklamalarda bu hususta kararın İslâm âlemine ait olduğunu söyleyerek Türkiye’nin uygulamasını İslâm’a ve İslâm’ın menfaatlerine aykırı bulduğunu belirtiyordu. Aslında Abdülmecid Efendi bir dinî kongre düzenleyerek meseleyi çözmeyi düşünüyordu; bu amaçla İslâm âlemine yayımladığı bildirisini halife sıfat ve unvanlarıyla imzaladı. Türkiye’den gelen sert tepkiye de, “Bildirim Türkiye’ye karşı değildir, bana biat etmiş olan Müslümanlara karşı bir görevim vardı; yoksa şahsen duçar olduğum feci haksızlığı vatana olan büyük sevgimle unuturum” şeklinde cevap verdi (Koloğlu, s. 353). Ancak kendisi sürgünde bulunduğu, yardımlarla geçindiği ve kararını destekleyecek siyasî güçten mahrum olduğu için kısa sürede gündemden düştü.
Hilâfet konusunda ilk kongre 1926’da Kahire’de yapıldı. Kral Fuâd’ın kendini halife ilân ettirmek amacıyla 1925’te planladığı, fakat birkaç defa ertelemek zorunda kaldığı kongre öncesinde İslâm dünyasından tepkiler gelmeye başladı. Bu durumda hilâfet meselesi ciddi olarak ele alınmadan kongre 1926 Mayısında sona erdi. Bir diğer önemli kongre de 1931’de Kudüs’te gerçekleşti. Henüz hazırlık aşamasında iken Hindistanlı Şevket Ali’nin Abdülmecid Efendi’yi kastedip, “Müslümanların halifesi şu anda Nice’de sürgündedir, kalbimde ve ruhumda halife odur” şeklinde bir açıklama yaparak hilâfet meselesinin tartışılmasına gerek bulunmadığını söylemesi dikkatleri kongreye çekti. Abdülmecid Efendi bu ümitle toplantılara katıldı ve hâlâ halife olduğunu iddia etti. Türkiye ise gelişmelere sert tepki gösterdi. Kongre, düzenleyiciler arasında çıkan anlaşmazlıklar üzerine bir sonuç alınamadan dağıldı.
Hilafetin ilgasına dair kanunun metni
BİBLİYOGRAFYA
BA, YEE, nr. 2610-72-4, 9-2638-72, 36-139/9-139-XVIII; nr. 9-2006-72-4, 9-2638-72, 15-11266/74-14; nr. 18-94/26-94-44, 13/112-6; nr. 18-553/560-93-38; nr. 18-1867/93-38; BA, MD, nr. V, s. 70; BA, İrade-Hariciye, nr. 1524; BA, İrade-Meclis-i Mahsûs, nr. 1524; BA, İrade-Dahiliye, nr. 26941 (1274), 62253; BA, İrade-Hususî, nr. 56 (1323); BA, Nâme Defteri, IX, 140; BA, DUİT, nr. 71/1515 (1315); BA, Yıldız-Sadâret, Hususî Mâruzât, nr. 4/15; nr. 263-3; nr. 180/61, 165/154; nr. 375/96; Layard Papers, British Museum, nr. 38938/7; India Office Records and Library (IOR. London), L/P & S/10/895; L/P & S/18.B.222; Fatih Mehmed II Vakfiyeleri (nşr. Vakıflar Umum Müdürlüğü), Ankara 1938, s. 20-25; İbn Kemal, Tevârîh-i Âl-i Osmân, VII, 99, 197, 233-235, 465, 525; Lutfi Paşa, Halâsü’l-ümme fî ma‘rifeti’l-eimme, MÜİF Ktp., nr. 17723, vr. 22a-b; Feridun Bey, Münşeât, I-II, tür.yer.; Atâ Bey, Târih, s. 92-93; D’Ohsson, Tableau général, I, 269-270; Ebü’l-Hüdâ es-Sayyâdî, Dâʿi’r-reşâd li-sebîli’l-ittiḥâd ve’l-inḳıyâd, İstanbul, ts.; J. W. Redhouse, A Windication of the Ottoman Sultan’s Title of Caliph. Showing its Antiquity Validity and Universal Acceptance, London 1877; W. S. Blunt, The Future of Islam, London 1882, s. 84-92; a.mlf., Gordon at Khartum, London 1911, s. 284, 286, 304, 305; Nâmık Kemal, Evrâk-ı Perîşân, İstanbul 1301, s. 348-349; Cevdet, Târih, I, 23, 24, 30, 39, 208; II, 122, 194-200, 324; a.mlf., Ma‘rûzât, s. 297; a.mlf., Tezâkir, I, 85, 149; a.mlf., Kısas-ı Enbiyâ, İstanbul 1969, s. 330, 413, 416; Mustafa Kâmil, el-Mesʾeletü’ş-Şarḳıyye, Kahire 1898, s. 16-17; Nazif Sürûrî, Hilâfet-i Muazzama-i İslâmiyye, İstanbul 1315; Abdul Qadir, Maqam-ı Khilafat, Lahore 1907; Mustafa Zihni, İslâm’da Hilâfet, İstanbul 1327, s. 105-107; Düstur, Birinci tertip, IV, İstanbul 1925, s. 4; a.e., Beşinci tertip, III (1964), s. 323; Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, I, 277-278; Abdülazîz Çâvîş, Hilâfet-i İslâmiyye ve Âl-i Osmân, İstanbul 1334; The Rise of Islam and the Caliphate (haz. The Direction of the Historical Section of the Foreign Office), London 1919; Ebü’l-Kelām Azād, Khilafat and Jaziratul-Arab (trc. Q. M. Abdul), Bombay 1920; Syed Mahmud, Khilafat and England, Patna 1922; The Times, London 14.12.1923; Ziya Gökalp, Hilâfet ve Millî Hâkimiyet, Ankara 1923; Hoca Şükrü, Hilâfet-i İslâmiyye ve Büyük Millet Meclisi, Ankara 1339; Seyyid Bey, Hilâfetin Mahiyyet-i Şer‘iyyesi Hakkında Seyyid Bey Tarafından İrad Edilen Nutuk, Ankara 1340; A. J. Toynbee, Survey of International Affairs 1925, London 1927, s. 571-572; Ali Abdürrâzık, İslâmiyet ve Hükûmet (trc. Ömer Rıza [Doğrul]), İstanbul 1346/1927; İsmet Paşa’nın Siyasî ve İçtimâî Nutukları: 1920-1933, Ankara 1933, I, 8; Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, I-III, İstanbul 1960; Bayur, Hindistan Tarihi, III, 205-206; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri, Ankara 1953, I, 122; Danişmend, Kronoloji, II, 37; IV, 351-355; Salih Keramet Nigâr, Halife İkinci Abdülmecit, İstanbul 1964; Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, İstanbul 1965, s. 92-100; T. W. Arnold, The Caliphate, London 1965, s. 146-147, 205-244; Selâhattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara 1969, s. 211-213 vd.; İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit BasınToplantısı, İstanbul 1969; Halil İnalcık, “The Ottomans and the Caliphate”, CHIs., I, 320; A. C. Niemeijer, The Khilafat Movement in India: 1919-1924, The Hague 1972; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara 1972, s. 29, 139-140; a.mlf., “İkinci Abdülhamid’in İngiliz Siyasetine Dâir Muhtıraları”, TD, VII/10 (1954), s. 43-60; Ahmet Asrar, Kanuni Devrinde Osmanlılar’ın Dinî Siyaseti ve İslâm Alemi, İstanbul 1972, s. 336-337; a.mlf., “Hilafetin Osmanlılar’a Geçişi ile İlgili Rivayetler” (trc. Süleyman Tülücü), TDA, sy. 22 (1983), s. 91-100; Mahmut Goloğlu, Halifelik Ne İdi? Nasıl Alındı? Niçin Kaldırıldı?, Ankara 1973; M. N. Qureshi, The Khilafat Movement in India: 1919-1923 (doktora tezi, 1974, University of London); C. E. Dawn, From Ottomanism to Arabism, London 1973, s. 133-136; Naşit Hakkı Uluğ, Halifeliğin Sonu, Ankara 1975; Tayyib Gökbilgin, “Kanunî Sultan Süleyman Devri Müesseseler ve Teşkilâtına Işık Tutan Bursa Şer’iyye Sicillerinden Örnekler”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara 1976, s. 96-99; Bilal Şimşir, Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara 1981, s. 332 vd.; a.mlf., Lozan Telgrafları: 1922-1923, Ankara 1990, I, 330, 481; G. Minault, The Khilafat Movement, Religious Symbolism and Political Mobilization in India, New York 1982; Nurşen Mazıcı, Belgelerle Atatürk Döneminde Muhalefet: 1919-1926, İstanbul 1984, s. 63-69, 92, 93; TBMM Gizli Celse Zabıtları, I-IV, İstanbul 1985; M. Yakub Mughul, Kanunî Devri, Ankara 1988, s. 88; Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri: 1920-1927, İzmir 1988, s. 221-252; İskender Gökalp – François Georgeon, Kemalizm ve İslam Dünyası (trc. Cüneyt Akalın), İstanbul 1990, s. 31-41, 64-69; Mümtaz’er Türköne, Siyasî İdeoloji Olarak İslâmcılığın Doğuşu, İstanbul 1991, s. 93-102; Hulusi Yavuz, Osmanlı Devleti ve İslâmiyet, İstanbul 1991, s. 73-111; Nurettin Güz, Türkiye’de Basın-İktidar İlişkileri, Ankara 1991, s. 95-120; Cezmi Eraslan, II. Abdülhamid ve İslâm Birliği, İstanbul 1992, s. 204-208; Murat Çulcu, Gazeteciler Davası ve Hilafetin Sonu, İstanbul 1992; Yılmaz Çetiner, Son Padişah Vahdettin, İstanbul 1993; Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, Siyasî Hatıralar, I-II, İstanbul 1993; Seçil Akgün, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik: 1924-1928, Ankara, ts. (Turhan Kitabevi); İsmail Kara, İslâmcıların Siyasî Görüşleri, İstanbul 1994, s. 145-164; a.mlf., “II. Meşrutiyet’in İlk Yıllarında İslâmcıların Halifelik Meselesine Bakışları”, İslâmî Araştırmalar, VII/2, Ankara 1994, s. 171-180; Orhan Koloğlu, Gazi’nin Çağında İslam Dünyası: 1919-1922, İstanbul 1994, tür.yer.; Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet, İstanbul 1995; Azmi Özcan, Abdülhamid ve Hilafet, İstanbul 1995; a.mlf., Pan-İslamizm: Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere: 1877-1924, Ankara 1997, s. 5-20, 33-54, 55-85, 235-251; a.mlf., “1857 Büyük Hind Ayaklanması ve Osmanlı Devleti”, İslâm Tetkikleri Dergisi, IX, İstanbul 1995, s. 269-280; a.mlf., “Sultan II. Abdülhamid’in ‘Pan-Islam’ Siyasetinde Cevdet Paşa’nın Tesiri”, Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895) Vefatının 100. Yılına Armağan, Ankara 1997, s. 123-142; G. P. Badger, “The Precedents and Usages Regulating the Muslim Khalifate”, The Nineteenth Century, II, London 1877, s. 277-278; O. W. Leitner, “The Khalifa
Question and the Sultan of Turkey”, AQR, V/1 (1892), s. 65-74; Ahmed Rıza, “The Caliph and his Duties”, The Comtemporary Review, LXX, London 1896, s. 206-209; A. H. Salmone, “Is the Sultan of Turkey the True Caliph of Islam ?”, The Nineteenth Century, XXXIX, London 1896, s. 172-180; Osmanlı, sy. 58, Cenevre 15 Nisan 1900; sy. 75, Folkestone 1 Kânunusâni 1901; H. A. R. Gibb, “Lutfi Pasha on the Ottoman Caliphate”, Oriens, XV (1962), s. 287-295; L. Hirschowicz, “The Sultan and the Khedive: 1892-1908”, MES, VIII/8 (1972), s. 287-311; B. A. Manneh, “Sultan Abdulhamid II and the Sharifs of Mecca: 1880-1900”, AAS, IX (1973), s. 1-23; A. Reid, “Nineteenth Century Pan-Islam in Indenosia and Malaysia”, JAS, XXVI (1976), s. 268-274; E. Kedourie, “Egypt and the Caliphate 1915-1952”, The Chatham House Version and Other Studies, Hanover and London 1984, s. 177-212; C. E. Farah, “Great Britain, Germany and the Ottoman Caliphate”, Isl., LXVI/2 (1989), s. 265-266; Faruk Sümer, “Yavuz Selim Halîfeliği Devraldı mı?”, TTK Belleten, LVI/217 (1992), s. 675-701; Murat Bardakçı, “Hanedan Yayınları ve Halife Abdülmecid’in Yeşil Kitabı”, Müteferrika, sy. 3, İstanbul 1994, s. 49; Mehmet Demiryürek, “Hilafetin Kaldırılmasının Türk Basınındaki Yankıları I-II”, Toplumsal Tarih, II/11, İstanbul 1994, s. 49-54; II/12 (1994), s. 45-50; Ş. Tufan Buzpınar, “The Hijaz, Abdulhamid II and Amir Hussein’s Secret Dealings with the British: 1877-80”, MES, XXXI/1 (1995), s. 99-123; a.mlf., “Opposition to the Ottoman Caliphate in the Early Years of Abdulhamid II: 1877-1882”, WI, XXXVI/1 (1996), s. 59-89; A. el-Moudden, “The Idea of Caliphate Between Moroccans and Ottomans: Political and Symbolic Stakes in the 16th and 17th Century Maghrib”, St.I, II/82 (1995), s. 106-108.