بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟
“Bir Kur’ân ki, onunla dağlar yürütülse veya onunla yer parçalansa veya onunla ölüler konuşturulsa (o yine bu Kur’an olurdu). Fakat emir bütünüyle Allah’ındır. İman edenler, kâfirlerden ümit kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, elbette insanların hepsine toptan hidayet buyururdu. O küfürde direnenlerin kendi sanatlarıyla başlarına musibet inip duracak, ya da yurtlarının yakınına konacak. Nihayet Allah’ın vaadi gelecek. Muhakkak ki, Allah vaat ettiği zamanı şaşırmaz.” (Rad:31)
Bir Kur’an ki…
Kur’an’ın ne olup ne olmadığı daha güzel nasıl anlatılır veya nasıl cümleler kurulması gerekir bilemiyoruz. Daha doğrusu bizim yaptığımız tanımlamalar bize göre en güzeli de olsa âlemlerin Rabbi olan yüce Allah’ın ilminin derinliği karşısında ne ifade eder ki? Bir hayat kitabı olarak Kur’an’ı rabbimizden daha güzel kim tanımlayabilir ki. Çünkü sözün sahibi O. İnsanın ve evrenin sahibi yine O. O halde insanın ihtiyacını en iyi bilen de yine O.
O günün müşrik insanı ve bu günün müşrik insanı aynı zihniyette olmakla beraber, tüm insanlıkta aslında aynı zihniyeti taşımaya devam ediyor. Yani hak ne kadar evrensel ise batıl da o kadar evrensel. O gün müşriklerin Kur’an’dan nasıl bir beklentileri var? Allah’ın elçisine nasıl bir cevap veriyorlar ki Rabbimiz onların elçiye karşı olan tutumlarını ve iç dünyalarını afişe ediyor. Ayetin üslubundan anladığımız kadarıyla Kur’an’ın ölüleri konuşturmak, dağları yürütmek veya yeryüzünü parçalamak için gelmediğini tam tersine ölü kalpleri parçalanmış ruhsuz bedenleri harekete geçirip hayata bir çeki düzen vermek için bu büyük ayeti (Kur’an’ını) insanlığa gönderdiğini ifade etmiştir.
O günkü müşrik zihniyet bugünde hala Kur’an’ın aynı mantıkla ölülere, bir takım gecelere, hastalara şifa olarak okunduğunu ve hakikatin üzeri bilerek veya bilmeyerek fark etmez örtülmek istenmektedir. Oysa Kur’an hayat kitabıdır ve hayatı düzenlemek için vardır. Hani büyük şair M. Akif bir şiirinde çektiği acıları şirkin o utanmaz suratına nasıl da haykırmıştı.
“Ya açar bakarız Nazm-ı Celil’in yaprağına,
Yü üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”
Rabbimiz Kur’an’ın mucizeliğini, mükemmelliğini, eşsizliğini bize anlatırken özellikle vurguladığı şey ‘dağlar yürütülse ölüler konuşturulsa bu yinede Kur’an olurdu’ buyurmaktadır. Fakat Allah biliyor ki, bu Kur’an’la dağlar yürütülse, ölüler konuşturulsa bu kâfirler yinede inanmazlar. Kâfirlerin kalplerinde taşıdıkları kini en iyi bilen Rabbimiz, ‘onlara ümit beslemeyin isteseydi zaten Allah onları da mümin yapardı’ diyerek müminleri uyarmaktadır. …Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf:179).
Her ne şekilde olursa olsun hüküm Allah’ındır ama bu kâfirler bunu anlamazlar. Dolayısı ile ayetin mesajını doğru okumalıyız. Onların hidayete ermelerini beklemek ve onlarla zaman öldürmek yerine, hidayete tabi olanların sorumluluğu omuzlayıp tarihe hapsolmadan mesajı yeni kuşaklara taşıması gerekiyor. O öyle bir Kur’an ki o gerçekten büyük bir mucizedir. Bu mucize tüm zamanlara hitap eder. Nurundan ve hak oluşundan hiçbir şey kaybetmez ve asla eskimez, çünkü Allah’ın sünnetinde bir değişiklik olmaz.