Ahmet Davutoğlu’nun çıraklık dönemi doğrusu çok kısa sürdü; oldukça hızlandırılmış eğitim misali, henüz beş ayını bile doldurmadan çıraklığını geride bıraktı ve başbakanlıkta kalfalık dönemine terfi etti. Bu dönem, AKP açısından ise siyasetin ‘aksakalı’ olduğu anlamına gelmektedir.
Ülkenin bütününde ve nüfusun yarısında tam bir bayram havası var. Her seçimde, pazartesi günleri erken saatlerde çarşıda olmaktan keyif alırım. Çünkü esnafından sıradan halkına kadar hemen her kesimin seçimle ilgili analizlerini hiçbir emek-zahmet çekmeden, doğrudan birinci ağızdan duyabiliyorsunuz. İşim icabı yine öyle oldu. Asık suratları ve gülen yüzleri açıkça seçebiliyorsunuz. Kimilerinin suratları fena halde asıktı.
Nüfusun yarısı, yeni bir ‘demokratik zafer’in dayanılmaz sevincini yaşamaktadır.
Hiç tartışmasız 1 Kasım 2015 günkü seçim en başta, hemen hemen bütün yorumcuları, acar analizcileri, modern kâhinler mesabesindeki kamuoyu araştırma şirketlerini ters köşeye yatırmasıyla tarihe geçecektir. Görüldüğü kadarıyla hükümetin, başbakanın ve AKP’nin kendisi bile böyle bir sonucu beklemiyordu. Bu açıdan da bilhassa Başbakan Davutoğlu, Konya ve Ankara balkonlarında yaptığı konuşmalarda kendisine bu sonucu servis eden seçmen kitlesine duada çokça cömert davrandı; duaları, bayram namazlarında selatîn camilerinde yapılan duaları aratmıyordu.
***
Elbette her seçimin olduğu gibi bu seçimin de tevlid ettiği sonuçları, alınması gereken mesajları, okunması gereken satır başları var.
Öncelikle bu seçim, demokrasiyi bir yaşam biçimi (din) olarak benimsediği halde, tanrılar kendi bahtını açık etmediği zaman dininden hoşnut kalmayan, biriktirdiği eski ve yeni putlarını bir çırpıda yiyip bitiren, hıncını tanrılarından alan; AKP’nin demokratik başarılarını bir türlü hazmedemeyen demokrasi müminlerine okkalı bir şamar oldu. Bu şamar bilhassa MHP ama özellikle de HDP’ne indi. Selahaddin Demirtaş’ın, bayan yoldaşı ile birlikte kameraların karşısına geçip ilk beyanatı verirken yüzünde oluşturmaya çalıştığı maske, inen şamarın etkisini gizlemesine yetmiyordu.
CHP’de yeni bir durum gözlenmemektedir. Kılıçdaroğlu’nun, Başbakanı arayıp, seçim zaferlerini tebrik etmesi bile, ondaki rahatlığı göstermesi bakımından manidardır.
Seçimden iyi birer yenilgi alan ve varlık sebebi etnik milliyetçilik olan iki partinin en yetkili ağızlarının, yenilginin sebebi olarak, dar imkânlar, kampanya yapacak ekonomik ve sair şartlardan kısıtlı bırakılmak gibi gerekçelerin ardına sığınmaları da ilginçti doğrusu. Anlaşılan, yerleri dardı…
***
Seçmenin AKP’ne yüzde 49’un üzerinde bir katılımla destek vermesinin en başta gelen sebebi elbette AKP’nin, hükümet olmanın bütün avantajlarını sonuna kadar kullanmış olmasıdır. Daha önce Recep Tayyip Erdoğan, seçimler yaklaşırken popülizm yapmadıklarını, popülist politikalara sığınmadıklarını, bir erdem olarak mutlaka zikrederdi. Bu seçimde böyle bir beyanat duymadık, çünkü popülizm artık mubah, hatta vacip olmuştu. Öğretmen atamalarından, öğrenci burslarının artırılmasına kadar bir dizi vaadi buna örnek olarak gösterebiliriz.
Kuşkusuz AKP’nin seçim zaferi sadece bu faktörle izah edilemez. Başka unsurlara da değinmek gerekmektedir.
Bu ‘sair’ unsurların başında, AKP’nin giderek gerçek bir sistem partisi, tam bir merkez parti olması gelmektedir. Toplum, ekonomide, dış ve iç siyasette, toplumsal hayatta tırnak içinde ‘istikrar’ istemekte, başıbozukluğa elbette pirim vermemektedir. AKP bu anlamda, toplumun beklentilerine, mevcut siyasal partiler içerisinde en iyi/en ileri cevabı vermektedir. Türk toplumunun bazı test noktaları vardır, ona bakar. Mesela der ki, “yiyorsa da, hizmet de ediyor ya!”
İkinci bir husus, AKP Hükümetinin çözüm süreci denilen girişimin akamete uğraması neticesinde, PKK ile mücadelesinde toplumdan tam not aldığı anlaşılmaktadır. AKP’nin yüzde sekiz kadar oyunun artması, PKK’ya karşı verilen mücadeleyi toplumun tasvibi olarak görmek mümkündür.
AKP’nin oy patlaması yaşamasının önemli faktörlerinden biri de, eşi görülmemiş bir akıl tutulmasına maruz kalmış bulunan muhalefetin akıl ve izandan yoksun, tek maharetleri, AKP’nin her icraatına homurdanmak olan politikalarıdır; daha doğrusu politika bilmeyen yönetimleridir. Muhalefet derken, sadece üç siyasal partiyi kastetmemekteyiz. AKP’nin, gezi eylemlerinde tam takım ‘balkon’a çıkmış bulunan bir muhalefet kadrosu bulunmaktadır. Sözüm ona entelektüeller, gazeteci-yazarlar, sanatçılar, medya patronları bu kadronun asal elemanlarıdır. Avrupa ve Amerika basınından zaman zaman yükselen bazı gıcırtılar da AKP’nin ekmeğine yağ sürmeye devam etmektedir.
***
1 Kasım seçimleri birçok bakımdan dönüm noktası olmuş bulunmaktadır. Bu seçim, üç muhalefet partisine de dersler vermiş bulunmaktadır. Öyle zannediyorum ki CHP’nin kapasitesi belli olan lideri değilse de, CHP’yi ciddiye alan birileri, artık 21. yüzyıl Türkiye’sinde siyaset arenasında, nefislerindekileri değiştirmedikçe kendilerine ümit ışığı olmadığını ciddi biçimde fark edecek ve ona göre yeni formüller arayacaklardır. Nefislerindekini değiştirmeleri elbette, geçen asırdan kalma, tepeden inmeci laikçi politik anlayışlarından, bu çağa uygun, ılımlı seküler-demokrat kimliğe doğru bir evrilmeyi tazammun etmektedir. Yıllardır kafalarını, Darwin amcalarının, insanı maymun ara durağından geçiren evrim ahmaklığına yoracaklarına, jakoben laiklikten, çağın yeni dini olan liberal-demokrasiye evrimleşmeye -tıpkı AKP gibi- yorsalardı, şimdi AKP’nin çok ciddi bir rakibi olabilirlerdi.
Bu yeni dönemde CHP’yi ciddiye alan birileri bu uğurda ter dökecektir, karşısında, ikna etmesi gereken bir muhatap bulabilirse…
Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, CHP’de böyle bir manevra yapılabilse bile, onun yerini HDP gibi partilerin doldurması mukadder görünmektedir.
Kürt ırkçılığı yapan partinin lideri, sanırım, ‘özyönetim’ işinin çelikk-çomak oyunu olmadığını fark edecek ve Avrupa’dan, Amerika’dan gelen gazın icabında kendilerini zehirleyebileceğini idrak edecek, kendisini parlatıp sahneye sürenlerin, cilası eskidiğinde kendisini siyaset sahnesinde yapayalnız bırakacaklarının farkına varacaktır.
Türk ırkçılığını siyasetinin ekseni yapan MHP ise artık ekseninin paslandığını ve dönmediğini fark edecektir. Sadece partisinden ayrılıp, AKP’nin dümen suyuna giren partidaşlarına ‘satılmışlar’ edebiyatı ile tafra yaparak siyasette bir adım bile ilerleyemeyeceğinin, bilakis kan kaybetmeye devam edeceğinin şuuruna erecektir; tabi kendisi şayet gizli bir AKP dostu, daha doğrusu, adını taşıdığı yapının görevlisi değilse…
Bu seçimin iktidar partisi AKP için ne ifade ettiği ve AKP açısından seçimin değerlendirilmesini ise bir sonraki yazıda yapmak istiyorum.
***
Adına seçmen denilen toplumun kendisi açısından ise seçimler şunu ifade etmektedir: Toplumun öncelikleri bellidir; iş ve aş istemekte, işine giderken, aşını içerken ülkede gürültü patırtı olmasını da arzu etmemektedir. Doğrusu bunlar, arzu edilecek işler de değildir.
Türk toplumu, açıkça söylemek gerekirse, faydacı bir toplum olmuştur. 7 Haziran’da AKP’nin yüzünü morartan önemli bir seçmen kitlesi, acaba beş buçuk ay zarfında ne değişti de, 1 Kasım’da AKP’nin yüzünü güldürdü? Aynı soruyu diğer partilere verilen oyların hangi önemli gerekçelerle geri geldiği şeklinde de sormak gerekmektedir.
Sonuç olarak, 1 Kasım seçimleri, Başbakan Ahmet Davutoğlu yönetiminde, ekonomide, sosyal ve siyasi hayatta birçok icraata kapı aralamaktadır diye düşünebiliriz. Her seçimde siyasal sınırlar sanki biraz daha netleşmektedir. Türkiye adeta Amerikanvari, iki partili bir siyasi hayata doğru gitmektedir.
Herkes, her seçimde olduğu gibi, bu seçimde de, aradığı her ne ise, o şeyin bu seçimin gündeminde yer edinip edinmediği muhasebesini kendi kendine yapabilir.