يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
﴿٦﴾
Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allahʼın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır. (66/6)
Aile olmanın ve ailevi değerlerin hayli kutsandığı ve dokunulmaz kabul edildiği bir toplumda yaşıyoruz. Aileyi önemsemeyen bir kültür de zannımca yoktur. Tüm toplumların gelenek ve göreneklerinde ve bilhassa semavî dinlerin telkinlerinde müşahede ettiğimiz aileye ihtimam ve itina gösterme hâli Allah-u Teala’nın insanın tabiatında halk ettiği bir olgudur. Nitekim sıla-i rahim kavramından miras hükümlerine, hatta boşanmayı düzenleyen İslam hukukuna varıncaya kadar aileyi ilgilendiren pek çok hususta Kur’an’ın aile ve yakınlar konusunda bizleri nazik ve titiz bir tutuma sevk ettiğini biliyoruz. Hiçbir düşünce sistemi, etik değerler ya da yasalar aile bağlarının muhafaza edilmesi ve aile içi ilişkilerin nizamı için had safhada bir uyanıklığı ve şuuru İslam dini kadar salık vermemiştir. Değil mi ki bu dinin muhkem ve diri bir halde hayat bulup ve oradan neşvu nema gösterip mahşer gününe kadar nurunun tamamlanması için kıblegah edinmemiz icab eden yerdir evlerimiz.
Ayette açık ve net bir şekilde ehlinizi yani ailenizi, yakınlarınızı ateşten koruyun diyor. Bu ateş ki ahirete ertelenmiş bir tehdit ve ceza -Kur’an’ın tabiriyle vaid- olduğu içindir ki galiba biz ehlimizi acil olan dünya ateşinden koruma noktasında daha bir gayretkeş ve kaygılıyız. Elbette dünyevî kaygılarımızı bir kenara bırakmak olmaz lakin uhrevî kaygılarımız hep kenarda duruyor ve daha vahimi bunun farkında değiliz. Göz nuru yavrularımız için parlak bir gelecek hayali, kariyer hesapları, yüksek idealler peşinde en büyük sermayemiz olan zamanımızı hem de tereddüt etmeden tüketirken, yeri geldiğinde onların ahireti için bir azık olacak amelleri hep öteliyor veya erteliyoruz. Esasen ahiret yurdundaki “parlak istikbalimizi” baş hedefimiz olarak belirleyip bu hedefin hasıl olması için dünya hayatını bu hedefe vasıl olma yolundaki vasıtamız olarak kullanmalı değil miyiz? Evlatlarımız için layık gördüğümüz dünyevî gelecek planlarımızı, hayallerimizi onların ahiretini güzelleştirmeye yönelik düzenlemeliyiz. Bu uğurda onları dimağlarının en pak olduğu küçük yaşlarından itibaren Rahmân’ın halis ve salih kullarından olmaları için ana ve babaları olarak onlara yüksek bir şuur aşılamalıyız. En iyi üniversiteye yerleşmesi, önü kapanmayacak bölümde okuması, çağın en makbul ve popüler mesleklerinden birine sahip olması, geleceğini garanti altına alması için doğduğu andan beri yaptığımız yatırımlar ve ettiğimiz dualar nasıl da karşılık buluyor değil mi? O halde bu çabaların aynısını neden onların ahiret yatırımı için harcamıyoruz?
Ailenizi koruyun diyor peki burda hitap kimedir? Ailenin ve evin sorumluluğu evvel emirde kime aitse ona yani ebeveynedir. Ana ve baba her ikisi de aynı derecede ancak her birinin yeterliliği nisbetinde evlatlarının İslamî terbiye ve tedrisinden sorumludur. Burada tedris ile kastım salt teorik bir eğitim değil aile yaşantısına mezcedilmiş bir şahitlik ve uygulamadır. Tabi bu sorumluluğu gereğince yerine getirmek için öncelikle anne ve babanın, eşlerin kendilerini ve birbirlerini Kur’an’ı temel alarak eğitmeyi ihmal etmemeleri de zaruridir. Ne yazık ki günün şartlarına ve yaşamın hızlı akışına teslim olmuş müslüman ebeveynler çalışma hayatında harcanan bir mesai üzerine evlatlarının İslamî terbiyesine yeterince hatta bazen hiç katkı sağlayamamaktalar. Bilhassa annenin de çalışma serüveninde yer alması bu durumu pekiştirmektedir. Belki de ehlimizi, ailemizi ateşten sakınmak için küçük bir feragatta bulunup tüm yaşam biçimimizi sorgulamanın ve vazgeçilmezlerimizden ödün verip yuvalarımızı birer mescid edinmemizin anıdır. Hiç değilse Rabbimize bir mazeret olarak.
39.15: ‘Siz de Allahʼtan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!’ De ki: ‘Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.’