Sadece coğrafi olarak değil ilgi ve bilgi olarak da bize çook uzaklarda bir ülkeYeni Zelanda. Geçen hafta girişilen o korkunç katliam olmasa herhalde çoğumuzun gündemineChristhurchdiye bir şehir hiç girmeyecekti. Ama temel insani vasıflarını kaybetmeyen herkesin içine o yakıp kavuran büyük acı paslı bir hançer gibi saplanınca Yeni Zelanda’da küçük bir şehir olan Christhurch da siyasal ve toplumsal aktörleriyle, nitelikleriyle hızla giriverdi.
Kana susayıp 50 masum insanı Cuma namazı için hazırlık yaptıkları sırada büyük bir neşeyle mescidde katleden ırkçı-faşistBrenton Tarrantbütün dünyanın gözlerini bir anda Yeni Zelanda’ya çeviren birinci figürdü hiç şüphesiz. Ancak mescidden Christhurch şehrine, Christhurch’dan bütün Yeni Zelanda’ya akan kanların önüne set çekmeye, yaşanan derin acıları dindirmeye dönük olağanüstü nezaket ve basiretiyle öne çıkan Yeni Zelanda BaşbakanıJacinda Ardernise meselenin sadece rengini değil gidişatını da değiştiren başaktör olarak sahne aldı.
Irkçı-Faşistlere Karşı Duran Kadın Başbakan
Şüphesiz bu tabloda ırkçı-faşist katil Tarrant’ı yaratan iklimi bütün yönleriyle analiz etmek, çığ gibi büyüyen üstelik sadece bireyleri değil örgüt ve devlet politikalarını da şekillendiren ırkçı-faşist ideoloji ve sembollerle nasıl mücadele edileceği enine boyuna konuşulmak durumundadır. Peki ya şimdiye değin hemen hiç örneğine rastlamadığımız bir siyasetçi, hem de başbakan sıfatıyla bir taraftan ırkçı-faşist saldırganlığa karşı mücadelede kararlılık gösterirken diğer taraftan da Müslüman göçmenlerin rengine, kökenine, mesleğine bakmaksızın kucaklayarak onları Yeni Zelanda’nın onurlu bir parçası kılmaya dönük samimi, kuşatıcı ve de kalıcı çözümler üretmeye girişen Jacinda Ardern’i bir rol-model olarak daha çok konuşmalı değil miyiz?
Mescidde katledilen kardeşlerimizin kanı henüz kurumadan sokaktaki vatandaşlarıyla, emniyet teşkilatıyla, bürokrat ve siyasetçileriyle Yeni Zelanda’yı en üst düzeyde temsil eden hanım Başbakan Ardern’in gösterdiği refleksin önemi çok büyük. Başörtüsü jestinden Meclis’in Kur’an okunarak açılan ilk oturumuna, televizyonlardan canlı olarak okunan ezanlara değin sükûneti ve sağduyuyu telkin eden yapıcı ve birleştirici bir atmosfer özenle inşa edildi.
Katliamı meşru gösterecek veya mazur kılabilecek en küçük bir işaret verilmedi, aşırı sağcı-ırkçı kesimlere cesaret verebilecek hiçbir söylem ve duruş sergilenmedi mesela. Ülkeye gelen göçmenleri tedirgin edecek, sahipsizlik hissine ve intikam duygularına sürükleyecek adaleti ve emniyeti temin edemeyen güvensiz, tutarsız bir devlet görüntüsü verilmedi mesela.
Irkçı-faşist saldırganları görmekten, işledikleri cinayetlerin acılarını yaşamaktan fazlasıyla bıktık zaten. Bu düzeyde henüz bir örneğini göremediğimiz muhacirlere sahip çıkma ve ırkçı-faşist saldırganlıkla mücadelenin sembolü olan Jacinda Ardern’i sadece bu dönemin Yeni Zelanda Başbakanı olarak değil de meselaAvrupaveAmerika’ya, mesela daha yakınımızaOrta Doğuülkelerine getirmeyi düşünsek nasıl olur acaba?
Coğrafyamızdaki Tarrant Karakterleri
Niye uzaklara gidiyoruz ki, Türkiye’den başlayalım tartışmaya. Düşünsenize Suriyeli muhacirleri ülkemizden bir an önce def edilmesi gereken yabancı, asalak ve de düşman olarak tanımlayan ne çok siyasi parti, dernek ve aydın-sanatçı var aramızda.
Örneğin Fatih’in cadde ve sokaklarını “Fatih’i Suriyelilere Teslim Etmeyeceğim” afişleriyle donatan İYİ Partiliİlay Aksoykameralar eşliğinde Arapça tabela avına çıkıyor hiç utanmadan.Meral AkşenerveÜmit Özdağ’ın açtığı yolda, kurduğu ülküde Suriyeli muhacirlerle savaş stratejik konseptin önceliği durumunda. Söz konusu Suriyeli muhacirler oluncaKemalistvesol-sosyalistpartilerin durumu hiç tereddütsüz ırkçı-faşist karakter olarak tecelli ediyor maalesef.
Suriye’ye geçersek ne göreceğiz. Halkını varil bombalarıyla katleden yarım asırlık Baas cuntasının CumhurbaşkanıBeşşar Esed’i göreceğiz tabii ki.Baas/Esedcuntasını ayakta tutmak üzere Suriye halkının üzerine şehirleri yakıp yıkan, halkın kanını döken acımasız ordular gönderenRusyaveİran’ı bir düşünelim mesela. NeVladimir Putinne deAli HamaneySuriye halkına kendi toprakları Suriye’de hayat hakkı tanıyor.
Suriye halkı Rusya veya İran’a sığınmış değil, Rusya veya İran’ın kendilerine iş, aş ve güvenlik sağlamasını bekleyen muhacirler olmadığı halde bu katliamlara maruz kalıyorlar. Christhurch’ta camiyi basıp cemaati katletmeye girişen ırkçı-faşistBrenton Tarrant’ın Ümmete yaşattığı tabloyu Putin ve Hamaney Suriye halkına tam sekiz senedir yaşatıyor zaten. Şarjörlerinin üzerinde Haçlıların Müslümanlar savaşına dair sembolik isimler ve tarihler yoksa da Rusya ve İran orduları ne cami ve fırın, ne hastane ve okul ayrımı yaptılar üzerlerine bomba yağdırdıkları mekânlarda.
Suudi ArabistanveMısırörneklerine geçecek olursa buradaki tablolar Irak ve Suriye’de yaşanan tablolardan hiç de aşağı kalmıyor ne yazık ki.Amerikaveİsrail’le yapılan zillet verici işbirliğinin Suudi Arabistan ve Mısır halkına faturası ödenemeyecek kadar ağır. Ne Suudi Arabistan halkı ne de Mısır halkı sığıntı, mülteci oysa.
Şimdi Yeni Zelanda’nın hanım Başbakanı Jacinda Ardern’e bir daha kulak verelim: “Bazıları burada doğmamış olabilir; ama onların yurt olarak seçtikleri yerdi Yeni Zelanda. Gelip yerleştikleri ve bağlandıkları yer. Çocuklarını büyüttükleri yer. Sevdikleri ve sevildikleri şehirlerin, kasabaların, mahallelerin sakinleri oldukları yer. Kiminin, can güvenliği için geldiği yer. Kültürlerini ve dinlerini özgürce yaşayabildikleri yer. Biliniz ki… Bu eylem için seçilmemizin sebebi ırkçılığın kabul gördüğü ve aşırılığın barınabildiği bir yer olmamız değil. Tam aksine; … Biz çeşitliliği, iyiliği, merhameti temsil ediyoruz; değerlerimizi paylaşanlara yurt, ihtiyaç duyanlara sığınak oluyoruz. Ve sizi temin ederim ki bu değerler bu saldırıyla sarsılmayacak ve sarsılamaz.”
Irkçı-faşist ideoloji ve örgütlerle, muhacir düşmanlığını yükselten söylemlerle mücadele ederken örnek alınacak söylem ve siyaset için kim ne derse desin Jacinda Ardern bir rol-model olarak tarihe geçmiştir. Temennimiz yolundan sapmaması, yolunun kesilmemesidir.
Akit / Kenan Alpay