وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ
“İleri gelenler: Yürüyün, ilahlarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur diye kalkıp harekete geçtiler.” (Sâd, 6)
Müşrik Radikalizmi
Kur’an haber veriyor: Müşrikler sahte/fos bir gurur ve tefrika içindedirler. Kendilerine kendi içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşmışlar da, Allah Rasulünü sihirbaz ve yalancı saymışlardır. Asıl şaşkınlıkları şunadır: İlahları bir tek ilah saymış! Onlar için ne büyük bir skandal! Yığınlarca taştan, çerden çöpten ilahı yok sayıp, bütün her şeyi bir tek İlah’a bağlamak… İşte derin sapıkların bir türlü hazmedemedikleri hakikat buydu. Dolayısıyla bunu şaşılacak bir iş olarak görüyorlardı. Bu ‘görü’ye gülünür mü, ağlanır mı? Doğruyu yalan, hayatın en yalın gerçeğini sihir saydılar. Hakikati bu kadar ters yüz etmek ‘kafir’ sözcüğünden başka ne ile açıklanabilir ki?
Kafirler sırf şaşırmakla, taaccüple yetinmiyorlar tabi. Hep olduğu gibi, toplum denilen sürüye yön veren önde gelenler (mele) zümresi harekete geçiyor, bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüp, gayrete geliyorlar. Aksi taktirde dinleri elden gidecek! Vazife şudur: İlahları uğrunda yürüyüşe geçmek ve Muhammed’in (sav) onca tanrılarına karşı başlattığı taarruzu göğüslemek! İlahları uğrunda direnmek! Ayette müşriklerin bu ‘direniş bilinci’(!) ‘sabır’ kelimesiyle belirtilmiştir. Mele zümresi talimat veriyor: Yürüyün ve dayanıklı olun (ve’sbirû). Sizden istenen budur diye de ekliyorlar. Yani, bugün bir şey yapacaksanız, yapmanız gereken işte budur. Oysa karşılarında, telaşa kapılmalarının müsebbibi bir tek kişi vardı. O bir tek kişi, bir tek İlah’tan bahsediyordu, o bir tek İlah’ın gönderdiği bir tek Kitap’la onlara tek hakikati duyuruyordu. Kendilerinin ise sayısızca ilahları vardı. (Çoğulcu idiler). Nebî’nin (sav) tekliğine rağmen kendileri binlerce idi. Acaba bu kadar büyük bir kitle, bu kadar sayısız ilahları ile, bir tek kişinin bir tek İlah adına yaptığı çağrıdan neden korkardı? Yürüyüşe geçmeleri, ilahları uğrunda sebat göstermeyi, dayanmayı ve direnmeyi istemeleri nedendi?
Bu sorunun cevabı çok basittir. Çünkü Kur’an, bu binlerce (günümüzde milyonlarca) insanın, uydurulmuş yüzlerce/binlerce ilahıyla birlikte icat ettikleri ‘din’in, örümcek yuvasından daha dayanıksız ve hatta rüzgârın savurduğu kül kadar bile bir varlığı olmayan çürük bir tez olduğuna hükmetmektedir. Allah’ın hükmü hükümdür. Müşriklerin bütün telaşları bundandı. Kur’an’ın bir tek kelimesi bile tartıda, şirkin ve küfrün bütün doktrinlerinden daha ağır gelir. Allah ismi ise bütün uydurma tanrı isimlerini anında yok etmek için yeterlidir.
Kafirler ne kadar tanrıları uğrunda savunmaya geçseler, ne kadar direnişe yeltenseler de, karanlığın hükmü, güneş doğuncaya kadardır. Güneş ışığının karanlığı yok etmesi gibi, hak da bâtılı ortadan kaldırır, darmadağın eder. Çünkü bâtılın hükmü yok olmaktır. Bütün mesele, hakkın ‘gelmesi’dir. Hak esasında uzak bir yerde değildir, dünyayı kuşatan oksijen misali, hak her an her yerdedir. Hakkın gelmesinden murat, hakkı kendisine din edinen müminler tarafından gündemleştirilmesi, kendi hayatlarında ve toplum hayatında var kılınması, hakkın mücadelesinin verilmesi, hakkın önündeki, ardındaki, sağındaki ve solundaki engellerin ortadan kaldırılmasıdır.
İşte Rasulullah Muhammed (sav)’in tebliği karşısında gayrete gelen kafirlerin telaşı, Rasulullahın tebliğinin amacına tam ulaştığının delili idi. Bugün de İslam tebliği nebevî yönteme uygun şekilde yapıldığı taktirde, Mekke kafirlerinin telaşının bire bir tekerrür etmesi, eşyanın tabiatı olarak kaçınılmaz bir yasadır. Önemli olan müminlerin, iman ettikleri O bir tek İlah uğrunda sabr u sebat etmeleri, hayatlarını O’na adamaları, mallarını ve canlarını emanetin asıl sahibine feda etmeleridir.