Açılış konuşmasını Ahmed Akdeniz’in yaptığı programda Akdeniz, İzmir’de ikamet eden Suriyeli muhacirler ile ilgili bir bilgilendirme yaptıktan sonra sözü Hasan el-Benna’yı anlatmak üzere Furkan Öztürk’e bıraktı. Furkan Öztürk’ün çalışmasının özeti şöyle :
Hasan El-Benna
Hasan El-Benna, 1906 yılında Mısır Mahmudiye’de doğdu. Babasından ve çevresinden aldığı tasavvuf eğitimi, onun gelişiminde etkili oldu. İlkokul ve ortaokulu köyünde okurken, bu dönemde okul içi birçok faaliyette bulundu ve arkadaşlarıyla ıslah hareketlerine girişti. Yine bu dönemde Hasefiyye tarikatı şeyhine bağlandı. Yükseköğrenimi için Kahire’ye gitti. Burada “Küçük Ezher” olarak adlandırılan Dar’ul Ulum’a başladı. Öğrenim boyunca çeşitli cemiyetlerde faaliyet gösterdi, dergiler çıkarttı. İngilizlerin Mısır’daki sömürüsü onu harekete geçmeye zorladı. İngiliz aleyhine faaliyetlerde bulundu. Camilerde, Pazar yerlerinde, kahvehanelerde halkı bilinçlendirme çalışmaları yaptı. İslam karşıtı yazılara reddiyeler yazdı. Dönemin ilim adamlarını bir araya getirip el-Fetih dergisini çıkarttı. Büyüdüğünde hareket metodu olarak, küçüklüğünden beri yetiştiği tasavvufi yolu değil eğitim, öğretim ve irşad yolunu seçti.
Üniversiteyi bitirdikten sonra İsmailiye’ye öğretmen olarak atandı. Bu kasabada da İngilizlerin sömürüsü açık bir biçimde görülüyordu. Askeri üsler, İngiliz şirketleri her taraftaydı. Halk geçimini sağlamak için İngiliz fabrikalarında çalışmak durumunda kalıyordu. Onun deyimiyle “Selahaddin-i Eyyûbî’nin ülkesinde Rişar’ın çocukları cirit atıyordu.”
Kendisine 3 büyük kahvehane seçerek halka itikadi konuları anlatmaya başladı. Kısa sürede dinleyicileri çoğaldı. Aynı zamanda dönemin âlimleriyle ve yöneticileriyle temaslarda bulunarak halkın sorunlarına dikkat çekti. Toplanmak ve ibadet etmek için bir merkez kurdu.
Mart 1928’de 6 kişi ona gelerek bir şeyler yapmak, harekete geçmek istediklerini söylediler. Böylece İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) kurulmuş oldu. Teşkilatın amacı İslam’a dönmek, insanları yeniden İslam’la kavuşturmaktı. Bu amaçla mescitler ve okullar inşa ettiler.
1933 yılında Kahire’ye gitmeye karar verdi. Böylece daha çok insanı etkileyebilecek, özellikle üniversite öğrencilerini yetiştirebilecekti. Konferans ve dersler devam etti, yeni şubeler açıldı, dergiler çıkarıldı.
Çıkarttıkları en-Nezir dergisinin ilk sayının başyazısında el-Benna, o ana kadar sürdürdükleri çabanın o devre ait olduğunu, şimdi ise yeni bir metodun uygulanacağını yazıyordu. Sadece sözlü davet aşamasından fiili cihad aşamasına gelindiğini ifade ediyordu.
Kadın kollarını faaliyete geçirdi. Reşit Rıza’nın ölümünden sonra kapanma durumuna gelen el-Menar dergisinin bir süre daha yayınlanmasını sağladı. Artan misyonerlik faaliyetlerinden rahatsız olup, Krala mektup yazarak şeriatı koruması konusunda ikaz etti. İhvan şubeleri, tüm Arap yarımadasına yayılmaya başladı.
Benna, 1936 yılında Filistin aleyhine yapılan bir anlaşmadan sonra siyasi liderlere ve fikir adamlarına 50 maddelik bir ıslahat programı gönderdi. 1940 yılında II. Dünya savaşının Filistin’e sıçraması, Benna’yı askeri bir kanat kurmaya itti. Filistin’e maddi ve askeri destekte bulundu. İhvan 1945’te siyasete girmek istediyse de hükümet eliyle engellendi.İngiltere’ye ve İsrail’e savaş ilan etmesinden sonra İhvan’a yönelik baskılar arttı ve teşkilat Nukraşi yönetimi tarafından yasaklandı, nihai olarak Ocak 1949’da kapatıldı. Başbakan Nukraşi Aralık 1948’de suikaste uğradı.Her ne kadar Benna eylemi üstlenmese de İhvan sorumlu tutuldu. 12 Şubat 1949’da eve dönüşte yapılan saldırı sonucu Benna kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.
İhtilaflı meselelere girmez, gereksiz tartışmalardan çekinir, ümmetin sorunlarında çözümler arardı. Sadece düşünmez, düşündüklerini harekete geçirirdi. Silahı, kalemi, hitabeti ve ruhu kendisinde toplamıştı.
Bazı sözleri şunlardır:
– Bizler ittifak ettiğimiz konularda dayanışmalıyız. İhtilaf ettiğimiz konularda da birbirimizi mazur görmeliyiz.
– Siz evlerinizi İslam devleti yapın, sokakları da Allah yapsın.
———
ArdındanFurkan Gültekin,Seyyid Kutub’unhayatı ve mücadelesini dinleyicilerle paylaştı :
Seyyid Kutub
Seyyid Kutub yetiştiği ortam itibarı ile dindar,ilmen saygı duyulan,geleneksel islam bilincinde bir aileden gelir.Babası o dönemde Mısırın üzerindeki emperyalist gücü İngiltereye karşı,ülkenin Kutup, İslamın bilgiye(sahife fıkhı) indirgenmiş öğretisine maruz kalarak ilk ve orta tahsilini köyünde almıştır.Ayrıca erken yaşlarda Kur an ı ezberlemiştir.Hayatının bu ilk dönemi onun islamla ilişkisi noktasında belirli bir yere getirsede onun hareket fıkhından,içtahad fıkhından,tevhidle idameden yoksun bırakarak dar bir çerçevede kalmasına yol açmıştır.
Kutubun hayatındaki ilk dönümü tahsilinin devamı için Kahire’ye gitmesiyle başlar. Kahire’de bulunduğu sürede o temelini aldığı dindar aile ortamından uzak kalması ilgisinin hali hazırda içinde yeşeren edebiyata iyice yönlenmesine sebep olmuştur.Dönemin edebiyat yazarlarıdan Abbas Mahmud el-Akkad Seyyid Kutubta büyük tesir bırakmıştır. Akkadın ; uslubundan,söylemlerinde etkilenen Kutub edebi metinler yazmaya devam etmekle beraber Akkad’a olan yakınlığı hasabiyle genç yaşta,Akad la birlikte edebi münazaralara iştirak etmiştir.Kutub un konum itibarı ile durduğu edebi saf,gelenekçi ve klasizm taraftarlarına cephe olan yenilikçi ve eleştirel kesimdir. Ayrıca edabıyatla uğraşının yanında pedagolojik doktirinler üreterek Mısır eğitim sitemini eleştiren bir dille teorilerini sunmuştur.Tüm bu uğraşları Seyyid Kutub un sonradanda ifade edeceği gibi onun cahilliye döneminin birinci ve daha karanlık kısmını oluşturuyor.Bu evre onda milliyetçi,seküler,modernizm ile uzlaşan ve batı hayranlığı kokan bir kimlik kılmıştır. Seyyid kutub ayrıca birkaç parti ile haşır neşir olarak demokrasi adı altında kısa bir dönemde olsa etkinlik göstermiştir.1940lar itibarı ile edebiyata olan ilgisi devam etmekle beraber daha çok siyasi ve içtimai konulara yönelmiş ve bu konular yazılarında yer almaya başlamıştır.Yazılarındaki söylemlerde dönemin iktidarına karşı eleştirilerde bulunmakta ve biran önce ingiliz sömürüsünden kurtulunması,Mısırın özgürlüğe kavuşturulması gerektiğini savunmuştur..Kutub yine o dönemlerde birkaç dergide yazılar yazmıştır. Seyyid Kutub artık bir arayış peşine girmiştir ve Kuran a tekrardan yönelmiştir.Ama bu dönüşün getirisi onun temelden aldığı zayıf islam öğretisinden dolayı başlarda somut olarak islamın edebiyatla buluşturulması olmuştur.Kuran ı emr ve buyruklarından,tevhidsel inşa zorunluluğundan ziyade edebi maksatlar için incelemiştir.Kutub bu kısa dönemde ilk cahiliyetinde sahip olduğu edebiyat ile seküler muhabbetinden sıyrılarak bir uyanışı başlatsada İslamın eksik ve zayıf kalmasına engel olamamıştır.İslamın onun hayatındaki bu dar alanın ivmeyle genişlemeye başlaması 1940 ların sonlarına doğrudur.Kuran ile yeniden muhabbeti onu Kuran ın sosyal,siyasal,ekonomik vb. yönleriyle tanıştırır.Bu dönemlerde bazı dergilerde yazılar kaleme alıyordu.Kuran ın Seyyid Kutub üzerindeki tesiri ve inşası birçokları tarafından farkedilmeye başlandı. .Finansmanlığını bir ihvan üyesinin yaptığı ve Seyyid Kutub un da mensub olduğu el-Fikrül Cedid dergisinin söylemleri hükümet çevrelerini rahatsız etti ve dergi 1948 de kapatıldı.Kutubda bu kıpırdanmayı gören hükümet onu bu tutumunda bir nebze uzaklaştıracak,belkide unutturacak bir teklif ile geldiler.1948 in mart ayında Milli eğitim bakanlığı tarafından görevli olarak ABD ye gidip eğitim araştırması yapması istendi.Bu oldukça olağan ve masumane gözüken iş aslında alttan alta Kutubu tabiri caiz ise batının o zevk ve heva dolu yaşam tarzı ile büyülemek ve ıslah etmekti.Ama planlandığı gibi olmadı tersine bu gezi Kutubta uyanışın dirileşmesine yol açtı.O modern cahili toplumun tanımını yerinde tespit ederek dahada netleştirmişti.1950 de ABD den dönüşü sonrasında ihvana olan ilgisi onun bu cemiyete 1951 de üyeliği ile kuvvetlendi.Bu olay Kutub un iyiden iyiye Kral Faruk yönetimine cephe alması demek oluyordu.Batının nasılda İslamın ensesinde bir çakal misali kafasını ezen, insan yaşantısını paramparça eden zulmünü okumuştu Seyyid Kutub Amerikada.Dönemin iktidarını eleştiren yalnız Seyyid Kutub ve İhvan cephesi değildi.Abdünnasır,Enver Sedat ve birkaç arkadaşı ile kurduğu gizli bir teşkilat olan Hür Subaylar örgütü de muhalif cephenin sol kanadını oluşturuyordu.Etkisiz ve zayıf Kral Faruk yönetimine muhalif ortak paydasında ihvan ve Hür Subaylar örgütü yakınlaşmaya başkadı.Bu iki ayrı cephenin bir araya gelebilmesinin bir nedeni de Hür Subayların gerçek yüzünü saklamasıdır.İslamı bünyesinde kabul eden bir izlenim göstermektedirler.İki grup arasındaki muhabbet toplantılar ile devam etmektedir. Bazen Seyyid Kutubta bu toplantılara ev sahipliyi yapıyordu.Hür Subaylar doğrudan yönetime oynuyorlardı ve sistemli bir teşkilatlanmayla Mısır Devrimini 1952 de askeri darbesi ile gerçekleştirdiler.Kral Faruk görevinden alındı ve sürüldü.Devrim sonrasında Orgeneral Muhammed Necib’in devlet başkanlığına getirilmesine karşın, gerçek iktidar Nasır’ın denetimindeki Devrimci Komuta Konseyi’nin eline geçti.Haziran 1953’te Cumhuriyet ilan edildiKutub.1953 te oluşturulan Hey’etü’t-tahrir’in sekreterliğini yapan Abdunnasırın yardımcılığını yaptı bir dönem.Nasır ın İhvanın ileri gelenlerinden cemiyeti kapatıp Hey’etü’t-tahrir e katılmalarını istemesi üzerine iki taraf arasında anlaşmazlık çıktı.Bu olay Hür Subayların maskesinin düşmesine yol açtı ve saflar tekrardan belirginleşti.Kutub Nasırın milliyetçilik,sosyalistlik, batıcılık kokan ihvana olan bu tavrını gördü ve ihvanın yanında yer almaya karar verdi.İhvanın İslam toplumu önerisi yeni Mısır döneminde yer bulmamakla birlikte cemiyeti baskılarla sindirilme politikası başladı.1954 kate kullelerle başkanlığa gelen Nasır aynı yıl İhvan ın kapatılmasına karar verdi. Bu olay ile birlikte örgütün önde gelen isimleriyle birlikte Seyyid Kutubta tutuklandı.Ancak ülke çapındaki gösteriler sonuç verdi ve serbest bırakıldılar.Bu zorbalığa boyun eğmeyen Kutub daha önce kapatılmış olan el-İhvanül-müslimun gazetesini kendisinin yönetiminde 1954 ten itibaren tekrar yayımlanmaya başladı.Fakat Seyyid Kutub sansüre uğradı gerekçesiyle 1954 te yayımına son verildi.26 Ekim 1954 te Abdunnasır a karşı girişilen başarısız suikasttan sorumlu tutulan İhvan ı Müslimin yöneticileriyle birlikte Seyyid Kutubta tutuklandı ve 15 yıl hapse mahkum edildi.
İlk mahkumiyetine kadar süren bu dönemde onun yazılarında adalet, eşitlik, hürriyet, emperyalizm gibi kavramlarla ekonomik,sosyal,siyasal konular geniş yer tutar.Eserlerinde çağdaş dünyanın ekonomik ve sosyal problemlerine çare üretemediğini,aksine bunların problem kaynağı olduğunu,kesin çözümün sadece İslamda olduğunu savunmuştur.Dönemin bir diğer alimi Mevdüdi gibi oda uluhiyet anlayışına bağlı bir hakimiyet fikri geliştirmiştir.Buna göre hakimiyet kavramı her alanda Allahın mutlak hükümranlığını ifade eder. İslâm’ın sosyal ve ahlak düzeni olarak okunması aynı zamanda bu yıllardan itibaren güçlenecek olan diğer bir yol arayışını da hatırlatmaktadır. Yani İslam nizamının kapitalizm ve komünizm dışında bir düzen olduğuna dair söylemleri.Kutub un bu olgunluğa geçiş dönemi onun cahiliye tanımını iyicene billurlaştırdığı zamandır.Artık bu cahiliyye tanımıyla açılan boşluk eş zamanlı olarak doldurulmalıdır.Kutub bu 15 yıllık hapis döneminde Fizilalil Kuran tefsir çalışmalarına devam etti.Hapishanenin zorlu şartları ve gördüğü işkenceler onu zayıf düşürmüştü ve sağlık problemleri yaşamaya başladı.Seyyid Kutub cezasının 10 yıllını çektikten sonra dönemin Irak başkanı Abdüsselam Arif in girişimleriyle 1964 yılında serbest bırakıldı.Tahliyesinden kısa bir süre sonra Yoldaki İşaretler kitabını çıkardı.Bu eser Kutub un fikirsel olgunluğunu yakalamamız, tevhidsel inşasını görebilmemiz açısından yazdığı son eser olacaktır.Bu kitabı okuduğunda Nasır küplere biner.Nedeni Yoldaki İşaretlerin müslümanlığı özüne döndürecek, harekete geçirecek bir uyanış meşalesi,manifestosu niteliğinde olduğunu görmesidir.Bunun farkında olan ve kendi iktidarı ve refahı için Nasır, Seyyid Kutubun tekrar tutuklanmasını ister.Uzun süren yargılamalar sonucu Kutub idam cezasına çarptırılır ve 26 Ağustos 1966 da cezası infaz edilir.
NOT:sadeleştirilmiş halidir.
—————
Ve son olarakTolga Kahraman, Ali Şeriatiişe ilgili çıkarımlarını dinleyicilere aktardı :
Ali Şeriati
Büyük düşünce ve eylem adamlarının eserlerini incelemek önemli olduğu gibi hayatlarını okumakta önemli ve ufuk açıcıdır.
Ali Şeriatinin hayatından ders çıkardığım 3 şey ise; ilim ,eylem ve adanmışlıktır. Şeriatinin bu 3 hali bu günün Müslümanlarının nasıl bir yaşam sorusuna da ışık tutmakta.
Şeriati; ‘çocukluğundan beri arkadaşlarım; Babamın kütüphanesi ve kendi kitaplarım’ ve oğlu İhsana yazdığı mektubunda ‘Oğlum hiçbir diktatörün esiri olmak istemiyorsan oku,oku,oku,oku.’ ifadesi ve uyurken bile elinde kitabının olması zihin konforunu bozmak istemeyenler için önemli bir mesaj içermektedir.
Yine bu gün unuttuğumuz veya ihmal ettiğimiz emribilmaruf ve nehyianilmünker ödevi sorumluluğunu yerine getirmeme konusunda bizlerin dikkatini toplumu çöküş ve çürüyüşten kurtaracak 3 temel ilkeden bahsederken içtihat ve muhaceretten sonra emribilmaruf ve nehyianilmünker ödevi sorumluluğuna çekmekte.
Şeriati ideolojiyi Akide Bilim olarak tanımlar, ona göre ideoloji inanç esaslarını bilinç düzeyinde tanımaktır. Kur’an-i Kavramların da ideolojinin iskeletini oluşturduğunu, Kur’an-i Kavramların üzerinde durulması ve güncelleştirilmesi gerektiğini belirtir. Bu kavramların Peygamber(s.a) döneminde ki ümmi bir müminin o kelimeden anladığı gibi anlaşılmasına dikkat çekerek, bu kavramların doğru anlaşılmasıyla İslam mektebinin mükemmel ve bilinçli bir tasvirini çıkarmanın mümkün olacağını belirtir.
Son olarak kendi döneminde Batı ve Doğu literatürüne ve teorik malumata sahipliği aynı zamanda İslami literatüre de vakıf olmasıyla zamanın düşünce akımı,inanç ve idelojilerinin batıl oluşlarını açığa çıkarma, İslamın evrenselliği ve hakikat oluşunu beyan etme faaliyetleri, günümüz Müslümanlarına özelikle de genç Müslüman nesile tebliğ sorumluluğuyla bu işe eğilme ve bunu aydın-alim niteliği ile yerine getirme konusunda önemli örnekler sunmaktadır.
–Soru- Katkı kısmından sonra program konuşmacıların teşekkürleri ile son buldu…
———-
‘ Öncü Şahsiyetler’ seminerlerin 4.sü ise 21 Şubat cumartesi günü saat 8’de başladı. Bu seminerin konuşmacılarıMusab Bitim, Eyyub Sabri KaymazveAbdullah Bitimidi…
İlk olarakMusab Bitim, Hz.Ebubekir’inhayatını dinleyicilere sundu, konuşmasının sizler için hazırladığı özeti şöyle :
Hz.Ebubekir
Cahiliye dönemindeki ismi Abdulkabe ‘Kabe’nin kulu’ anlamına geliyor. Resulullah İslamiyetten sonra uygun olmayan isimleri değiştirirken Ebubekiri’n ismi Abdullah oluyor. İslamdan öncede Hz. Ebubekir peygamber efendimizin yakın dostu oluyor. Çünkü Hz. Ebubekir’in hayatındada en ufak bir lekeye rastlanmıyor. Peygamber efendimiz gibi oda putları ve tağutları sevmemiş, onara iltifat etmemiştir. Içki içmemiş, çirkin söz söylememiş, kötü işlere bulaşmamış, şerefli, şahsiyetli, iffetli , namuslu ve güvenilir bir insan olarak hayatını sürdürmüş.
Müslüman oluşu;
Yemen seyehatinden döndüğünde Hz. Muhammed peygamberlikle görevlendirilmiş oluyor. Müşrikler hemen olan biteni ona anlatarak peygamber efendimizi şikayet ediyorlar. Peygamber efendimizin yanına gittiğinde ona ‘ Ey Ebubekir ben sana ve bütün insanlara gönderilmiş Allah’ın resuluyüm. İnsanları bir olan Allah’ın dinine davet ediyorum. ‘ diyor. Ebubekir de hiç düşünmeden müslüman oluyor.
Müslüman olmakla iş bitmiyordu tabi yeni bir kimlik kuşanılıyor, yeni bir yol haritası çiziliyordu adeta. İslam öğrenilecek.. öğrenilen yaşanacak.. yaşanıldıktan sonrada tebliğ edilecekti yani ikra (oku) ayetine sadık kalmaları gerekiyordu.
Önce gizli davet başlıyor. Müslümanların sayısı henüz kırk ı geçmemiş. Hz. Ebubekir peygamber efendimize kabenin etrafında toplanıp insanları islama davet etmeyi teklif ediyor. Tebliğ sırasında Hz. Ebubekir Utbe Bin Ebi Rabia ve taraflarıyla birlikte saldırıyorlar. Ebubekir bu olayda çok fazla yara alıyor.
Zulüm artmaya başlayınca Hz. Muhammed Ebubekir’inde Habeşistana hicretine izin veriyor. Fakat İbni Duğunne isimli bir müşrik himayesine alıyor, ve hicretten vazgeçmesini kendi yurdunda istediği gibi ibadet edebileceğini söylüyor. Fakat müşrikler Duğunne’ye Ebubekir’in kendi evinde ibadet etmesini istediklerini söylüyorlar. Açıktan ibadetin insanları etkilemesinden korkuyorlar.
Ebubekirin evine bir mescid yapılıyor ve ibadetlere orada devam ediliyor. Insanlar toplanıyor kimi alay ediyor, kimide sorular sorup müslüman oluyor. Müşrikler buna tahammül edemeyip Duğunne’den himayesini kaldırmasını istiyorlar. Duğunne bunu Ebubekir’e söylüyor. Ebubekir’de ‘Senin komşuluk himayeni iade ediyor ve Allah’ın himayesine sığınıyorum.’ diyor.
Ebubekir Peygamberimizden Medineye hicret izni istiyor fakat izin verilmiyor. Medine’ye Peygamber efendimizle birlikte hicret edeceğini öğreniyor Hz. Ebubekir.
Mürikler medineye hicreti engellemeye çalışıyorlar, islamın büyümesinden korkuyorlar. Her kabileden bir genç Hz. Muhammedi vuracak Onun kan diyeti kabilelere dağıtılacak. Peygamberimizin kabilesi Abd-i Menaf, bütün kavimlerle savaşmaya güç yetiremeyecek ve diyeti kabul edecek.
Peygamber efendimiz Hz.Ebubekir’le yola koyulduğunda yerine Hz. Ali’yi yatağına bırakıyor. Ve ona bırakılan emanetleri verip sahiplerini söylüyor. Hz. Ali emanetleri müşriklere dağıttıktan 3 gün sonra yola çıkıp kuba’da bekleyen Resulullah ve Ebubekir’e yetişiyor.
Hicret nekadar müşrik zulmünden kaçış olarak görülsede asıl sebep; islami mücadeleyi Mekke dışına taşıyıp daha müsait bir ortamda çerçeveyi genişletmektir.
Yolda Suraka dan başka onların peşine düşen olmuyor. Oda gördüğü mucize karşısında müşriklerin vaad ettiği yüz deveden vazgeçip müslüman oluyor.
Mağarada 3 gün kalıyorlar ve bildiğimiz üzere müşrikler mağaranın önüne kadar geldiler fakat Rabbimiz onları korudu, göremediler. Bir güvercin yuva yapmış, birde örümcek ağ örmüştü.
Kübada Hz. Aliyi beklemek üzre Gülsüm bin Hidm’in evine misafir oldular. Ilk mescid oraya yapılıp ilk açıktan namaz orada kılınıyor. Hz Ali kübaya vardığında 4 gün daha kalıyorlar ve mescidin inşasını bitirip yola koyuluyorlar.
Niçin Ebubekir?;
Hz Muhammedin islama davetine tereddütsüz giren ilk o olmuştu..
Miraç hadisesinde onun teslimiyeti, sadakatin en güzel örneğiydi zaten..
Resulullah’ın hastalığında imamlık görevini o yapmıştı..
Resulullah vefatında halife tain etmiyor. Ensar aralarından Saad bin Ubadeyi halife tain etmek istiyorlar. Hz. Ebubekir, Ömer ve Ubeyde bin Cerrah oraya gidiyor çünkü ensardan bir kimsenin halife tain edilmesi durumunda bütün arapların bu hilafeti kabul etmeyecekleri kanaatindeler.
Hz Ali bu esnada defin işlermleriyle uğraştığı için bu toplantılara katılamıyor halbuki sonradan onunda adaylığı söz konusu oluyor. Ilk halife seçimi oldukça sancılı bir süreçtir. Ensardan Useyd bin hudeyr Ebubekirin halifeliğini destekliyor. En önemli dayanakları peygamber efendimizin hastalığı esnasında Hz Ebubekiri imam tain etmesidir.
Seçimden sonra Hz Ebubekirin hilafeti 2 sene 7 ay sürmüştür.
Hz Ebubekir hilafeti boyunca en çok dirayet göstermesi gerektiren durum irtidat olaylarıdır.
Usame bin Zeyd komutanlığında Şam tarafına sefere gönderilmek üzere hazır bulunan orduyu Hz Ebubekir herkesin muhalefetine rağmen Medinenin korunması için çağırmamıştır. Ordu seferini gerçekleştirmiştir Resulullahın emrettiği gibi.
Hilafeti boyunca yaptığı en güzel işlerden biride; Kuran’i bilginin kaybolma korkusu ile Kuran sahifeleri bir kitap olarak toplanmıştır bu görevi Zeyd bin sabit üstlenmiştir.
———————
ArdındanEyyub Sabri Kaymaz, Hz. Ömer’idinleyicilere anlattı :
Hz. Ömer
Cahiliye Dönemi;
Miladi 581yılında Mekke’de doğmuştur. Babası Hattab bin Nüfeyl, annesi (Ebu Cehilin yakın akrabası olan) Hanteme’dir.
İslamın ortaya çıkmasıyla ve Müslümanların sayısı arttıkça, Mekke içerisinde çıkan aile çatışmaları çoğaldı. Bu konuda yıldırma politikası izleyen Mekke müşriklerinin arasında Hz. Ömer’de vardı. Ancak sadece kendi ailesinden Müslüman olanlara eziyet ediyordu.
Müslüman Oluşu;
Hz. Muhammed’in tebliğ çalışmaları sonucu Mekke içerisinde ayrışmaya neden olduğu için Ömer Hz. Muhammed’i öldürerek bu sorunu çözebileceğine inanıyordu. Kılıcını kuşanıp yola koyulduğunda kız kardeşinin ve eşinin Müslüman olduğunu öğrendi. Ve rotasını değiştirerek kız kardeşinin evine yöneldi. Kapıya vardığında içeride okunan Kur-an’ın sesini duydu. Bir müddet dinledikten sonra kapıyı çalarak içeri girdi. Ve kız kardeşi ile kocasına şiddet uygulamaya başladı. Ne yaparsa yapsın onları bu yoldan alamayacağını gördüğünde durdu ve ne okuduklarını merak ettiğini ve onu okumak istediğini söyledi. Eline geçen sayfalarda Taha ve Hadid surelerinin ilk ayetleri vardı. Bunları okuduktan sonra iman etti ve hızlıca peygamberin evine yöneldi. Eve vardığında hala kılıcı yanında olduğu için şüphelenen peygamberin etrafındakiler onu etkisiz hale getirdiler ve amacının ne olduğunu sordular. Gerçeği öğrendiklerinde hepsi sevinmişlerdi.
İslamiyetten Sonra;
Hz. Ömer Müslümanlar için alınan kararlarda peygamberin akıl danışacağı insanlardandı. Anca Hz. Muhammed’in verdiği kararlarda ona karşı çıktığı da olmuştur.
Peygamberin Ölümü;
Ebu Bekir’in halifelik dönemi boyunca ona yardımcı oldu. Hz. Ebu Bekir’in vefatından sonra meclis tarafından ile halifelik konumuna getirildi.
Hz. Ömer, Halid bin Velid komutasında Arap yarım adasının tamamını ele geçirmiş, pers imparatorluğunu yok etmiş ve doğu Roma imparatorluğunu dize getirmiştir. Tabi bu fetihlerin hepsinde Halid bin Velid komutası yoktu. Halid bin Velid kazandığı zaferler sonrasında halk tarafından“Allah’ın Kılıcı”gibi lakaplar kazanmıştı.
Hz. Ömer bu sevginin aşırıya kaçmasından korkmuş ve Halid bin Velid’i ordu komutanlığından almış ve askerlerin arasına yerleştirmişti. Bu kararı Halid’e bildirirken duyduğu endişe ise Halid’in enaniyetinin yükselmesiyle birlikte kibirlenerek bu kararı reddetmesi ve bunun sonucunda İslam coğrafyasının ikiye bölünüp yok olmanın eşiğine getirmesinden dolayı endişeleniyordu. Ancak bu olmadı ve Halid kararı kabul edip görevini bıraktı.
Hz. Ömer devlet içerisinde teşkilatlanmaları da başlattı. Askeri kayıtları tutturdu, ganimetlerin ve vergilerin denetimini, dağıtımını ve ulaştırmasıyla ilgilenecek olan devlet memurları atadı. Zekât memurlarını da zekâtı toplamaları ve bunları ulaştırmaları için “Zekât memurlarını” atadı.
1 Kasım 644′de, kendisinden alınan verginin azaltılmasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen İran’lı Hıristiyan bir köle olan Ebû Lü’lüe tarafından Medine’de sabah namazında hançerle saldırıya uğradı. Hazreti Ömer (r.a)“ölümüm, Müslüman bir kişinin elinde kılmadığından ötürü Allah’a hamd olsun”diye dua etmiştir.
Müminlerin annesi olarak adlandırılan Hz. Ayşe’ye peygamberin kabrinin yanında yatabilmek için izin ister. Bu izni Hz. Ayşe tarafından olumlu bir şekilde cevaplanır. Yaralandıktan üç gün sonra vefat eden Hz. Ömer oraya defnedilir.
————–
Ve son olarakAbdullah Bitim, Hz.Osman’ınhayatını dinleyicilere aktardı. Konuşmasının kısa özeti şöyle:
HAZRETİ OSMAN
Rasulullah (s.a.s.) risaletle görevlendirildiğinde Osman (r.a.) otuz dört yaşlarındaydı. O, ilk iman edenler arasındadır. Hz. Osman iman ettiği zaman, bunu duyan amcası Hakem b. Ebil-As onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman (r.a.) ebediyen dininden dönmeyeceğini söyleyince, kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştı. Hz. Osman Rasulullahın kızı Rukayye ile evlenmişti. Müslümanların Medineye hicretinden sonra Bedir Savaşı esnasında hanımı Rukayyenin vefatının akabinde Rasulullah (s.a.s.) Hz. Osmanı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Rasulullahın (s.a.s.) iki kızıyla evlenmiş olduğu için iki nur sahibi anlamında, Zin-Nureyn lakabıyla anılır olmuştur, anlamı ise iki nur sahibidir..
Hz. Osman Medine dönemi boyunca sürekli Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte olmaya gayret gösterdi. Ashabın en zenginlerinden biri olması, onun İslama ve Müslümanlara herkesten çok maddî yardımda bulunmasını sağladı.
Hz. Ebubekir (r.a.) halife seçilince Osman (r.a.) ona beyat etti.
Halifeliği
Hz. Ömer (r.a.) yaralanınca, hilafete geçecek kimsenin tayin edilmesi için altı kişiden oluşan bir şûra oluşturmuştu. Bunlar Hz. Ali, Osman, Sad İbn Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zubeyr İbn Avam ve Talha ibn Ubeydullah (r. anhum) idiler. Yapılan görüşmeler neticesinde, şûra üyelerinden dördü feragat edince görüşmeler Hz. Osmanla Hz. Ali üzerinde devam etti. Şûra başkanı Abdurrahman ibn Avf, geniş bir kamuoyu yoklaması yaptıktan sonra müslümanların bu iki kişiden birisinin halife seçilmesi üzerinde mutabık olduklarını gördü. Hz. Aliyi çağırarak ona; Allahın Kitabı, Rasulünün sünneti ve Ebubekir ve Ömerin uygulamalarına tâbi olarak hareket edip etmeyeceğini sordu. O, Allahın Kitabı ve Rasulünün sünnetine tam olarak uyacağı, ancak bunun dışında kendi içtihadına göre davranacağı cevabını verdi. Aynı soruyu Osmana (r.a.) yönelttiğinde o bunu kabul etmişti. Bunun üzerine Abdurrahman ibn Avf, Hz. Osmanı halife atadığını ilan ederek ona beyat etti. Hz. Osmana ikinci olarak beyat eden kimse Hz. Ali (r.a.) olmuştur.
Hz. Osman (r.a.) İslam tebliğinin girmiş olduğu yayılma sürecini aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. O, Ermenistan, yeniden Kuzey Afrika ve Kıbrısı fethetmiş, İrandaki ayaklanmaları bastırarak merkezi yönetimin nüfuzunu tesis etmiştir.
Hicretin otuz beşinci yılının Zilhicce ayında Mısırdan Medineye gelen asiler tarafından evinde Kuran okuduğu bir esnada şehit edildi. Hz. Osmanın şehit edilmesi, ümmeti büyük sıkıntılara sokacak ve bir daha kapanmayacak olan fitne kapısının açılması anlamına geliyordu.
———
–Program soru-katkı bölümüyle devam edip konuşmacıların teşekkürleri ile sonlandı.