Geçenlerde yolumuz Cebeci Asri Mezarlığı’ndaki camiye düştü.
Namazdan sonra, imam efendinin daveti üzerine tanımadığımız bir merhumenin cenaze namazını kılmak üzere yan tarafa geçtik.
Cami de cemaat de küçük olduğundan bir şey hemen dikkatimi çekti. İki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıdaki insan, tabutun yanında bekliyordu. Öyle anlaşılıyordu ki cenazenin sahipleri alışık olduğumuz gibi öğle namazına girmemiş dışarıda beklemeyi tercih etmişlerdi.
İçimden ne kadar da az eşi dostu varmış diye düşünmekten kendimi alamadım. Cenaze sahipleri, cemaatin geldiğini görünce hemen arka tarafa çekildiler ve cemaatin cenaze namazını kılmasını beklemeye başladılar.
Öyle anlaşılıyor ki bu küçük grup, merhumenin yakınları, belki oğlu-kızı, belki kardeşleri idiler. Ama en yakınlarını dünyadan uğurlarken bile ona karşı son kez bir dostluk gösterip cenaze namazını kılmaya mecalleri yoktu.
Cenaze namazı nedir ki? Ölenin iyi biri olduğuna şehadet etmek, onun için Allah’tan merhamet dilemek. Bu kadarcık küçük biri işi yapamayan zavallı kentliler! Belki içlerinden namaz kılmak istiyorlar, ama bilmediklerinden yapamıyorlardı. Belki de inanmıyorlar, bu ibadetlerin işe yaradığına. Sebebi ne olursa olsun en yakınları için hüsnü şehadette bulunmayı ve ona bir hayır dua yapmayı başkalarının insafına bırakıyorlar.
Cenaze namazı sonrası bu grup, sanki merhumenin taşınmasını bile cemaatten beklermiş gibi bir duraksama geçirdi. Ama sonra anladılar ki cenazelerini taşımak kendilerine düşüyordu. Çaresiz tabutun altına girdiler. Tabutu omuzlarına kaldırdılar ve alıp götürdüler, yakınlarını toprağa vermek üzere.
Bu manzara karşında içimi bir hüzün kapladı. En çok tabutun içinde yatan merhumeye acımaya başladım. En yakınları bile kendisine küçücük bir duayı çok görüyorlardı. Belki üzerinde büyük emeği olan bu insanlar, onu nasıl da yalnız bırakmışlardı. Kendisi için dua edecek yakınlığı bile gösteremiyorlardı. Bir tek Fatiha okumaya gönülleri yoktu.
Ne kadar da az geleni vardı. Belli ki yalnız denebilecek bir hayat geçirmişti. Belki de zengin semtlerden birinde bir apartman dairesinde ihtiyarlayıp tek başına ölmüştü. Belki de zaten çok az gördüğü bu insanlar, kendilerini zorlayarak istemeye istemeye cenazeye katılmışlardı, kim bilir?
Birden metropolde milyonlarca insan arasında nasıl da yalnızlaştığımızı fark edip irkildim. Modern kentli insanın kendi kendine ne büyük bir kötülük yaptığını, bireysel bir hayat sürmenin matah bir şey olduğunu zannederek kendi yalnızlığını inşa etmek suretiyle kendini cezalandırdığını düşündüm.
Kendi cenazem geldi gözümün önüne. Ne kadar az dostumuz vardı. Belki iş arkadaşlarımız ya da yakın akrabalarımız olmasa cesedimiz koca şehirde milyonlarca insan içinde ortada kalacak.
Metropolde ölmek ne kötü şeymiş! Şimdi anlıyorum, ihtiyar insanların ölünce köylerine defnedilmelerini vasiyet etmelerinin nedenini. Metropolde ölmek, kalabalıklar arasında yalnız yaşadığımızın ortaya çıkması demekmiş.
Her Taraf / Osman Kayaer