بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler. (28/79).
Karun ve Karun’un Yerinde Olmayı İstemek
İnsanlar tarafından dünya hayatına karşı duyulan arzu ve istek Kur’an tarafından sıkça dile getirilen bir hakikattir. Çünkü fıtratının gereği olarak insan dünya metaına meyilli yaratılmış bir varlıktır. “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (3/Âl-i İmran 14)
İnsanın dünyaya olan tutkusunu en iyi bilen Rabbimiz kullarını defalarca uyararak bu tehlikeye dikkat çekmiştir. Kur’an’da dünya sevgisinin sürekli yerilmesinin sebebi onun geçici, aldatıcı ve saptırıcı olmasındandır. “Ey insanlar! Allah’ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! (Fatır:5)
İnsan için hak ve batıl’ın savaş alanı olan dünya, iyi ve kötü, zalim ve mazlum, güzel ve çirkin gibi birçok zıtlık ise uğrunda savaşılan kavramlardır. “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır…” (Mülk:2)
İşte bütün nebilerin/elçilerin getirdiği bu hakikate rağmen tüm zamanlarda birileri malı ile gücü ile tarihin herhangi bir bölümünde sahnedeki yerini almaktadır. Bunlardan birisi de Musa’nın kavminden olan Karun’dur. Dünya metaının olanca ihtişamıyla azan Karun, Allah’ın sevmediği şımarık tiplerden birisidir. Öyleki hazinelerinin anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı müstağni ve kibirli bir adamdır Karun. Karun hem malının yok olacağını sanmamakla beraber hem de malın kendi bilgisi sayesinde verildiğini iddia etmekteydi.
Bugün mümin insanları en çok ilgilendiren ve Karun kıssasının omurgasını oluşturan iki anlayış veya iki duruştan söz edebiliriz. Birincisi Karun gibi varlık sahibi olan insanların Allah’ı hesaba katmadan edindiği malın kendi bilgi birikimi sayesinde oluştuğunu zannetmesi. Bu Allah’a göre doğrudan bir tuğyandır. Dolayısı ile Allah’ın hiç hoşuna gitmeyen bir davranış biçimidir.
İkincisi Karun’a imrenip onun yerinde olmak isteyenler. Anlaşılan o ki bu grubun omurgalı, ilkeli ve mümince bir duruş sergilediğini söylemek zor. Eğer duruşları ilkeli olsaydı bozguncu, şımarık ve azgın bir adama imrenmez ve onun yerinde olmayı asla arzulamazlardı. “Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.”
“Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik…” “Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! Demeye başladılar.” (Kasas:80-82). Herhangi bir sabitesi olmayan tipleri Kur’an çok güzel deşifre ederek bize mesaj veriyor. Sakın sizde aynı hatayı yapmayın, kâfirlere imrenmeyin, onların malına göz dikmeyin. Ama içlerinden öyle bir duruşa sahip insan var ki onlara da gıpta etmemek mümkün değil. Bu insanlar daha Karun’un malı yerin dibine geçmeden tevhidi bir duruş sergilemişlerdir. Çünkü mümin bir insan basiretli olur ve o malın hangi mazlumların omuzlarına basarak haksız yere kazanıldığını bilir. İmanları onlara Allah’ın vereceğinin daha üstün olduğunu ve O’na mutlak manada güvenilmesi gerektiğini söyletmiştir. Selam olsun Allah’a gönülden teslim olanlara.