İSLAM VE İLİM ANLAYIŞIMIZ
Abdi Keçeli
Müslümanların ilimle olan münasebetleri, yaşadığımız dönem itibari ile pekte iç açıcı olduğu söylenemez. Genel olarak baktığımızda başta Kur’an ilmi olmak üzere fen ilimlerinde de bir durağanlık göze çarpmaktadır. Ben bu yazıda Kur’an ilminde neden geri kaldığımız hakkında düşüncemi paylaşmak istiyorum.
Bugün Müslümanlar, itikat, ahlak ve ahkâm yönünden Kur’an ve sünnete uygun bir değerlendirmeye tabii tutulduğunda ne acıdır ki çoğunluğun İslam’a uymayan itikat üzere ve Kur’an ile taban tabana zıt bir hayat anlayışına sahip olduğu görülecektir. Bu acı tablonun birçok sebepleri vardır ve bunlardan en önemlisi ilim mefhumundan fersah fersah uzak kalınmasıdır. Özellikle Kur’an’ı okuma ve araştırma ruhunu tarihin derinliklerinde bırakmalarıdır ki böyle hayati bir meseleyi terk etmek başlı başına bir sebeptir. Çünkü bu sebep müslümanları bilgi birikim yönünden, mukayese yönünden, olayları doğru okuma yönünden ve hak ile batılı ayırt etme yönünden oldukça pasif hale getirmiştir. Durağanlaştırmıştır. İnsanların neye azmedeceğinin üzerini örtmüş, muvaffak olma kararlılığının yitirilmesine de sebep olmuştur. En basit bir örnekle Allah Rasulünü davasında muvaffak eden kararlılığını, azmini, davranış biçimini, edep ve ahlakı gibi özelliklerini bilmeyen bir fert ve ondan neşet eden toplum netice itibari geçmişle de bağını koparmış, ahlak olarak da iflas etmiş demektir. Bu ise İslam’dan ne kadar uzak kalındığının, ya da İslam’ın ne kadar eksik bilindiğinin göstergesidir.
Müslümanların ilimle olan münasebetleri, din ile olan münasebetleri gibidir. Ne kadar okuyorlarsa o kadar biliyorlar. Tersinden düşünürsek, ne kadar okumuyorlarsa o kadar bilmiyorlar demektir. Okuma-yazma oranı oldukça yüksek olmasına rağmen maalesef okuma oranının çok düşük olduğu gerçeğini bilmemiz gerekecek. Günümüzde taa bin yıl evvel yazılmış fıkıh, kelam, tefsir gibi kitaplarla yetiniyor o kitaplar ışığında yol aldığımızı düşünüyorsak ya da; yine o yıllarda yaşamış olan bir alim’in görüşlerine yaslanıyorsak ki öyledir, yerimizde saymaya devam ediyoruz demektir. Belki bunun içindir ki Müslümanlarda kitap ne kadar eski olursa, değeri o kadar kıymetlidir. Buradan şu sonuca da kolayca varabiliriz ki İslam’ın ilk beş yüz yılı içerisinde yetişen alimlerden sonra bir alimler kuşağına rastlayamıyoruz. Bir inkıta söz konusu. Gerçek anlamda tek başına bir ekolü gerçekleştiren İmam Ebû Hanife’den, İmam Şafii’den vs. başka birilerini göremiyoruz. Nerede o mezhep Kur’anlar, zor şartlar altında tefsir yazanlar, tıp ilmiyle uğraşanlar yüzlerce eser yazan müellifler?
Bugün Müslümanlar ilim adına ilahiyatların varlığından bahsedecek olurlarsa oralarda okutulan İslam değil; Arapça dil kuralları, fıkıh, kelam gibi şeyler olduğu gözden kaçmamalıdır. Bunları yetiştirmekteki maksadın yine devletin bazı hizmetlerinin görülmesini sağlamak olduğunu da unutmayalım.
Kur’an’ı kendisine rehber edinerek siyasi ve iktisadi görüşlerini vahiy ile şekillendiren bazı ilim erbabları ortaya çıkmıştır. Ancak yiğit adamlar idarecilerin koltuğuna sokulan onların nimet musullarından beslenen bir takım alimler(!) tarafından düzeni bozduğu, nifak soktuğu gerekçesiyle, bazılarının idamına, bazılarının sürülmesine bazılarınınsa hapsine hükmedilmiştir. Bu ilim erbapları böylece aradan çekilince ya da bir şekilde susturulunca iş sarıklı cahillerin velayeti altına girmiştir. Bunlar ilmin üzerini postları ile örttükleri gibi üstüne de oturmuşlar, yetmiyormuş gibi kendilerinin Allah tarafından görevlendirilen veli kullar olduğunu ilan etmişler. Allah’ın yardımcılığını yapan, ilmi dağıtan, rızkı taksim eden; yağmuru yağdıran; depremi def eden vs. gibi bir sürü işlere yön veren birileri olarak bu toplumu etkilemeyi başarmışlardır. Artık onlar toplum gözünde öylesine yüce payeler sahibidir ki alimdir, habirdir. Bu payelerin sahibi olabilmek için öyle okuryazar olmaya bile gerek yoktur. O ilmi Allah’tan direkt almaktadır. Hatta Allah’a danışmadan direkt Levh-i Mahfuzdan alabilmektedir. Artık o, gerçeği bilen âlimlerin âlimi, ilmin kaynağı, faziletlerin en faziletlisi gibi unvanlarla donatılmış ve halka arz edilmiştir. Bunlar Allah’a ait olan işlerde tasarruf sahibi, keramet, şefaat kısaca sır yolu ile veraset sahibi gibi sözlerle cahilleri büyülediler. Halbuki bunların bir çoğu (günümüzde de mevcut) okuma yazma bilmeyenlerden oluşuyordu. Alim böyle olunca acaba sultan nasıl olurdu? Değil miydi ki sultan da zillullahi fil ard? Yani yeryüzünde Allah’ın gölgesi? Artık sultan azamet ve celal sahibidir, kerem sahibidir, sultanul azim, dünyanın efendisidir. Böylece millet üzerindeki yetki ve otoritesi güvence altına alınmış, yaptıkları zulüm ise Allah tarafından sultanın eliyle cezalandırma şeklinde anlaşılmıştır.
Efsunlanarak geçen yüzlerce yılların cehaleti öylesine kök salmış, öylesine dal budak sarmış ki bırakın kökünden sökmeye yeltenmeyi, şöyle yaprağına dahi dokunmaya müsaade etmiyorlar.
Dokunmayı denediğinizde adeta cin çarpmış gibi olanca avazlarıyla ortalığı velveleye veriyorlar, sizi kafir ilan ettikten sonra hemen masumiyet postlarının altına siniyorlar.
İçinde yaşadığımız toplumun İslami olarak genel anlayışı bu veya buna yakındır. Şimdi yapılması gereken iki yol vardır. Birisi bu hastalıkla mücadele, bir diğeri münzevi hayattır. Mücadeleden korkanların genelde münzevi hayatı seçtiğini göz önünde bulundurursak geriye mücadele kalmaktadır.
Bunlarla mücadele hususunda ne yapmamız gerektiği konusunda birkaç madde sıralamak gerekirse:
-Her gayretli Müslüman bu cehalet hastalığını önlemede üzerine düşeni yapmakla mükellef olmalıdır.
-İslamı bilmemek cehalettir. Onlarla en güzel şekilde mücadele etmek.
-Bu insanlara İslam’ı doğru, tutarlı aydınlatıcı bir fikir olarak götürmek.
-Bu fikri her zaman diri tutabilmek için kendimize yakın bulduğumuz arkadaşlarımızla bir fikir atölyesi oluşturmak, karşılıklı müzakereler yapmak.
-Gücü yeten herkes karınca kararınca sorumluluk almalıdır.
Hedefinde muvaffak olmanın birinci şartı niyet etmektir. Ne yapmamız konusunda evvela niyet etmek sonra bir metod ve sistem dâhilinde çalışmalarımıza başlamaktır. Çalışma sevgisi daha çok iyi hazırlanmış metottan ileri gelir, aksi ise verimsiz, isteksiz, bazen de bezdirici olur. Bu da çalışmayı değil tembelliği tetikler.