Fotoğraflar: M.Akif Coşkun
Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. John Berger
Fotoğraf ve onun sanatı hakkında çok şey söylenmiş olsa da, insanlık var olduğu sürece bazı hususların daima eksik kalacağına inananlardanım. Birbirimize muhtaç olmak ve birbirimizi tamamlamak üzere yaratılmışsak eğer, içimizde birikmiş, söylenmemiş olanları eteklerimizden çırpmamız gerek. Teknik ve biyolojik olarak aynı göze sahip olabiliriz. Fakat o gözlerin ardında, bizi birbirimizden farklı kılan başka bir şey daha var. İşte o şey, aynı objeye baktığımız halde farklı hissiyatlara, farklı düşüncelere sahip olmamızın asıl menbağıdır. Kimi bakar görmez. Kimi bakar büyülenir. Kimi bakar ibret alır. Kimi ise bakir bakar ve ondaki hikmetin izini sürer.
Ressam elindeki fırçayla o hikmeti resmeder, ozan sazıyla hayat verir ona, şair şiiriyle, fotoğrafçı fotoğrafıyla o anı sonsuzlaştırır. Tüm bunlar meselenin felsefi tarafına ışık tutar. Fakat bunların ötesinde fotoğraf sanatının bir de ahlaki, daha net ifade edecek olursak insanı terbiye süzgecinden geçiren bir tarafı vardır.
Sabrımızın ve ümidimizin günbegün azaldığının farkındayız belki ama bunu itiraf etmekten kaçınırız. Hepimizin haklı olduğu bir çağda yaşıyoruz ne de olsa. Bir şeyler bizi rahatsız ediyor ama ne? Sebebini daima dışarıda ararız ve fakat bulamamanın üzerimizdeki ağırlığından bir türlü kurtulamayız. En küçük şehirde, kasabada dahi kentleşmenin izine rastlarız. Farkında değiliz belki de ama tüm bu kargaşa ve gürültünün insan ruhuna etkileri üzerinde düşünmeye fırsatımız olmaz. Bizden nelerin eksildiğini bilmeyiz. Çevremize karşı gösterdiğimiz tahammülsüzlük nereden peyda oluverdi bize? Sabrımıza ne oldu bizim? Neden kavga halindeyiz sürekli?
Fotoğraf çekerken hepimizin bildiği bazı teknik kaideler vardır. Gereken ayarlar yapıldıktan sonra vizörden çekmek istediğiniz şeye odaklanır ve basarsınız deklanşöre. Bu basit kaidenin arkasında, aslında çoğumuzun farketmediği, oldukça önemli bir gerçek gizlidir. İşte o gerçek bize der ki; Sadece görmek istediğine odaklan. Öylesine odaklan ki, onun etrafındakileri görme. Etrafında seni rahatsız eden tüm olumsuzlukları görmezlikten gel. Karart etrafını. Sen görmek istediğine yoğunlaş ve ondan sana düşen paye ile hemhal ol. Gerisini boşver. Gerisi sadece teferruattır. Teferruattaki olumsuzluklarla kendini heba edip odağındakinden de olma. Rahatsız ol, düzeltebiliyorsan düzelt ama her zaman buna muktedir olamayacağını bil ve odağındaki asıl olanı yitirme. Pergelin iğnesi gibi bir ayağın daima merkezinde olsun.
Yıllardır fotoğraf sanatıyla ilgilenen bir kimse olarak farkında olmadan bu terbiyeden geçtiğimi, geçmişimi mütalaa ederken farkettim. Sanırım sanatın bize vermek istediği asıl ders bu olsa gerek. İster ressam ol, ister ozan, şair ya da fotoğrafçı. Elimizdeki enstrümanlar farklı da olsa, onların bize vermek istediği terbiye aynıdır. Farkında olduğun şeyle aranda öylesine derin bir ünsiyet kur ki, onun etrafında kümelenen tüm teferruatlara karşı sabrın ve tahammülün artsın. Senin teferruat diye gördüğün şey, bir başka gözün yakaladığı hikmet olabilir. Birbirimize muhtaç olmamızın ardında yatan hakikat bu olsa gerek. Muhabbet başka türlü hayat bulmaz çünkü.
Duyma dinleme hepsinden önce gelir. Anlamak içi,n görmekten önce dinlemeliyiz. Anlamak için değilde cevap vermek açık bulmak alt etmek için dinliyoruz.